1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. 7 Haziran Düğümü 1 Kasım’da Çözülür mü?

7 Haziran Düğümü 1 Kasım’da Çözülür mü?

Eylül 2015A+A-

Halkın iradesini, siyasi tercihlerini yansıtmak üzere düzenli olarak yapılan seçimlerin genelde siyasal belirsizliklerin giderilmesine, tıkanıklıkların aşılmasına katkıda bulunacağı düşünülür ama istisna kabilinden de olsa mevcut konjonktürde bir düğümlenmeye yol açması durumu da söz konusu olabilmektedir.

7 Haziran seçimleri işte tam da bu manada bir kördüğüm ortaya çıkarmış, mevcut iktidarın düşmesi sonucunu doğurmakla birlikte, yeni bir iktidar seçeneği üretmeyerek bir tıkanıklığa yol açmıştır. Şimdi yeni bir seçimle aşılması düşünülen söz konusu tıkanıklığın kimin eseri olduğu, kimden kaynaklandığı tartışmalarının 1 Kasım’da yapılması planlanan yeni seçimin en temel kampanya konusu olacağı rahatlıkla görülebilmektedir.

Uzlaşma Zorluğu Partisel Kaprislerin Değil, Kutuplaşma Olgusunun Sonucudur!

Aslında mevcut tıkanıklıktan ötürü kimin eleştirilmesi, sorumlu tutulması gerektiğine dair tartışmalar pek bir anlam ifade etmemektedir. Elbette 7 Haziran seçimleri neticesinde Meclis’e girebilen 4 partinin de kendi politik tutumlarının bu duruma katkı sağlamış olabileceği, dolayısıyla her birinin az ya da çok sorumlu tutulabileceği söylenebilir ama mesele özü itibariyle buradan kaynaklanmıyor. Konunun temelinde siyasal kutuplaşma olgusu, siyasi partilerin politik çizgilerinin ve daha önemlisi de temsil ettikleri toplumsal tabanın farklılaşan, birbiriyle çelişen konumlanışları ve talepleri yatmakta.

Türkiye on yıllardır derin kutuplaşma olgusunun hüküm sürdüğü bir ülke ve toplumsal tabanda yaşanan bu durum siyasi arenaya doğrudan yansımakta. Dolayısıyla koalisyon kurmanın erdemine, faziletine dair sıralanan bir dizi cümlenin sadece siyasi partiler düzleminde değil, halk nezdinde de genelde somut bir karşılığı yok. Hele hele “Halk koalisyon istedi, hadi ne duruyorsunuz?!” türünden çağrılarsa hepten anlamsız klişeler olmaktan öteye gitmiyor.

Şüphesiz tek seçenek olma durumu söz konusu olduğunda koalisyon, bir biçimde iktidarda olmayı tercih eden partiler açısından mecburen başvurulabilecek bir yöntemdir ama farklı seçeneklerin mevcudiyeti söz konusuysa aralarında derin görüş ayrılıkları bulunan partilerin birbirleriyle koalisyona sıcak bakmalarını beklemek gerçekçi de anlamlı da değildir.

Türkiye’nin yeniden bir seçime doğru gidiyor olduğunun anlaşıldığı andan itibaren AK Parti aleyhine dillendirilmeye başlanan ve bilhassa da Erdoğan’ı hedef tahtasına oturtan “koalisyon ihtimalini engelleyip, ülkeyi seçime zorlama” suçlamasına gelince, bunun tipik bir politik kurnazlık tutumu olduğu açıktır.

Çizilmek istenen imaj nettir: Mevcut iktidar, halkın iradesini yok sayan ve seçim sonuçlarını beğenmeyen; bir dizi koalisyon seçeneği var olmasına rağmen, hepsini engelleyen ve ülkeyi seçime götüren, üstelik bunun için elini güçlendirme hesabıyla ülkeyi savaş ortamına sürüklemekten de çekinmeyen, 12 yıldır elinde tuttuğu iktidarı terk etmemek için her türlü manipülasyona başvurmaktan kaçınmayan alabildiğine gözü dönmüş bir iktidardır! Dolayısıyla acil vazife bundan kurtulmak, tamamıyla kurtulmak olmalıdır! Buna karşın muhalif partilerse uzlaşmaya son derece açık, ülkenin ve halkın birikmiş sorunlarını acilen çözmek için hiçbir vazifeden kaçınmayan, her türlü fedakârlığa razı birer sorumluluk timsalleridirler!

Bahsi geçen imaj çalışmasının oldukça başarılı bir tarzda yürütüldüğünü kabul etmekle birlikte, gerçeğin yerini tutamayacağını hatırlatmakta yarar var. Gerçekse 7 Haziran akşamından itibaren söylenenlere, vaat edilenlere, reddedilenlere bakıldığında ortada durmakta!

Erken Zafer İlanının Yol Açtığı Yutkunma Zorluğu

AK Parti ve Erdoğan koalisyon görüşmelerinde samimi olmamakla, tüm hesaplarını seçimin yenilenmesi üzerine yapmakla suçlanıyorlar. Velev ki doğru olsun, mevcut kompozisyonda AK Parti’nin ve Erdoğan’ın tek başlarına buna güçlerinin yetmeyeceği açık, öyleyse neden hep bir ağızdan AK Parti’yi ve Erdoğan’ı koalisyona karşı olmakla suçlayanlar kendileri bu işi çözmemişler, bir koalisyon kotarmamışlar? Seçim gecesinden itibaren “İktidarı devirdik!” haykırışlarının, “Halk sizi koltuktan indirdi!” sözlerinin karşılığı nerede? AK Parti’nin azınlığa düştüğü Meclis’i tek başına tıkama kudretine sahip olduğunu düşünmek mantıksız değil mi?

Üstelik de daha 7 Haziran seçim gecesinden itibaren seslendirilenler kolayca unutulabilecek şeyler mi? MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli en yakın tarihte erken seçim için ‘hodri meydan’ çağrısında bulunmadı mı? HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “AKP’li hiçbir formüle destek vermeyeceğiz!” diye meydan okumadı mı? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu matematik dehasını da sergileyerek %60’lık blok mesajları vermedi mi?

Koalisyon trafiği akıl almaz bir propaganda malzemesine dönüştürüldü. Israrla AK Parti suçlanıyor ve “Neden kabul etmedin?” ithamına maruz kalıyor. Öncelikle kabul etmek zorunda değildi! Niye olsun ki, elbette sonuçlarını da göz önüne alarak, siyasi partiler kendi siyasi-ideolojik kimliklerinin gerektirdiği çerçevede kimle veya kimlerle ortaklık yapacaklarını ya da yapmayacaklarını kendileri belirleme hakkına sahiptirler. Bir partiye “sen illa da şunla ve şu şartlarda ortaklık yapacaksın” dayatmasında bulunmak ve bunu kabul etmediğinde oyunbozanlıkla suçlamak saçmadır!

Ve ilginç bir şekilde üç parti de aynı ağızla koalisyondan kaçma ve koalisyon trafiğini tıkama suçlamasında bulunuyorlar. O zaman bu ortak tespiti yapan partilerin neden bir araya gelmediklerini sormak daha mantıklı ve gerekli olmaz mı?

En komiği de MHP! Kendisini her türlü formülün dışında tutuyor ama herkese de yol gösteriyor! CHP ile anlaşamadığı için AK Parti’yi mahkûm ediyor. Neymiş, iş çevreleri çok istiyorlarmış, uluslararası çevreler de bundan yanaymış! İyi de AK Parti CHP’nin şartlarını kabul etmek zorunda mı? Neden tabanının hoş karşılamayacağı bir koalisyona girip yıpransın?

CHP ile koalisyon fikri belli çevreleri çok heyecanlandırmış olabilir ama bu ihtimalin İslami hassasiyet sahibi geniş kitleleri gayet tedirgin ettiğine kuşku yok. Sorun sadece imam hatip okullarından ibaret de değil! Uzun süreçte aşındırılan 28 Şubat zihniyetinin takipçisi olmaktan vazgeçtiğine dair CHP’nin verdiği mesajlar inandırıcı olmaktan uzak ve bilhassa da dış politikada yapmak istediklerinin asla kabul edilemeyecek şeyler olduğu ortada. Özetle Esed rejimi gibi bir katil sürüsüne yakınlık duyan bir zihniyetin şu veya bu biçimde yönetimde söz sahibi olmaması bir kazanımdır.

