1. YAZARLAR

  2. Kenan Alpay

  3. Asker Gölgesinde Siyasetin Çözümsüzlüğü

Asker Gölgesinde Siyasetin Çözümsüzlüğü

Mayıs 2009A+A-

Org. İlker Başbuğ’un kamuoyunda saflaşmaları netleştirecek kadar derin ve geniş konular üzerine vaaz-ı nasihatler etiği süreçte Başbakan Erdoğan’ın kimi zaman suskun kimi zaman da askerin siyaset üzerindeki blokajını görmezden gelip Hükümet’in iktisadi tedbirleri üzerine medya ve CHP ile polemiklere girdiği bir dönemi yaşıyoruz. Başbakan Erdoğan’ın siyasi konularda tutuk hatta TSK’nın görüşleri ile paralelleşen muhafazakâr bir çizgide hükümet etmesi Ergenekon operasyonlarına rağmen kamuoyunda ciddi bir destek kaybına yol açtı. 29 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’nin giderek artan “kimliksiz siyaset” yapma ısrarı toplum nezdinde itibar kaybını hızlandırdı. Kürt bölgelerini DTP’ye, laik ve modern bölgeleri CHP’ye, kırsal muhafazakâr bölgeleri MHP’ye kaptıran AK Parti Hükümeti, seçimler sonrasında henüz kendini toparlayabilmiş gözükmüyor.

Hükümet’in dağınık hatta giderek askeri bürokrasinin gölgesi altında kalan görüntüsü ile enflasyonun kontrol altına alınması, küresel sermayenin yatırımlarını teşvik, borsanın daha istikrarlı hale getirilmesi gibi iktisadi konularda görece başarılar elde etme ihtimali olsa da laiklik, Kürt sorunu, silahlı bürokrasinin ağırlığı vs gibi alanlarda statükoyu sürdürme siyasetini çıkış olarak görüp giderek bataklığa saplandığını söyleyebiliriz. İktisadi alanlarda liberal, siyasi ve toplumsal konularda muhafazakâr-statükocu yaklaşım hem hükümet partisi olarak AK Parti’yi silahlı bürokrasi karşısında edilgenleştiriyor hem de on yıllardır sürüp giden sorunları daha da içinden çıkılmaz bir hale sokuyor.

Tamamı hükümet politikaları ile belirlenebilecek sorunlara dair Genelkurmay Başkanı olarak Org. Başbuğ’un yön ve sınırlar çizmesi ve üstelik bunu belirli periyotlar halinde TV kanalları üzerinden canlı yayında deklare etmesi karşısında hiçbir itiraz yükseltemeyen Başbakan’ın sürekli hedef küçülten, ufuk daraltan bir tarza yönelmesi “Türkiye’deki siyasi ve idari değişimlerin mahiyeti nedir, failleri kimdir?” konusunu her zaman daha ciddi bir şekilde tartışmaların merkezine oturtuyor.

Üniforma, Panzer ve Dipçik Siyaseti ile Nereye?

Anayasa Mahkemesi’nin her zaman kapatılması istemi ile gündeminde tuttuğu Kürt ulusalcı siyasetinin şimdilik son partisi olan Demokratik Toplum Partisi'nin Anayasa Mahkemesi'nde süren kapatma davasına paralel olarak çok sayıda DTP yöneticisinin "terör örgütü" ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklanması özellikle bölge illerinde tansiyonu artırdı. Her ne kadar AK Parti “Kürt halkının da gerçek temsilcisi benim!” propagandası ile PKK ve DTP’nin Kürt halkı üzerinde hiçbir temsil özelliğinin olmadığını; Diyarbakır, Batman, Tunceli gibi sembol belediyelerin idaresini ele alarak göstermek için bütün imkanlarını seferber ettiyse de kimliksiz hizmet siyasetini bölge halkı reddetti. 29 Mart yerel seçimleri sonrasında gerçekleştirilen seçimlerde DTP özellikle iktidardaki AK Parti karşısında önemli bir başarı elde etmiş, neredeyse bölgenin tamamında "Hükümet Partisi"ni ezici bir farkla mağlup etmişti.

Yerel seçimlerde ortaya çıkan tablo AK Parti Hükümeti'nin "kimlik siyaseti"ni dışlayan, hatta yok etmeye azmetmiş planlarını açıkça geçersiz kıldı. Bir taraftan TRT Şeş gibi olumlu ama yetersiz adımları atan diğer taraftan Türk ulusalcı söylem ve sembollerini ülke genelinde daha sık ve ısrarlı olarak kullanan Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorununa çözüm arayışlarının ne kadar gerçekçi olduğunun anlaşılması açısından yerel seçim sonuçları da önemli bir gösterge olacaktır.

Kürt sorununa, TSK'nın gölgesi altında ve ulus devletin resmi ideolojisi çerçevesinde tek tipleştirici, bir örnekleştirici perspektifi ile çözüm aramaya çalışan Hükümet'in durumu çıkmaz sokakta, çözümsüzlükte ısrar etmek anlamına gelmekte. Kürt toplumunu diliyle, tarihiyle, siyasetiyle ancak resmi ideolojinin sınırlarına riayet etmeleri şartıyla kabul etmek bir lütuf, bir açılım veya kardeşlik ortamının tesisi için fedakârlık yapmak anlamına gelmediğinin görülmüş olması gerekir. Başbakan Erdoğan'ın bütün seçim çalışmalarında meydanlardaki kalabalığa bir yemin/ant olarak tekrarlatıp sadakat istediği "Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Vatan…" sloganları olsa olsa Türk milliyetçiliğini azdırmakta ve Kürt sorununu daha derin bir çözümsüzlüğe doğru sürüklemektedir.

Toplum tabii ki hizmet istiyor, refah seviyesinin artmasını, yoksulluğun son bulmasını istiyor. Ancak bütün bunlardan önce kimliğine, onuruna, siyasi tercihine saygı bekliyor. Bir toplumun kimliğini ve siyasi tercihini hizmet karşılığı terk etmesini teklif etmek, teklifin reddine tehditle ve şiddetle muamele etmek adalet ve ahlak sınırlarını çiğnemek anlamına gelir. Hükümetin siyasi ve ekonomik imkanları bir toplumu terbiye etmek, hizaya sokmak için tedavüle sokması ve bununla beraber klişeleşmiş statükocu söylemleri tekrarlaması sorunu derinleştirecektir.

Siyasi iradeyi temsilen AK Parti Hükümeti'nin ve Başbakan Erdoğan'ın yerel seçimler sonrasında Kürt sorununa ilişkin TSK'nın gölgesi altında kaldığını ispatlayan en iyi gösterge Org. Başbuğ'un açıklamaları ile kamuoyunu hizaya sokma girişimlerine karşı en ufak bir itirazın gelmeyişidir. Org. Başbuğ'un laiklikten dinin toplum içerisindeki yerine, Türk kimliğinin sınırından Kürt sorununun çözümüne değin bütün siyasal ve toplumsal alanlara "bilimsel" birkaç atıfla sınır çizmeye kalkışmasını Hükümet ve diğer siyasi partiler adeta bilimsel bir makaleyi dinler gibi uysal ve itaatkâr bir şekilde dinlemekte bir beis görmediler. Tersine TSK'nın geleneksel otoriter ve totaliter tarzında Org. Başbuğ'un yumuşak ve akademik bir değişim meydana getirdiğine dair analizler ve memnuniyetler ifade edildi. Henüz konuşmasının etkisi kamuoyundaki etkisini korurken Org. Başbuğ'un, yanına Kuvvet Komutanlarını da alıp Diyarbakır'da "halkla kucaklaşması, Kürtçe mesajlara sıcak yaklaşması, el öptürmesi" vs gibi imaj çalışmalarıyla askerin siyaset ve toplum üzerindeki gölgesini koyulaştırma girişimlerine hız verildi.

Hükümetin/siyasetin susup askerin gölgesi altında kaldığı, TSK'nın Ergenekon operasyonlarında gözaltına alınan darbecilere resmen kol kanat gerip laiklik ve Kürt sorunu başta olmak üzere tüm siyasal ve toplumsal sorunların Kemalizm'in öngördüğü/dayattığı sınırları tekrar eden duruşu, gerilimi de şiddeti de artıran en önemli husustur. Bunun en önemli göstergelerinden biri de Hakkari'de DTP'nin kapatılmasını protesto edenlere karşı polisin müdahale şeklidir. Panzerlerle, göz yaşartıcı bombalarla ve nihayet dipçiklerle çözüm aramak sadece beyhude değil aynı zamanda akılsızca, acımasızca bir siyasettir. 14 yaşındaki Seyfi Turan'ın Özel Harekât polisi tarafından öldüresiye dipçiklenmesi, fevri ve ferdi bir görev suiistimali değildir maalesef. Sokak aralarında basınçlı suyla ıslatacak adam kovalayan panzerler, yakaladıkları çocukları dipçik darbeleriyle yere seren Özel Harekâtçılar sadece zulüm ve düşmanlık trendini yükseltmektedir.

İnsanca çözüm ise; militarist siyasetten, resmi ideoloji adındaki deli gömleğini topluma giydirme ısrarından ve Türk kimliği dışındaki diğer kimliklere düşmanlık etmeyi marifet sayan Devlet ve Hükümet politikalarından vazgeçmekle başlar. İnsanca çözüm için ilk adım olarak askerin gölgesi altında, resmi ideolojiye makyaj kabilinden bazı değişiklikler yapıp yeniden üreten muhafazakâr hizmet siyasetini terk etmek olmalıdır. Genelkurmay Başkanı’nın mutat toplantılarla medya üzerinden topluma ve siyasete brifing verdiği bir vasat, Hükümet’in pasifizmini, inisiyatifsizliğini ve daha genelde çözümsüzlüğünü işaretler.

Türk ulusalcı siyasetini tırmandırmanın sadece ve sadece Kürt ulusalcı siyasetini de tırmandırmak anlamına geleceği açıktır. Ne kadar çok Kemalizm o kadar çok Öcalanizm anlamına gelecektir. Resmi ideolojiyi muhafaza için silah kullanmayı çözüm üretme aracı olarak tek yol benimseyen bir anlayışa fırsat tanıyan siyasi basiret ve irade yoksunluğu toplumu temsil etmekten de toplumsal adaleti tesisten de geçen her gün uzaklaşmaktadır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR