1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. "Ayetullah Munteziri ve İnkılâp" Üzerine Bir Analiz
Ayetullah Munteziri ve İnkılâp Üzerine Bir Analiz

"Ayetullah Munteziri ve İnkılâp" Üzerine Bir Analiz

Munteziri’nin görüşlerinin arkasına sığındığım gibi bir kanaatin oluşmaması için, düşüncelerimi açıklama ihtiyacı duydum. Öte yandan, Munteziri’nin vefatıyla birlikte Selahaddin Ağabeyin bir iki yazısından sonra yapılan itirazları gördükten sonra, bizim k

07 Mayıs 2010 Cuma 20:00A+A-

İslam İnkılâbı, İhvan hareketiyle tanışmış Müslümanların hayallerinin gerçekleşmesinin rövanşıdır. Seyyid, Mevdudi, İkbal veya el-Benna'nın ideal haline getirdiği, Necip Fazıl'ın 'Ayağa kalk Sakarya!' şeklinde tasvir ettiği halk yönetimi veya Müslümanların iktidarı, uzun ve hummalı bir bekleyişten ve karanlığın en yoğun olduğu bir zamandan sonra İran topraklarında gerçekleşiyordu. Bütün dünyanın ve özellikle bedel ödemiş Müslümanların artık bir vatanı vardı. En azından, muhacir olanların sığınabileceği bir ensar topluluğu vardı. Beklenmedik bir anda gerçekleşen bu inkılâbı "yüz yılda bir, hakkın zafer kazanması"na yorumlayanlar, bu kadar erken gelen bir başarı beklemiyorlardı. Şaşkınlık içerisinde, zihinlerinin izole edildiğinin de farkında değillerdi. Aslında İran Müslümanları da şaşkındı. Hazırlıklı değillerdi. Hiç beklemedikleri bir zamanda yönetim sahibi olmuşlardı. Bu gelişme ya ciddi bir projenin neticesiydi veya yönetim, hareketin seyri arasından tesadüfî bir gelişme olarak önlerine konulmuştu. Bazergan veya Beni Sadr'ın liberal milliyetçilikleri, sadece bir geçiş süreciydi. Aslında, tabii sürecin böyle geliştiği düşünülüyordu. Bütün dünya Müslümanlarını sevindiren bir devrim süreciydi, dünyaya meydan okuyan ses. Mollaların veya İranlı Müslümanların kendileriyle diyalog içerisine giren her Müslümanı Şiileştirme isteklerinin histeri seviyesinde olması da önemli değildi. Ne de olsa onlar, Şah döneminin eğitiminden, önemli bir Şia kültüründen, geleneğinden geliyorlardı. Irkçılık, mezhep fanatizmi zamanla İslam'ın potasında eriyecekti. Gelenekler, tarihî süreç, azınlık psikolojisi, kültürel birikim, sosyolojik yapı ve ulusal yapılanma toplumun hayatının tamamına hâkimdi. Dolayısıyla, dışa vurulan veya muhataba empoze edilen bu birikimden kopuk olmayacaktı. Ulus veya mezhep rengine boyanmış inanç empoze edilen ve kimi zaman bilinçsiz olarak ortaya konan kural, kavram ve ifadeler bilincimizin çevresini tamamen muhasara altında tutan baskıcı bariyerlere dönüşmekteydi, psikolojimiz bizden önce bu kabullenilmesi zor durumu yaşıyordu. Bu tutumu ahlaksızca bulduğumuzu ve dolayısıyla ruhsal bir direniş gösterdiğimizi söylemek gerek.  

Her alanda, Şia olmayanlara yönelik tacizler, hakaretler, aşağılamalar veya mezhebî saldırganlıklar da geçiciydi. Veya en azından kendimizi buna inandırmak istiyorduk. Bu ayrıntılar, büyük İslam İnkılâbını gölgelememeliydi. Bildiklerimizi, İslam İnkılâbının bekası için bilmemiş kabul etmeliydik. Hatta bu konuda rahatlıkla yalan da söyleyebilirdik. Söyleyenlerimiz oldu da. İmam Humeyni'nin inkılâp öncesi yazmış olduğu kitaplardaki bütün aykırılıkları, değerler kuramımıza hakaretleri geçmişe veya Şia kültüründen gelmeye bağlayarak, olaya olumlu tarafından bakmaya çalıştık. Keşfu'l Esrar kitabında, İmam Humeyni'nin Hz. Fatıma'ya vahiy geldiğine dair görüşlerinin değişmiş olabileceğini ümit ettik. Vahyin, vahiy kâtipliğinin, gaybi bilgilerin 'Sahifet'ul Fatıma'yla ilgili açıklamaların net bir şekilde vasiyetnameye yerleştirilmesi bizi şok etti, derin travmalar yaşadık ama sevgimiz tercümeyi değiştirmemize yol açtı. Biz üzerimizdeki, bütün elbiseleri bir kenara bırakıp, İslam İnkılâbının öğretilerini ruhumuzla birleştirmeye hazırdık. Bunun için bedel ödenmesi gerekirse, öderdik. Ödedik de. Tek istediğimiz, İslam İnkılâbının biraz daha evrensel düşünmesiydi. İnkılâp, İranlılarla sınırlı tutulmamalıydı. Hepimizin özlediği bir inkılâp, bu dar kalıplara hapsedilmemeliydi. Halkın inkılâbı, Müslümanların yönetimi olmalıydı. Evrensel inkılâp, mezhep veya ulus bağnazlığına mahkûm edilmemeliydi. İmam'da bu cevheri gördüğümüz için, onu seviyorduk. Onun daha önce söyledikleri, yazdıkları veya hal içerisindeki tavırları, bu renkteki söylemleri de fazla önemli değildi. Geleneksel halk inançlarını bir anda yok saymak doğru değildi. Ayetullah Munteziri'nin yaşlı babası da böyle diyordu. "Şah döneminde, kim bir Sünni öldürürse cennete gider türünden yüzlerce inanışımız vardı, inkılâbın bereketiyle kardeş olduğumuzu anladık." dediği zaman, bütün sorunlar bitmişti. İmam'ın tezi, çorak geleneklerin boğmaya çalıştığı ruhumuzu aydınlatıyor, kopma noktasına gelen sinirlerimizi gevşetiyordu. Devletler bizim için önemli değildi. Önemli olan Müslümanlardır, halktır. Bunun için mezhep kaynaklı inanç da önemli değil. Bundan dolayı, inkılâpla birlikte komplekse kapılan komünistler de İslam İnkılâbına büyük teveccüh gösteriyorlardı. 'Ne ABD, Ne Sovyetler' şiarı, tam özgürlük ve istiklal sağlayabilmenin garantisiydi. En radikal solcular bile İran'ın elini sıkıyordu. TKP lideri, Cengiz Çandar veya benzerleri, sol geleneğe mensup ancak devrim yıldönümlerine giden ve genellikle İslam İnkılâbına hayranlık duyanlardan birkaçıydı. Hayranlıklarını makalelerine, kitaplarına taşımaktan çekinmeyen bu sol gelenekten gelenler, daha önceki 'işçi devrimi manifestoları'nın da alt-üst olduğunun farkındaydılar.

devamını okumak için tıklayın...

Haksöz Haber