Halkın Tercihine Başvurmak Neden Kötü Olsun?

Koalisyon güzellemesi üzerinden sürdürülen yıpratma kampanyasının argümanlarından biri de seçimlerin bir şey değiştirmeyeceği iddiası! Seçimde sonuç değişmezse ne olacakmış?

Doğrudur, değişmeyebilir! Bu durum halkın bu tıkanıklığa razı olduğu anlamına gelir, yani bir anlamda bu düğümü halk atmış demektir ki, yapacak bir şey yoktur! Bu durumda ya taraflar bir biçimde önceki taleplerinden taviz vererek bir uzlaşmaya yanaşırlar ya da çözümsüzlük politikasının müsebbibi olarak görülen parti ya da partiler sonraki süreçte kayba uğramayı göze almış olurlar ki, sistemin doğası da böyle bir işleyişi gerektirir!

Mamafih aynı çevreler “yok asla bir şey değişmez” diye akıl yürütseler, propaganda yapsalar da seçimler neticesinde durumun değişme ihtimali vardır. AK Parti’nin tek başına iktidarı yakalayabilmek için ihtiyaç duyduğu oy sayısı makul boyuttadır. En azından ne kaybedeceği ile kıyaslandığında kazanma ihtimalinin yeni bir seçim riskini göze almayı hak ettiği rahatlıkla söylenebilir.

Bu vesileyle AK Parti içinde de statükocu eğilimlere sahip kimi çevre ve şahısların da seçimlere adeta ayak sürer tarzda gitmeleri, “Bir şey değişmez!” söylemini öne çıkartmaları, CHP ile koalisyon formülüne gayet hayırhah ve sıcak bir yaklaşım geliştirmiş olmaları dikkat çekicidir. Belli ki, bu beylerin derdi Müslümanların kazanımlarının korunması ya da kayıplarla karşılaşma riski değil, paylaşmak suretiyle de olsa iktidar imkân ve nimetlerinden kopmamak, çaba sarf etmek zorunda kalmamak, mücadele etme zahmetine katlanmamaktır.

Öyle ki, karşıtlarının tedirginliğinden, rahatsızlığından çıkan sonuçları dahi değerlendirmede basiretsizlik gösterebilmektedirler. Oysa muhalefet cephesinin yeniden halkın tercihine başvurulması konusundaki isteksizliği, bahane arayışı ciddiyetle üzerinde durulmayı gerektiren verilerdir.

“Yeni Bir Seçime Ne Gerek Var?” Yakınmasının “Dersinizi Alacaksınız!” Propagandasına Tebdili

Tam burada ilginç bir tutumla daha karşılaşmaktayız. Seçim kararının netleşmesine kadar ısrarlı biçimde seçim sonuçlarının bir şey değiştirmeyeceğini, 1 veya 2 puanlık artışın AK Parti’ye tek başına iktidar olma kapısını açmayacağını, seçimlerin beyhudeliğini, zaman ve kaynak israfı olduğunu dillendirenlerin, seçimin kesinleşmesiyle birlikte AK Parti’nin gerilediğini, oy kaybettiğini, ciddi manada darbe yiyeceğini ifade etmeye başlamaları çok çarpıcıdır. Şüphesi bu söylem değişikliğini seçim kampanyasının başlatıldığının bir göstergesi olarak okumak lazımdır! Düne kadar “Bir şey değişmez!” vurgusuyla iktidar kadroları ikna edilmeye çalışılıyordu, bundan istenilen sonuç hâsıl olmadı. Şimdi sıra seçmenin yönlendirilmesine gelmiştir!

Öte yandan 20 Temmuz Suruç bombalaması sonrasında PKK eylemleriyle birlikte başlayan çatışma sürecinin de seçim kampanyasının en etkili malzemelerinden biri olmaya aday olduğu görülmektedir. Seçim öncesi elbirliğiyle HDP’yi parlatma kampanyasına girişen çevrelerin aynı coşkuyla ve sahiplenmeyle olmasa da çatışma süreciyle birlikte AK Parti’ye vurma saikıyla PKK’nın tezlerine destek verir bir tutum içine girmiş olmaları bunca yaşanandan sonra pek şaşırtıcı sayılmasa gerek. Ama yine de olan biteni bu kadar tersyüz etme çabası içerisine girebilmelerinin görmezden gelinmemesi gereken bir karakter yapısına işaret ettiğine de kuşku yoktur.

Ne Bekliyoruz? Ne Beklemeliyiz?

1 Kasım seçimlerine yaklaşık 2 aylık bir süre var. Kürdistan coğrafyasında başlayıp, neredeyse tüm Türkiye’ye yayılma görüntüsü veren çatışma olgusu başta olmak üzere bir dizi faktörün bu süreci derinden etkilemesi, yönlendirmesi muhtemeldir. Bu yüzden seçimlerin sonuçlarına ilişkin bugünden yapılacak tahminlerin, söylenecek sözlerin havada kalması ihtimali yüksek. Mamafih 7 Haziran’la birlikte ortaya çıkan tıkanıklığın aşılması noktasında bir fırsat, bir imkân olduğu da gayet açık.

Evet, düğüm gayet sıkı görünüyor; hatta çözülmeme ihtimalinin çözülme ihtimalinden daha fazla olduğu da söylenebilir ama bir ihtimal olarak dahi olsa çözülme şıkkının ortaya çıkmış olmasını iyi bir gelişme saymak gerekir. Neden? Çünkü Kemalistlerin ve Türk ya da Kürt milliyetçilerinin şu veya bu oranda iktidar ortağı olmasını kabullenmektense, ne getirip ne götüreceği belirsiz de olsa yeni bir seçimi göze almak daha tercih edilebilir bir seçenektir!

Bu noktada gerek izlediği politikaların tutarlılığı gerekse de halka sunduğu kadrolar açısından AK Parti’nin olumsuzluklarının, zaafları ve çelişkilerinin görmezden gelinemeyeceğini; daha temelde ise AK Parti’nin temsil ettiği kimlik ve değerlerle örtüşmemizin söz konusu olamayacağını da bir kere daha vurgulama ihtiyacı hissediyoruz. Toplumsal ve siyasal yapıda topyekûn bir İslami dönüşümü arzulayan, bu doğrultuda çabalayan Müslümanlar olarak mevcut iktidarın sürmesinden yana tercihte bulunmamız, AK Parti’nin temsil ettiği kimliğe ve izlediği politikaların birçoğuna muvafık olmamızdan değil, rakiplerinin İslami kimlik ve değerlere düşmanlık noktasında açık kimlik ve tutum sahibi olmalarından kaynaklanmaktadır.

Fark şudur: Bizler AK Parti iktidarını küresel ve bölgesel zalimlere karşı yeterince net tavır koymamakla eleştiriyoruz; doğal olarak beklentilerimiz, taleplerimiz de içeride, dışarıda bu yönde daha yoğun ve kalıcı adımlar atılması yönünde tezahür ediyor. Bu doğrultuda gördüğümüz eksikleri, zaafları, yanlışları eleştiriyor; doğrulara, ümmetin maslahatına, mazlumların yararına atılan adımlara ise destek oluyoruz.

CHP’si, MHP’si, HDP’si ise Suriye’den Mısır’a, Libya’dan Filistin’e kadar yaralı coğrafyamızdaki İntifada sürecine karşı düşmanla doğrudan işbirliği içinde olduklarını gizlemeyen oluşumlar ve ellerine fırsat geçse İslami hareketleri bir kaşık suda boğmaya azmetmiş unsurlar olarak konumlanmaktalar. Ayrışmanın bu kadar net ve belirgin olduğu bir ortamda İslami kimlik ve değerlere düşmanlığıyla maruf siyasi oluşum ve anlayışların tökezlemesi, güdük kalması elbette bizleri sevindirecek bir netice olacaktır. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR