1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Bireysel ve Toplumsal Kimliği Tanımlamada Fâsık Kavramının Anahtar Rolü

Bireysel ve Toplumsal Kimliği Tanımlamada Fâsık Kavramının Anahtar Rolü

Eylül 1996A+A-

Giriş

Fısk, "f-s-k" fiilinin mastarıdır. Fasık ise fısk'ın ismi failidir. Masdar olarak sözlük anlamı, "kabuğundan çıkmak, deliğinden çıkmak" anlamınadır. Bundan dolayı delikten çıkan fareye "füvevsık", çoğul olarak da "fevasık" denilmektedir.1

Arap dilinde önceleri insan için kullanılmayan bu kelime2 Kur'an'da sadece insan için kullanılan temel kavramlardan birisi olmuştur.

Kur'an'daki Kullanımları

Kur'an dilinde "Meleklere 'Adem'e secde edin' dediğimiz zaman hemen secde ettiler; İblis hariç Ki o, cinlerdendi ve Rabbinin emrinden fısk etti -çıktı-, (fesaka an emri Rabbih)" (Kehf /50) ayetinde açıkça görüldüğü gibi fısk; emirden, itaatten dışarı çıkmak anlamına gelmektedir. Bu muhtevaya bağlı olarak kötülük yapmak (2/59), günaha sapmak (2/197), haram kılınanı işlemek (5/31, yol (hidayet)dan çıkmak (7/163-165) gibi anlamlarda da kullanılmaktadır. Kur'an'da Allah'ın koyduğu sınırlar dışına çıkan her insan (kafir, müşrik, münafık, facir, ehl-i kitap vd.) fasık olarak nitelendirilir.

"Andolsun şano apaçık ayetler gönderdik. Onları fa-sıklardan başkası inkar etmez." (Bakara,2/ 99) ayeti kafirlerin fasık olduğunu belirtmektedir.3

Tevbe Suresi'nin 67. ayetinde de münafıklar için fasık tanımlaması yapılıyor. "Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirindendir. Kötülüğü emreder iyilikten menederler ve ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular O da onları unuttu. Münafıklar; işte onlar fasıkların ta kendileridir." (Tevbe, 9/67)4

Ehl-i kitapla ilgili bir ayet olan Maide Suresi'nin 47. ayeti de bu çerçevede zikredilebilir. İncil sahipleri Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işle onlar fasıklardır."(Maide, 5/47)5

İlgili ayetlere bakıldığı zaman fısk ve fasık ifadeleri inanmayan İnsanların eylemleri tanımlanırken kullanılmaktadır. Kur'an'ın hiçbir yerinde müminleri fasık, eylemlerini de fısk olarak tanımayan her hangi bir ayet bulunmamaktadır.6

Zaten "Hiç mü'min bir kimse fasık biri gibi olur mu? Bunlar elbette bir olmaz." (Secde, 32/18) ayeti mü'min ve fasık kategorilerinin birbirinin tamamen karşılı olduklarını açıkça beyan etmektedir.

Fasıkların akıbetleri ile ilgili olarak beyan edilen ayetler de bu kategorik karşıtlığı teyid etmektedir. Bir toplumun helak edilebilmesi için oranın varlıklı ileri gelenlerinin (mütref) orada fısk işlemeleri gerektiği (İsra, 17/16) ifade edilirken ahiretteki durumları da: "Fasıkların barınakları ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isteseler yine oraya geri döndürülürler ve onlara yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın" (Secde, 32/20) denileceği bizlere bildirilmektedir.

Hülâsa edersek; Kur'an-ı Kerim fâsık kavramını en genel ifadesiyle, hidayet kavramının karşıtı bir anlamda bizlere sunuyor7. Bu konuyu en açık örneklendiren ayetlerden birisi Hadid Sûresi'nin 26. ayetidir: "Andolsun, Nuh'u ve İbrahim'i de rasul olarak gönderdik. Nübüvveti ve Kitab'ı bunların soyları arasına koyduk. Onlardan hidayet üzere olanlar da vardır, ama onların çoğu fâsıklardandırlar".

Ayette açıkça görüldüğü gibi fasıklar, hidayet üzere olanların tam karşıtı olarak adlandırılıyor. Bu tanım, Kur'an'da kullanılan fasık ve fısk ifadelerinin en genel çerçevesini bizlere sunmaktadır.

Tarihsel Olarak Kullanımı

Fısk ve fasık ifadelen Kur'an'da bu şekilde tanımlandığı halde, kelâmı ekoller ve itikadi mezhepler kavramı nasıl tanımlıyorlar? Şimdi de kısaca buna değinelim:

Kelam ilminde fasık terimine yönelik tartışmalar Hicri II. (M. VIII) yüzyılın başlarına kadar uzanır ve ö/ellikle dini statüleri açısından fasıkların durumu "vaidü'l-füssak" başlığı altında incelenir Fasık kavramı etrafındaki tartışmaların müslümanlar arasında ihtilafa konu teşkil eden ilk problemlerden olduğu kabul edilir.8

İlk defa Mu'tezile'nin kurucusu Vasıl b. Ata büyük günahı işleyen mü'minin iman çerçevesinin dışına çıktığını, fakat tasdik ve ikrar rükunlarını koruduğu için kafir statüsüne girmeyip imanla küfür orasında yer alan fısk mertebesinde bulunduğunu ileri sürmüştür Mutezile'ye göre fasıkın dini durumunu "menzile beyne'l-menzileteyn" ilkesi belirler. Bu ilkeye göre kişi ya kafir, ya mü'min veya ne mü'min, ne de kafir olup imanla küfür arasında bir yerdedir, bu üçüncü durumda olan kimseye fasık denir.

Mu'tezile'nin çoğunluğu fasıkın mü'min olmadığına dair pek çok delil ileri sürmüştür. Buna göre ayetlerde mü'minle fasıkın eşit olmadığı ve fasıkların cehenneme gireceği (es-Secde, 32/18, 20), Allah'ın koyduğu sınırların dışına çıkanların cehenneme atılacağı, dolayısıyla fasıklarında bu sınırları aştığı (Nisa, 4/14), fasıkları da kapsamına alan mücrimlerin cehennem azabında kalacakları (Zuhruf, 43/74) bildirilerek fasıklar "vaid"e konu teşkil etmişlerdir9.

'Va'd' ayetleri ise sadece mü'minleri kapsamına almış, yaptıkları günahlar iyiliklerini yok ettiğinden fasıldan kapsam dışında bırakmış ve sonuçta tevbe etmedikçe onların affedilmeyeceğine İşaret edilmiştir." (Nisa, 4/31)

Hariciler ise büyük günah işleyen herkesi fasık, her fasıkın da kafir olduğunu iler sürerler10. "Artık bundan sonra kim inkâr ederse işte onlar fasıklardır."(Nur, 24/55), "Münafıklar kısıklardır' (Tevbe, 9/671, "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kafirlerdir... fasıklardır." (Maide, 5/44-47) mealindeki ayetlerde her fasıkın kafir olduğu belirtilmiştir.

Şia'ya göre, fasık nefsani arzularını tatmin amacıyla büyük günah işleyen kimsedir. Fasık, dinin emir ve yasaklarını hafife alacak derecede günaha dalar, açıkça fışkını izhar ederse o zaman kafir olur.

Mürcie'ye göre büyük günah işleyen mü'mine mutlak manada olmasa da fasık denilebilir. İmanın mahiyeti tasdikten ibaret olduğuna göre fasık mü'minin imanı eksik değil tamdır.

Selefiye alimleri fısk ve fasık terimlerini benzer şekillerde tarif etmekle birlikte farklı görüşler ileri sürenler de olmuştur Mesela, İbn Hazm, fışkı mü'minin farzları terkedip kötü ameller, işlemesi diye tarif etmiştir. O imanın farklı mânâlar İçin kullanılan bir terim olduğunu düşünür. Buna göre küfrün zıddına da fışkın zıddına da iman denir. Büyük günah işleyen kimse amel manasındaki imanın zıddı olan fıska düşmüş sayılır, Küçük günahlar ise fısk kapsamına dahil değildir. Dolayısıyla fısk ile küfür farklı muhtevalara sahiptir. O'na göre fasık olan mü'min, kâmil olmayan bir mü'mindir11.

Fasık ve fısk terimlerinin tarifleriyle kapsamları konusunda bazı farklı görüşler benimsemelerine rağmen hemen bütün Ehl-i Sünnet alimleri ehli kıbleden olan fasıkın mü'min olduğu noktasında hemen hemen ittifak etmişlerdir. Sünni alimleri, bu görüşlerini, nasslarda şirk ve inkar dışındaki günahların imanı yok ettiğinin bildirilmemesi, bazı ayetlerde fısk ile eş anlamlı olan zulmü (günah) Allah'ın affedeceğinin açıklanması (Rad, 13/6), fısk İçinde müteala edilen günahları İşleyenlerden mü'min adının kaldırılmaması (Hucurat, 49/9), mü'minlerin salih olan, salih olmayan gruplara ayrılması (Talak, 65/2; Tahrim, 66/4) gibi delilleriyle temellendirmektedirier12.

Genel Değerlendirme

Bütün bu iddialardan ve malumattan çıkarılması gereken sonuçlar olmalıdır. En azından şu soruya cevap aramak gerektiğini düşünmeliyiz: Aynı kaynakta belirlenmiş olan ilkelere, nasslara iman etme iddiası taşıyan insanlar arasında bu kadar görüş farklılığı nasıl oluşmuştur? Nasıl oluyor da, yazılı ve de aynı metinden oluşan kaynağa sahip insanlar, belli bir ilahi bildirimden birbirinden farklı, çoğu kez de birbirine karşıt sonuçlar elde ediyor ve tezler ileri sürüyorlar?

Bilindiği gibi, her din bizzat kendisini tarif eder ve kendisine mensubiyet iddiasında bulunacak olan insanların sahip olmaları gereken vasıfları sıralar. Bu tanım, müslümanlar açısından korunmuş bir kitapta (Kur'an'da) daha bir ayrıntılı olarak verilir. Mesela, inanan insanda olması gereken vasıflar ayrıntılı olarak belirtildiği gibi, inanmayanlar kategorisinde yer alan (kafir, müşrik, münafık, fasık, zalim.vb.) insanların vasıfları da ayrıntılı olarak bizlere bildirilmektedir. Bu durumda, kendisinin müslüman olduğunu beyan eden insanların ve onların mensup oldukları bazı akımların birçok noktada Kur'an'a muhalif bir söylemi ifade ettikleri görülmektedir.

Beyanlarımızdan anlaşılacağı gibi, fısk ve fasık konusundaki Kur'ani netlik ve açıklık daha sonraki dönemlerde yerini karmaşaya ve kapalılığa bırakmıştır. Artık fasık kavramı, inanmayan insan tipolojisini değil, inananları(!) tanımlamada kullanılır olmuştur. En genel ifadesiyle fasık, inancı olduğu halde bunu müsbet ya da menfi olarak eylemlerinde/amellerinde göstermeyen insan olarak tanımlanır olmuştur. Yani, bu ekollerin/mezheplerin çoğunluğuna göre fısk genelleştirilmiş bir ifadeyle söylersek "İmandan çıkarmayan yasaklamış eylemler" anlamına gelmektedir.

Peki, fasık kavramı böylesine bir anlam değişikliğine niçin uğramıştı ve hangi şartların sonucuydu bu ekoller?

Rasulullah'ın (s) vefatını izleyen saatlerde yerine geçerek halife olacak ve müslüman toplumun yöneticiliğini üstlenecek kişi konusunda ihtilaf çıktı. Bu ihtilaf durumu hemen her dönemde çeşitli tartışmalara neden oldu. Özellikle Hz. Ali'nin hilafet dönemi bu tartışmaların en yoğun olduğu ve Cemel ile Sıffin olaylarının yaşanan ihtilaflar sonucu meydana geldiği bilinmektedir.

Kuşkusuz bu siyasal çekişme ve mücadeleler uzun bir zaman geçmeden kendilerini ifade edecek fikri ve jeolojik formlar bulmakta gecikmedi. Henüz bu erken dönemde yabancı kültür ve felsefeler müslümanların düşünce hayatına iyiden iyiye girmemişse bile, İslam toplumunda geniş bir yelpaze üzerinde yer alan ve giderek farklılaşma eğilimi taşıyan unsurlar, kendi özel konumlarını İslami (dini) bir terminolojiyle destekleme girişimine çoktan girmiştiler13.

Yine bu dönemde Rasulullah'ın döneminden farklı olarak müslüman olduklarını söyleyen ama amel planında Allah'ın emirlerini yerine getirmeyen, yasaklarından kaçınmayan insan tipi yaygınlaşmaya başlamıştı. Özellikle bu tür insanların siyasi otoriteyi de ele geçirmeleriyle hilafetin saltanata dönüştüğü, hak ve adalet üzere olması gereken idare yerine, haksızlık, zulüm ve baskının egemen olduğu bir düzen ortaya çıktı. Buna rağmen, bu düzenin siyasi otoriteleri olan halife sultanlar hala kendilerini müslüman olarak tanımlıyorlardı. Bu durumda çeşitli sorular doğal olarak gündem oluşturmaya başlayacaktı.

Büyük günah (kebire) işleyenin durumu ne olacaktı? Bu insanlar mü'min mi yoksa kafir mi idiler? Yoksa başka bir kategoride mi değerlendirilmeliydiler?

Bu insanlar hem müslüman olduklarını beyan ediyor, hem de durmadan günah işliyorlardı. Allah'ın bazı emirlerini yerine getirirken birçoğunu yerine getirmiyorlardı. Keza Allah'ın bazı yasaklarından kaçınırlarken birçoğunu alenen işliyorlardı. Sefahat içinde yaşadıkları halde, Allah'ın Halifesi olma iddiasıyla kendilerini idare eden bu insanlara bir tanım yapılmalıydı. Bunlara kafir ya da münafık denirse tüm müslümanların bu yöneticilere karşı başkaldırmaları gerekirdi, işte bu sırada fasık kavramı, Kur'ani muhtevadan soyutlanıp amelsiz ve günahkar müslüman anlamı yüklenerek kullanılır oldu.

Artık zevk ve sefa içinde yaşayan, Hak yerine zulüm ile idare eden yöneticiler fasıktılar, ama kafir değildiler. Fıkıhtaki, "imam fasık da olsa arkasında namaz kılınır" türünden hükümler bu anlayışın ürünüdür. Bu arada, bir kimsenin arkasından namaz kılmanın o kimsenin siyasi otoritesinin meşruiyetini de kabul etme gibi bir anlamında, olduğu hatırlanmalıdır.

Bu anlayış iman ile amel arasındaki Kur'an'daki kopmaz bağın da koparılmasına, iman ve amelin birbirinden bağımsız, ayrı şeyler olduğu sonucuna götürüyordu. Artık bir kimsenin müslüman olabilmesi için kalp ile tasdik, bilemediniz bir de dil ile ikrar etmesi yetiyordu14. Bu çıkarımın anlamı ise, var olan fâsık idareciye ve fıska dayalı düzene meşruiyet atfetmekten başka bir şey değildir.

Sonuç

Kendisinin mü'min olduğunu beyan eden insanların muhkem olan Kur'an ellerinde mevcut iken bile büyük bir karmaşa ve sapma yaşadıkları, özetlemeye çalıştığımız bu tarihsel verilerden de anlaşılmaktadır. Kur'an'ın sunduğu ilahi mesajı doğru algılamamızın önündeki en ciddi sorunlardan biri, zihinlerimizi bulandıran, akl-ı selimimize ön yargılar yükleyen bu geleneksel tarihsel İslam kültürüdür. Diğeri de modernizmin egemen oluşu ile yaygınlaşan egemen Batı düşüncesinin verileridir denilebilir.

Çevremizdeki kitleler içerisinde bize yakın görünen muhafazakar dindar kesim büyük ölçüde bu tarihsel İslam kültüründen beslenmektedir. Bu kültürün egemen karakteri ise "fısk"ı içselleştirmiş olmasıdır. Burada kullandığımız fısk ifadesi geleneksel kesimlerce de kullanılmaktadır. Fakat, geleneğin kullandığı "fısk" İslam'ın dışında olmayı gerektirmeyen bir çerçeveyi ifade ediyor. Bu anlayışın yansıması olarak temel dini değerlerinden tutun da, toplumu, sistemi, tarihi ve yaşanılan her sosyal olguyu ve zemini değerlendirmeye dek bütün İslam-dışılığa dini bir meşruiyet alanı açılmaktadır. Bu yüzdendir ki bu kesimler İçerisinde yer aldığımız toplumu müslüman bir toplum, sistemi de İslami ve meşru bir sistem olarak değerlendirebiliyor ve uygulamalarını da sahiplenebiliyorlar. Evrensel istikbarın alanını genişletip toplumsal kesimlere "fısk"ın bütün türevlerini aşılamada aktif rol üstlenen zevata ve kurumlara sahip çıkan bu insanların durumu tam bir ibret levhasıdır. Zira şeyhlere ve Hoca efendilere göre bu zevat, ameli olarak zaaflar taşısa da samimi birer müslüman olabilirler. Bu kurumlar da, her türlü fışkına karşın yine de bizim kurumlarımızdır. Keza, mü'minler de dahil olmak üzere her tür sistem-dışı unsurlara işkence yapan polisler de bu "fasık" ama "bizim" olan meşru devletin bekası için çalışan görevlilerdir.

Örnekleri çoğaltmak mümkünse de meramımızı ifade etmek için bu örnek kifâyet eder.

Mesele, esasen "Kur'ani bir kalkışla olayları anlamaya ve değerlendirmeye çalışmakla başlayıp, vahiyden yana tercih kullanarak topyekün bir "şahitliği üstlenmek" meselesidir. Meseleye bu şekilde yaklaşmayan İnsanlar "fısk"ın şu veya bu rengi ile yoğrulmaktan kurtulamayacaktırlar.

"Fasıkların barınakları ise ateştir..."(Secde, 32/20)

Dipnotlar:

1- Elmalılı Hamdi Yazır. Hak Dini Kur'an Dili, C.1 sy. 282-283

2- Abdurrahim Fevede, Min Ma'ani'l,Kur'an sy. 91 den aktaran Süleyman KÖKSÖY. Fısk ve Fasık, Kalem Dergisi, Ekim-Kasım'88, s. 8

3- Bkz. Tevbe, 9/80. 53, 54, 55

4- Bkz. Tevbe, 9/8,80

5- Bz. Maide,5/81; Al-i İmran, 3/110

6- Bkz. Bakanı, 2/27, 99; Maide, 5/47: Hucurat, 49/6 vb.

7- Bkz. 7/163-165; 9/24; 57/26 vd.

8- İbn Teymiyye, II. 182'dcn aktaran TDV. İslam ansiklopedisi, Fasık Md..c. 12, sy. 202

9- Toshihiko İZUTSU, Ulam Düşüncesinde İman Kavramı. sy.53-54

10- T. İZUTSU, age., sy. 56-57

11- (el-Fasl, III, 255. 274, 279. 280'den aktaran Y. Ş. Yavuz, TDVİA, Fasık Md. c. 12, sy. 203)

12- Yusuf Şevki Yavuz, TDVİA, Fasık Md. C. 12, sy. 204

13- Ali Bulaç, İslam Düşüncesinde Din Felsefe, Akıl Vahiy İlişkisi. Beyan Yay. sy. 80

14- Süleyman KÖKSÖY, Fısk ve Fasık, Kulem Dergisi c. 1, Ekim-Kasım '88, sv. 9

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR