1. YAZARLAR

  2. Cengiz Duman

  3. Bozuk Düzenin Terazisi ve Şuayb (as)

Bozuk Düzenin Terazisi ve Şuayb (as)

Nisan 1994A+A-

İnsanlar hayatlarını idame ettirebilmeleri için kendilerinde bulunmayan ihtiyaç maddelerini, ya kendilerine yakın olan bölge insanlarından ya da bu ihtiyaçların bulunduğu yerlerle yapılan alışverişlerle sağlarlar.

Ticaret denilen bu olgu, insanların ihtiyaçlarını temin etme vasıtası olduğu gibi, onlar için geçim sağlama vasıtası da olmuştur.

Toplum bireylerinin kaynaşması ile aynı zamanda yakın ve uzak toplumların iletişim vasıtası konumunda olan ticaret; insanlar arasındaki karşılıklı haklar korunduğu sürece toplumların ilerlemesinde büyük etken olurken bu hakların ihlalinde ise toplumu uçuruma sevk edecek bir amil durumuna gelir.

Allah, ticaretin; toplumun yaşamında önemli bir yeri bulunduğunu, doğru yapılmasından cemiyetin olumlu, karşılıklı hakların ihlalinde cemiyetin büyük zararlar çektiğini, hatta; uçuruma (helake) ittiğini göstermek amacıyla (Özellikle tüccar bir toplum olan Mekke'lilere) Şuayb (a)'ın kıssasını vahyeder.

Böylece Allah, Müşriklerden kavimlerini uçuruma götüren, ticarette karşılıklı rızayı gözetmeyip hile yapan Şuayb kavminin kıssasının ışığında, kıssadan öğüt ve ibret almalarını ister.

Mekki surelerde anlatılan Şuayb kavminin, ticaretle ilgilenen tüccar bir toplum olduğu göz önüne alındığında ticaret kervanlarının geçtiği işlek bir yol üzerinde olduğu anlaşılmaktadır.

Şuayb kavminin yaşadığı bölge, muhtemelen Hz. Musa'nın da Mısır'da işlediği cürümden dolayı kaçtığı yer olması hasebiyle Mısır'a yakın olan; Mısır, Filistin, Sina üçgeni içerisinde Mekke ticaret kervanlarının da geçtiği bir yerde bulunmaktaydı.

"Musa 'Medyen 'e yöneldiğinde: "Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım." dedi." (28/22)

"Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmıştık ve bir çok musibetlerle denemiştik. Bunun için 'Medyen' halkı arasında yıllarca kalmıştın." (20/40)

Risalet vazifesini yüklenmeden önce, işlediği bir fiilden dolayı Mısır'dan kaçan Musa (a) Medyen'e sığınır. Medyen'de Şuayb (a)'ın yanında yerleşir, onun kızıyla da evlenir. Daha sonra eşiyle birlikte Medyen'den ayrılarak Tur dağının bulunduğu yöreye doğru yola koyulur.

"Musa süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü..." (28/29)

Ve bundan sonra Musa, Allah tarafından Firavun kavmine Rasul olarak tayin edilir.

Kur'an-ı Kerim'deki Musa (a)'nın anlatıldığı bu ayeti kerimelerden Medyen'in bulunduğu yer tayin olunduğu gibi Medyen kavminin bulunduğu yörede yaşayanlar itibariyle aynı zamanda Arap asıllı oldukları anlaşılmaktadır.

Mısır'a yakın bir yerde olduğu anlaşılan Medyenliler; aynı zamanda kendilerinin ticarette ileri bir seviyede olmalarını sağlayan zengin kervanların geçtiği bir yol üzerindeydiler.

Hindistan'dan gelen ticaret kervanları Yemen, Taif, Mekke, Medine istikametiyle Medyen kavminin de bulunduğu bölgeden geçip, Şam'a ulaşırlardı.

Mekkelilerin de katıldığı bu ticarete Kur'an'da Kureyş suresinde şöyle değinilir:

"Kureyş kabilesinin yaz ve kış seferlerinde..."

Kur'an-ı Kerim bize, Mekkelilerin tüccar bir toplum olduğunu belirttiği kadar, onların Medyen ahalisinin helak olduğu yerlerden geçmeleri hasebiyle Medyenliler'in başından geçenleri; Kur'ani doğrultuda olmasa da bildiklerini beyan etmektedir.

Şuayb kavminin helaktan sonraki kalıntılarının bulunduğu yerlerden geçen Mekkeliler'den ibret almalarını isteyen Allah, Lut ve Şuayb kavimlerinin, Mekke ticaret kervanlarının yolları üzerinde olduğunu Hicr süresindeki şu ayetle ifade eder:

"Eykeliler de, şüphesiz zalim kimselerdi. Bunun için onlardan öç aldık. Hala her iki memleket de işlek bir yol üzerindedirler."

Kur'an'da Şuayb (a)'in kavminden bahsedilirken Medyen ve Eyke olarak iki isim verildiğini görmekteyiz.

Medyen halkından bahsedilirken "Ehuhum" (Kardeşleri) denmesinden yola çıkan bazı müfessirler, Eyke'lilerden bahsedilirken "Onlara" denmesinin Şuayb (a)'ın Eyke'lilere sonradan gelmiş olması gerektiğini savunurlar.

Bazı müfessirler de Şuayb'ın davet ve nasihatinin aynı, her iki ahalinin de cezasının benzer şekilde olmasından hareketle, Medyen ve Eyke'nin aynı kavim olduğu kanaatine varmışlardır.

Bütün bunlara ilaveten; Kur'an-ı Kerim'de kıssaları anlatılan tüm rasullerin, kendi kavimleri içinde yetişmiş "içlerinden bir rasul" ve "güvenilir bir elçi" olarak görevlendirdikleri dikkate alındığında, Medyen ve Eyke'nin aynı kavim olduğu, ancak anlatımın değişik varyantlarla yapıldığı kanaati hasıl olmaktadır.

Her halükarda Medyen ve Eyke ayrı ayrı kavimler olsa dahi; Allah'ın isteği, bu kavim veya kavimlerin işledikleri ortak kötü fiillerin onları helake götürdüğü nazarı dikkate alınarak bu suçların istenmemesidir.

Kur'an'ın hedeflediği bu noktayı kenara bırakıp, pek fazla fayda getirmeyecek, aksine birbirimizle cedelleştirecek tali konularla uğraşmak, kıssayı öğüt ve ibret olmaktan engellemek demektir.

Şuayb kavminin Allah ve rasulüne karşı tutumunu dört grupta inceleyeceğiz.

Bunlardan birincisi, Şuayb kavminin Allah'a karşı tutumudur.

"Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur." (7/85)

"Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" (26/27)

"Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun." (26/184) diye çağrıda bulunan Şuayb (a)'a karşı şöyle cevap verirler.

"Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı men'eden senin salat'ın mıdır?" (11/87)

Ayetlerden anlaşıldığı gibi Şuayb'ın kavmi, putlara tapan bir kavimdir. Kendilerinin arzu ettikleri şekillere göre yonttukları ilahların, emirlerini de yine kendi içlerindeki; Kur'an'ın "ileri gelenler" olarak nitelediği zengin ve yönetici kimseler tarafından belirlendiği bir dine (yaşam tarzına) inanıyorlardı. Pek tabii ki Şuayb (a)'in tek ve gerçek ilaha inanmaları isteği hoşlarına gitmemişti.

Kendi yaşamlarını kendileri belirleyen bu insanlar, Allah'a inanmak istemediler, daha doğrusu; kendi kafalarına göre çizdikleri bir Allah'a iman ettiklerinden dolayı işlerine gelmeyen tek ve gerçek Allah'ı inkar ettiler.

Allah'ı inkar eden bu insanlar onun elçisini de reddederek karşı tutum aldılar.

"Sen ancak büyülenmiş birisin, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlülerden isen göğün bir parçasını üzerimize düşür, dediler." (26/185?187)

Allah'a inanmak aynı zamanda rasulüne inanmak demektir. Rasulüne inanmak Allah'a inanmayı gerektireceğinden, Şuayb (a)'ın tek Allah'ını inkar eden kavmi, o Allah'ın rasulünü de inkar eder.

Şuayb (a)'ı beşerlikle, büyücülükle, yalancılıkla suçlarlar. Mucize talebinde bulunarak; Allah'ın tekelinde bulunan bir konuda, sanki rasulün elinde olan bir şeymiş gibi rasulü aciz göstermeye çalışırlar.

"Doğru söze" (vahye) inanmayanlar, mucize gelse bile şu veya bu bahanelerle yine inkar edeceklerdi.

Allah'ı ve rasulünü reddeden bu müşrikler Rasulün getirdiği vahye de karşı tutum alırlar.

Neden reddetmesinlerdi! Kendi inançları doğrultusunda uydurdukları ilahları siper yaparak dilsiz, düşüncesiz ve aciz putlar adına oluşturdukları dinde zulmün en hasmı gerçekleştiriyorlardı. Böylece mustazaf halkı soyuyorlar, haklarını gasp ediyorlardı.

Oysa Şuayb'ın getirdiği vahiy, onlardan bu yaptıkları zulmü bırakmalarını istiyordu.

Dördüncü karşıt tutumları ise Allah'ın emirlerine karşı gelmekti.

"Ölçüyü tam, yapın, eksiltenlerden olmayın, doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." (26/183)

"Ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum." (11/84)

"Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tamamı tamamına yapın; insanlara haklarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. İnanıyorsanız Allah'ın geri bıraktığı helal kar sizin için daha hayırlıdır." (11/85?86)

Ticaret yapan bu toplumdaki haksızlıkları gündeme getiren ve bu haksızlıklardan vazgeçilmesini isteyen Allah, doğru yapılmayan ticaretin insanların haklarını gasbetmek olduğunu, bunun ise zulüm olduğunu beyan eder.

İşin ilginç yanı; ayette "Doğrusu sizi bolluk içinde görüyorum." diye belirtilen durumdur. Şuayb (a)'ın kavmi bolluk içinde olmasına rağmen yine de alışverişte hile yapılıyordu. Bu bolluk içerisindeki insanların ticarette hile yapmalarındaki sebep; satıştan kalan karın daha çok olması isteğidir.

Oysa Allah hile yapılarak kazanılan karın haram olduğunu; gerçek ve helal olan karın karşılıklı rızayla yapılan alışverişten kalan icar olduğunu beyan eder,

"İnanıyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı helal kar sizin için daha hayırlıdır."

Ama bu yozlaşmış toplumda rasulün hatırlatmaları fayda vermez. İnkarcılar müslümanlar aleyhine ellerinden ne gelirse geri koymazlar.

"Allah'a inananları yolundan alıkoyup ve yolun eğriliğini dileyerek tehdid edip her yolda pusu kurup oturmayın." (7/86)

Bu ayetler müşriklerin geldiği son noktanın müslümanları tehdit ve işkence olduğunu belirtir. Her toplumda olduğu gibi "Mele" (ileri gelenler) tarafından yönetilen Şuayb'ın kavmi de inkarcıların safındaydı. Mevcut yönetimin icraatına, yani ilahlar adına uydurulan bu yaşama karşı gelmek gibi bir istekleri yoktu. Zaten mevcut yönetime karşı gelip Şuayb'a inanmaya kalksalar "ileri gelen"lerin tehditleri onları da hedef alıyordu.

"(Şuayb'ın) kavminden "ileri gelen" kafirler dediler ki: "Eğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız." (7/90)

Allah'ın Hud Suresi 84. ayetinde Şuayb (a)'ın ağzından belirttiği "doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum." değerlendirmesi ışığında bu kavmin neden Allah'a isyanda direndiğini tesbit etmek lazımdır.

Tarihte bolluk ve refahın zirvesinde olan bir çok kavmin Allah'ı inkar ettikleri görülmektedir. Çünkü; o bolluk ve refaha insanların haklarına tecavüz edilmesi (zulüm) ile ulaşılmıştır. Tek amaçları servet biriktirmek ve diledikleri gibi yaşamak olan inkarcılar ulaştıkları bu seviyeyi korumak isterler. Nasıl olacaktır bu koruma? Aynı yöntemle... yani zulümle.

Böylesi bir toplumun, mevcut konumlarını sürdürebilmeleri için Allah'ın elçilerine karşı gelmeleri gereklidir. Aksi halde rasulün getirdiği mesajı kabullenmeleri düzenlerinin sonu anlamına gelir. Bunun farkında olan, kavmin yönetimini üstlenen "ileri gelenler" soyguncu düzenlerinin devamı için; ilahlar adına düzenlerini tasdik ettirici şeyler uydurup insanları bu yaşam tarzına itaat etmeye çağırmışlardır.

Hal böyle olunca tabiidir ki Allah'ın rasulünü yalanlayacaklar, ondan olağanüstü isteklerde bulunacaklar, bu istekleri gerçekleşmeyince, peygamberliğinin de geçersiz olduğunu iddia ederek onu yalanlamak için kendilerince makul bir sebep bulmuş olacaklardır.

Bunun yanı sıra getirdiği vahiyde pazarlık yaparak, şunu kabul edersek veya bunu istemezsen gibi uzlaşmacı tavırlarla rasulün getirdiği vahyi kendi nevalarına göre eğriltmeye, karıştırmaya çalışacaklardır.

Müşrikler kendi batıl sistemlerini korumak için ne gibi önlemler gerekirse alacaklar ve inananları susturmak için ne lazımsa yapacaklardır.

Bütün bu karşı gelme çabaları sonuç vermezse devreye baskı ve eziyet girecek, bu da işe yaramazsa inananlar yurtlarından sürülmeye başlanacaktır.

Bu hususta şu ayet bize, Şuayb kavminin de aynı tavırda olduğunu belirtiyor.

"Ey Şuayb! Ya mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız. Ya da dinimize dönersiniz." (7/88)

Peki bütün bu zulümlerle yaşayan, Allah'a İsyanda dönüş yapmayacağı belli olan kavim için Allah ne yapacaktır?

Her şeyden önce Allah bir kavmi yok yere cezalandırmaz. Bu hususta Allah şöyle diyor:

"Biz rasul göndermedikçe hiç bir kavmi yok etmeyiz." (17/15)

İnsanları kendine kulluk etsinler diye yaratan yüce Allah, arzu ettiği vakit, "Bize rasul göndermedin" dememeleri için zaman zaman rasuller göndermiş, onları bu yolla çeşitli imtihanlara sokarak denemiştir.

"Biz hangi kasabaya bir rasul gönderdikse, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır."

"Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki çoğalıp babalarımız da darlığa uğramıştı, bolluğa kavuşmuşlardı dediler." (7/94?95)

Allah'ın rasul göndererek doğru yola gelmeleri için uyardığı, bolluk ve refah içerisindeki Şuayb'ın kavmi, Allah'ı inkarda direndikleri ve onun emirlerine karşı geldikleri için helaki hak etmişlerdir.

"Kavminin inkar eden ileri gelenleri, "Şuayb 'a uyarsanız, andolsun ki siz kaybedersiniz." dediler. Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler." (7/90?91)

Oysa başlarına gelecekleri hakkında uyarılmışlardı. Eğer Allah'a isyanda direnmeselerdi Allah onlara bu azabı yollamazdı. Bu hususta Şuayb (a)'ın duası gerçekleri ortaya koyar.

"Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hak ile sen hüküm ver, sen hükmedenlerin en hayırlısısın." (7/89)

"Ey kavmim! Andolsun ki Rabbimin sözlerini size bildirdim, öğüt verdim; kafir millet için niçin üzüleyim." (7/93)

Allah'da bu gerçeği şöyle tasdik eder:

"Eğer inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarından verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları yaptıklarına karşılık yakalayıverdik." (7/96)

Kıyamete kadar baki olan Kur'an-ı Kerim, hitabettiği tüm insanlara Allah'a göre yapılması ve yapılmaması gerekli olanları belirtmiş ve insanların öğüt almalarını istemiştir.

"Dinde zorlama yoktur." Akıllara hitabeden Allah'a, kendi rızaları ile uyanlara esenlik, şu veya bu şekilde yine kendi istekleriyle gerçekleri inkar edip, emirlere isyan edenlere de ebedi azab verileceği açıklanmıştır.

Sonuçta Şuayb (a)'ın kıssası ile tüccar bir toplum olan Mekkeli Müşriklere ve Kıyamete kadar yaşayan tüm Kur'an muhataplarına alışverişlerde karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret yapılması öğütlenmiş olur. İnsanların mallarının haksızlık ve hile ile yenmemesi için uyarılır. Bu hususta karşılıklı rızayla yapılan ticaretten kalan karın, Allah'ın nezdinde gerçek, helal olan kazanç olduğu hatırlatılır.

Ticaretin yapılmadığı hiç bir toplum düşünülemeyeceğine göre; adları ne olursa olsun -sanayi toplumu, tarım toplumu- gibi tanımlamalarla kendilerini tanımlayarak, Allah'ın bu emirlerinden kaçmak demek zulümde devam edilmesi anlamına gelir ki bu hususta Allah şu hatırlatmayı yapar.

"Kasabaların halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden emin midirler?" (7/97)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR