1. YAZARLAR

  2. Merve Ayar

  3. Bir Avuç Mü’min Kanat Açtı Uzak Diyarlara

Bir Avuç Mü’min Kanat Açtı Uzak Diyarlara

Haziran 2010A+A-

Bir kuş vuruldu tam göğsünden, düştü cansız bedeni yere. Öyle masum ve öyle güzel kana bulanmış beyaz kanatları, açık kalakalmıştı gökyüzüne doğru... Yeryüzü ne çok acılara tanıklık etti, gökyüzü ağladı, gözyaşları temizleyemedi akıtılan kanları. Dul kalmış kadınlar, yetim çocuklar; eşini, çocuğunu koruyamamanın ağır yükü ile çöktü erkeklerin omuzları. Açlığa, susuzluğa alışkındı bedenlerimiz; her yıl bir ay provasını yapıyorduk Allah için. Dik durmaya alışkındı başımız, yalnız Allah için eğilirdi günde beş vakit. Bu sayede öğrendik aç olup onurlu olmayı, işkence görüp dik kalmayı. Korkusuzluğu öğrendik yalnız Allah’tan korkarken, umudu öğrendik avuç açıp yalvarırken. Namazda tahiyyatı okurken yalnızlığı hiç yaşamadık, binlerce mü’min dostumuza selamlar gönderdik nebi ile beraber.

Bir avuç mü’min kanat açtı uzak diyarlara, mü’min kardeşlerinin yaralarını sarmaya; yürekleri kıpır kıpır, sevinç ve heyecanla. Dualar edildi, arkalarından sular dökülmedi, su onları takip etti. Bir kısmı ahitlerinin gereği yola düşmüş, bir kısmı arkada beklemekteydi. Bekleyenlerin meleklerle beraber gece vakti duaları yükseldi göğe: “Allah’ım üzerlerine sükûnet indir, ayaklarını sabit kıl, denizi onlar için sıcak bir ana kucağı kıl. Senin rızanı gözeterek mü’min elleri tutmaya giden kardeşlerimin ellerini mukim kıl, kadim dostluklara kapı aç, merhamet et ya Rabbi!”

Sabah vakti kanlı eller kuşların masumiyetine yöneldi, bedenlerimiz sıçradı, rahat yatağımızdan koştuk ekran başına dualar ve gözyaşlarıyla. Allah’ım bu nasıl acı, yüreğimizin en derinine oturdu.  Mü’min kardeşlerimiz orada sıkıntı ve acı içindeyken, Allah için canlarını verirken, mü’min olmanın onurunu kanları ile Allah’a sunarken geride kalanların bir şey yapamaması, onlardan haber alamaması... “Allah’ım sen kahreyle İsrail’i; bizim ellerimizle, bizim çabalarımızla, bizim öfkemizle!”

Meydanlar doldu, tekbirlerle çınladı bulvarlar, caddeler, Siyonist konsolosluğun önü. Nefret İsrail’e, öfke İsrail’e, dualar mü’min kardeşlerimize. Dualar ettik hep bir ağızdan, gönülden; hangi dilden, hangi ırktan, hangi mezhepten olursa olsun mazlumlardan yana ve müstekbirlere karşı olan bütün arkadaşlara.

Şehit haberleri düştü günlüğüme gözyaşları eşliğinde. Bir bir isimler okundu, hep bir ağızdan “Burada!” diye haykırdık. Hepimiz gönüllüyüz Allah için kendimizi feda etmeye. Şehit aileleri, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız için sabırlar diledik Rabbimizden çekecekleri hasretler için, geride kalmanın hüznünü gidermek için. Yüreklerindeki acıyı zalim güçlere karşı öfkeye dönüştürmesi için Rabbimizden hep beraber niyazlarda bulunduk. Bakara Suresinden 155, 156 ve 157. ayetleri okuduk, hatırlattık “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” demeyi. Şehitlerin bereketi ulaştı dünyanın dört bir yanına, kanları ile yazıldı “Allahu Ekber” ve “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer inanıyorsanız üstün gelecek olan sizlersiniz!” ayetleri. Asırlar boyunca Allah için feda olanlar geldi gözlerimizin önüne… Kerbela’da, ey Hüseyin! Sen de yola çıkmıştın Allah için; hain eller seni kılıçları ile parçaladılar; kan ile yazılan mesajın asırlar öncesinden bizlere kadar ulaştı. Bir ışık huzmesi olarak Cevdet’e, Necdet’e, Cengizlere, Furkan’a, Çetin’e, Fahri’ye, Ali Haydar’a ve İbrahim’e ulaştı. Daha önce o ışık şehit gibi yaşayan mü’minlerden hangisinin üzerine yayılmadı ki… Abbas Musavi, Yahya Ayaş, Fethi Şikaki, Ahmed Yasin, Rantisi, Bahattin Yıldız ve daha niceleri. Selam olsun kanları ile tarihe tanıklık eden, zulme karşı duran yiğit mü’minlere!

Allah’ım şimdi dua ediyoruz… Mü’min kardeşlerimizle birbirimizi uyarıyoruz: Kardeşlerim öfkenizi diri tutun, direngenliğinizi diri tutun. İlle de kan dökülmesi mi, şehit vermek mi gerekir, meydanları doldurmak için? Zulme, baskıya, Allah’ın dinine savaş açanlara karşı ne zaman bir yumruk, bir nefes gibi olacağız hep birlikte? Yeniden 31 Mayısları mı bekleyeceğiz bugünden sonra kaynatılmış kurşun gibi olmak için? İsrail’in kanlı baskın ve saldırılarını mı bekleyeceğiz meydanları doldurmak için? Filistin, Afganistan, Çeçenistan ve nice beldelerde zulüm altında değil mi mazlum ve mağdur kardeşlerimiz? Yasaklar senelerdir bizi çepeçevre kuşatmamış mıdır? Zulmü sadece bombalar ve kurşunlanmış bedenler olarak anlamak ne kadar doğru? Hiçbir zaman zulüm sadece silah ve kurşun olmamıştır oysa. Zulüm bazen genç bir kızın başörtüsü ile okuluna girememesi, imam hatipli bir kızın Milli Güvenlik Dersinden atılması, her gün çocuklarımıza ant ve sembollerle şirk koşturulması olduğu gibi, zulüm bazen mü’min kardeşini haklı davasında yalnız bırakmak ve maslahat gerekçesine sığınarak kardeşine sırtını dönmektir. “İsrail’den izin alınmalıydı!”, “Onlar siyasiydi!” gibi laflarla ortalığı bulandırarak, şehit ailelerinin kalbine hançer saplamaktır bazen zulüm.

“…Bir kısmı şehitlerden olarak ahdini yerine getirdi, bir kısmı da beklemektedir.” ayetini bir dahaki gemide İsrail askerleri tarafından vurulmak olarak algılamak ne derece doğrudur? “Beklemek” lafzı, içerisinde direngen bir şahitliğe vurgu yapar. Nasıl bir intizar/bekleyiş? Her türlü hazırlık, çaba, ubudiyet, mücadele ile beraber bir intizar... Böyle bir intizarı yaşamsallaştırabilirsek, zulme karşı öfkemizi diri tutabilirsek o zaman ölümümüz anlam kazanacaktır. Nerede, ne şekilde olduğu ise önemli değildir.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR