1. HABERLER

  2. HABER

  3. “Nasıl Kürtlerin Akrabaları Varsa Türkmen ve Arapların da Var”
“Nasıl Kürtlerin Akrabaları Varsa Türkmen ve Arapların da Var”

“Nasıl Kürtlerin Akrabaları Varsa Türkmen ve Arapların da Var”

Başbakan Davutoğlu, Kobani'nin düşmesini istemeyiz. Kobani'nin düşmemesi için ne gerekirse yaparız" dedi.

03 Ekim 2014 Cuma 11:02A+A-

“Her zaman söyledim Sayın Demirtaş'a da, sizin sadece Kürtler için yüreğiniz yanıyor olabilir, sadece onlar için eyleme geçiyor olabilirsiniz. Ama biz Türkiye Cumhuriyeti devletiyiz. Nasıl Kürtlerin akrabaları varsa, Bayır Bucak Türkmenlerinin de akrabaları var. İdlib'deki Arapların da Reyhanlı'da akrabaları var.'' 

Başbakan Davutoğlu, A Haber-ATV ortak canlı yayınında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Davutoğlu bir gazetecinin, "Güvenlik zirvesinde ne kararlar alındı?" şeklindeki sorusu üzerine, Suriye ve Irak sınırında Türkiye’deki şartlardan bağımsız olarak gelişen dinamik bir durum olduğunu söyledi.

Irak’taki bu dinamizmin 1991 Körfez Savaşıyla başladığını ve değişik aşamalardan geçerek bugüne kadar geldiğini anlatan Davutoğlu, "Yani 2003 müdahalesi, Amerikan işgali, arkasından ortaya çıkan hükümetin istikrarı sağlamak ve içselleştirici bir politika yerine mezhepçi bir temayülü, ona doğan tepkiler ortaya çıktı ve bunun getirdiği bir güvensizlik ortamı sınırımızda yaklaşık 20 senedir, aslında 20 seneyi aşkın 24 senedir, Irak sınırımızda bir belirsizlik hali var" diye konuştu.

Suriye sınırının daha istikrarlı olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Ancak Suriye rejiminin baskılarıyla, 250 bin insanın ölmesi, 4 milyona yakın insanın mülteci, 10 milyona yakın insanın da içeride yerinden edilmesiyle üzerimize gelen göç dalgası ve bu otorite boşluğundan doğan radikal gruplaşmalar, IŞİD gibi bir terör örgütü için uygun zemin oluştu. Şimdi Suriye sınırımızda da büyük bir istikrarsızlık var. Biz bunları Türkiye’nin iç huzurunu etkilemeden, demokratik sürecimizi ki bu arada biz iki seçim, hatta üç seçim, 2011 Haziranında da seçim yaparken Suriye’den göçler geliyordu, demokrasimizi de siyasi istikrarımızı da sürdürerek bu güven boşluğuyla ciddi şekilde mücadele yürütüyoruz" dedi.

"Bugün geldiğimiz noktada böyle bir tezkereye ihtiyaç vardı" ifadesini kullanan Başbakan Davutoğlu, "2007’den beri Irak tezkeresi çıkartıyoruz, Dağlıca baskını, terör saldırısı sonrasında 2012’den beri de Suriye ile ilgili Akçakale’ye dönük saldırılarla başlayan ve oradan beri de bir Suriye tezkeremiz vardı. Biz bu iki tezkereyi birleştirdik. Çünkü bir çok açıdan yeni bir durum sözkonusu ve bu iki tezkereyi birleştirmek suretiyle daha entegre bir strateji, hem Irak, hem Suriye sınırlarını gözeten bir strateji geliştirme ihtiyacını da ortaya koymuş olduk. Başta ‘acaba hukuk tekniği itibarıyla ayrı mı düzenlesek’ diye de düşündük" diye konuştu. 

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in Bakanlar Kurulu'na katıldığını ve bu durumun cumhuriyet tarihinde 2 kere olduğunu, daha önce İlker Başbuğ'un da bir bilgilendirme yaptığını hatırlatan Davutoğlu, bundan sonraki dönemde ihtiyaç doğdukça Genelkurmay Başkanının bilgilendirme yapacağını söyledi.

"Yepyeni bir konjonktürle karşı karşıya kalıyor değiliz"

Davutoğlu, "Şimdi bu tezkere, bu çerçevede bizim olaya bakışımızı netleştiren, netleştirmenin ötesinde herhangi bir tehdit ve risk karşısında hükümetimizin ve silahlı kuvvetlerimizin çabuk, etkin ve ulusal güvenliğimizi koruyan tedbir alma kapasitesini yasal zemine kavuşturan bir durum oluştu. Zaten var olan tezkerelerdi bunlar yani olağanüstü bir durumla hemen bugü,n yepyeni bir konjonktürle karşı karşıya kalıyor değiliz, var olan tezkereler bugünkü konjonktüre uygun hale getirildi" ifadesini kullandı. 

"Bize dokunan da bir yılan var"

"Önümüzde 4 opsiyon var tabiri caizse, 4 senaryo veya 4 tavır alış sözkonusu olabilir" şeklinde konuşan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bütün bu gelişmeler yaşanırken ve bir de uluslararası bir koalisyon ilk defa Suriye ve Irak bağlamında oluşmuşken birincisi şunu diyebiliriz ‘Ne biz müdahale edelim veya ne biz bu konuya müdahil olalım ne de uluslararası toplum. Bırakalım doğal seyrinde devam etsin.' Bunu dememiz çok büyük bir risk içerir. Bunu dediğiniz anda bundan sonra IŞİD’in bütün sınır kapılarını kontrol etmesi ya da rejimin hava saldırıları sonrasında Halep başta olmak üzere çok daha büyük göç dalgalarıyla uğraşmamız anlamına gelir. Dolayısıyla var olan statükoyu seyretmek, izlemek 'kendi doğal seyrine bırakalım, bize dokunmayan yılan bin yaşasın' mantığı ki burada bize dokunan da bir yılan var, bu sözkonusu değil."

İkinci olarak, "Biz karışmayalım uluslararası koalisyon ne yapıyorsa yapsın" şeklinde bir senaryonun düşünülebileceğini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Böyle dediğimiz anda da uluslararası koalisyon içinde bulunan hiçbir ülke, buna Amerika Birleşik Devletleri de dahil, bu olaydan bizim kadar etkilenmiyor ve hiçbir ülkede bu olayı Suriye’deki gelişmeleri, Irak’taki gelişmeleri bizim kadar etkileyebilecek, özellikle Suriye bağlamında, kapasiteye sahip değil. En çok etkilenen de biziz, en çok etkileyebilecek durumda olan da. Böyle bir şeyi Suriye gibi dost ve komşu ülkenin kaderini, Irak gibi dost ve komşu ülkenin kaderini ve hepsi akraba olan toplulukların kaderini uluslararası koalisyonun bizim olmadığımız karar mekanizmalarına bırakamayız. Üçüncü senaryo ‘uluslararası koalisyon madem var, tezkere çıkardık, uluslararası koalisyon bizden ne talep ederse biz değerlendirelim uygun görürsek yapalım, uygun görmezsek yapmayalım', bu da çok edilgen bir tavırdır. Yani karar bir yerde alınacak, Suriye’nin kaderi bir yerde belirlenecek, Irak’ın kaderi bir yerde belirlenecek ve Türkiye’ye denecek ki mesela ‘Bize şu destek ver’ biz de 'evet' veya 'hayır' diyeceğiz. Biz bunu da kabul etmeyiz.

Dördüncü senaryo, tezkereyi, onun için açık söyleyeyim, kelime kelime, bazı yerlerde bizzat ben kaleme aldım, kelime kelime, virgül virgül titizlikle yazdık. Tehditleri açık tanımladık. Alınacak tedbirlerin, muhtemel bütün çerçevesini net olarak belirledik ve şunu demiş oluyoruz biz bu tezkereyle; bizim Suriye ve Irak ile ilgili komşu ülkeler olarak, bölgemizle ilgili bizim bölgemizle olarak, başkalarının değil bizim bölgemiz olarak, Türkiye’nin sınırlarıyla ilgili, bizim ülkemiz ve ulusal çıkarlarımız olarak, milli bir stratejimiz vardır. Bunun esaslarını da daha eskiden beri devam eden, ben Dışişleri Bakanıyken, Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakanken 3 yıllık müktesebat var, Suriye konusunda. Bugün oturan heyet, bilmiyorum kaçıncı toplantısını yaptı, yani son üç dört sene içinde 20-30."

Başbakanlık görevine geldikten sonra da, iki ayrı karar alarak, "çözüm süreci" ve "ulusal güvenlik" mekanizmalarını kurduklarını, bu mekanizmaların her hafta düzenli olarak toplandığını anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Birinde çözüm süreci, birinde ulusal güvenlik. Birbirleriyle irtibatlı olduğunda da birlikte topluyoruz. Sonuncusunu, Bakanlar Kurulunun arasında yaptık, çıktık tekrar yaptık, Bakanlar Kuruluna girdik. Hiç aksatmadan yaptık. İhtiyaç olduğunda da Cumhurbaşkanımız başkanlığında, biraz önce bir araya geldiğimiz gibi bir araya geliyoruz."

"Genel çerçeve stratejik plan hazırladık"

Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan son Güvenlik Zirvesi'nde, Suriye ilgili 4. senaryonun mu ele alındığının sorulması üzerine de şöyle konuştu:

"Sayın Cumhurbaşkanımız daha New York'a gitmeden zaten benim başkanlığımda yapılan ulusal güvenlik mekanizmasında, biz Suriye'deki gelişmeler karşısında, IŞİD’in de karşı tutumu, PYD, Suriye rejimi, Özgür Suriye Ordusu, bütün bunları çerçeveleyip içerideki güvenlik tedbirleri, Suriye'de ve Irak'ta alınması gereken tedbirlerle ilgili bir genel çerçeve stratejik plan hazırladık. Cumhurbaşkanımız, New York'a gitmeden bazı şeyleri istişare ettik. O zaman rehine sorumuz da vardı. New York'ta BM Güvenlik Konseyi toplantıları devam ederken, Cumhurbaşkanımız Obama ile Biden ile görüşürken biz de Ankara'da Kobani'den gelen göç dalgası üzerine yine bir toplantı yaptık. Bu sefer Kobani de dahil olmak üzere neler yapabileceğimizi, içeride ve dışarıda ne yapabileceğimizi bir eylem planı üzerine oturttuk. Evvelsi gün Bakanlar kurulu içinde bunu daha da netleştirdik yani. O netleşmeye göre de tezkeremizin çerçevesini belirledik."

"Kılıçdaroğlu bugün, 'IŞİD'e de razı olalım' dedi"

Davutoğlu, muhalefetin kamuoyunda, tezkerenin IŞİD'e değil rejime karşı hazırlanmış gibi sunduğuna işaret ederek, şunları söyledi:

"Yani dün Kılıçdaroğlu'nun açıklamasını dinleyince gerçekten hayretler içinde kaldım. Aylarca bizi IŞİD'e karşı hareket etmemekle, hatta IŞİD'i terör örgütü olarak tanımlamamakla suçladı. Rehinelerimizin orada olmasına rağmen. Şimdi IŞİD tehdidini açıkça ifade eden bir tezkereye 'hayır' dediler. Niçin hayır dediler? Rejime karşıymış, tezkere. Yani açık bir şekilde 'Esad'ı Şam'da muhafaza edebilmek için IŞİD'e de razı olalım' dedi bugün Kılıçdaroğlu. Sırf Esad'ı korumak için. Hani milletvekilleri oraya kadar gittiler, Esad'ın ayağına. Bombalar atılırken, büyük bir zulüm işlenirken, şimdi bugün de tezkereye 'hayır' diyerek, 'aslında Esad kalabilecekse bu şekliyle, bu baskıcı, zulümle, kimyasal silah kullanan bir lider olarak biz de IŞİD'e razı oluruz' dedi, CHP bugün. Bu tarihe geçecek bir kayıttır. Bu öngörüsüzlük çok açık bir şekilde."

HDP'nin de TBMM'deki oylamada, tezkereye "hayır" dediğine dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, "Günlerdir bize diyorlar ki, Kobani'ye destek olun. Peki biz hukuk devletiyiz. Nasıl destek olacağız? Elimizde bir tezkere olması lazım, bir araç, yasal zemin olması lazım. Bunu çıkartıyoruz, dün Demirtaş'a da söyledim" diye konuştu.

PYD’ye geçen sene, Özgür Suriye Ordusu ile birlikte hareket etmeleri gerektiğini söylediklerini dile getiren Davutoğlu, şöyle dedi:

"Bütün kuzey hattı birlikte tek bir çatı altında koruyun, dedik. Çözüm süreci de devam ettiği için, 'biz sizi düşman görmüyoruz', dedik. Fakat onlar ikircikli bir politikayla rejimle işbirliği yaptılar ve Özgür Suriye Ordusu'na rejimle birlikte saldırdılar. Bir taraftan da IŞİD saldırdı ılımlı muhalefete. Ilımlı muhalefet sıkışınca bu sefer IŞİD, PYD'ye yürüdü, Kobani'ye yürüdü, sınıra kadar."

"Kobani'nin düşmemesi için ne gerekiyorsa yaparız"

Bir gazetecinin ''Kobani düşerse ne olur?'' sorusunu Davutoğlu, ''Kobani'nin düşmesini istemeyiz. Kobani'den gelen kardeşlerimize kucağımızı açtık. Kobani'nin düşmemesi için ne gerekiyorsa da elimizden geleni yaparız'' diyerek yanıtladı.

Daha düne kadar oradan Araplar, Türkmenler gelirken, "Niye bu Özgür Suriye Ordusu'na yardım ediyorsunuz, niye bu gelenlere yardım ediyorsunuz'' diye CHP'nin kendisine gensoru verdiğini anımsatan Davutoğlu, o zamanki BDP'nin de aynı tutumu takındığını söyledi.

Davutoğlu, ''Bunun Türkiye ilişkisi ne? Saldıran IŞİD, düşen Kobani. Bizimle ilgisi şu; biz oradaki Kürt kardeşlerimize sahip çıkarız. Ama bunun çözüm süreci ile doğrudan irtibatını kurmanın hiçbir mantığı yok. Kim böyle bir irtibat kurarsa bu gayet anlamsız bir şey'' değerlendirmesinde bulundu.

Bu irtibatı kim kuruyorsa yanlış olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

''İster şu, ister bu. Tamamıyla yanlış. Suriye'deki Kürt halkına da yardım etmez bu tutum. Suriye'deki Kürt halkının da, Arap halkının da, Türkmen halkının da dönüp sığınabileceği tek yer Türkiye. Türkiye'yi kaybederek kim, neyi yapabilir bölgede? Başka bir yere mi gidilebilecekti. Kobani halkı nereye gitti? 186 bin kişi oldu, biraz önce rakamı aldık. 186 bin kişi, yaklaşık 10 gün içinde girdi. Nereye gidecekti Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı. Türkiye Cumhuriyeti'nde düzen olmasaydı gelirler miydi? Çözüm sürecinin sağladığı Türkiye'de barış ortamı olmasa Kobanili Kürtler Türkiye'ye rahatlıkla gelebilirler miydi? Rahat edebilirler miydi, bir çatışma ortamı Türkiye'de olsaydı. Herkesin aklını başına alması lazım. Çözüm sürecinde biz muhatap görülüyorsak ki, biz muhatabız, esas asli olarak biz belirleyiciyiz. Herkes bilsin ki Türkiye çözüm sürecinin sürdürme iradesini dün tezkereyle birlikte, biz çözüm sürecinin bütün mekanizmasını Bakanlar Kurulu ile benim imzamla esasa bağladık. Yani çıkan yasayı uygulama planına oturttuk.''

"Vebali bu kararı alanlar üzerine olur''

Bir taraftan da ciddi bir yol haritası üzerinde çerçeve müzakereler yürüttüklerini ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

''Bu kadar gelinmiş bir yolda, eğer Kobani düştü diye, Türkiye'nin hiçbir dahli, hiçbir vebalinin olmadığı, aksine PYD'nin vebalinin olduğu şekilde Kobani düşerse, bunu dönüp çözüm sürecine mal etmek istenirse bu yapılabilecek en büyük hata olur. Böyle bir hatanın vebali de bu kararı alanlar üzerine olur. Ama bizim yanımızda durulursa, Türkiye, Suriye'deki Kürtlerin de hamisidir, Türkmenlerin, Arapların olduğu gibi Suriyeli Kürtler de bizim kardeşimizdir. Yemen Türküsü'ne mesnet teşkil eden birliklerin gittiği yerler bugün bizim güneydoğu sınırımızda, Suriye'deki Kürt aşiretleridir. Bakın 186 bin kişi geldi, hemen akrabalarını buldu. Çünkü hepsi akraba. Her zaman söyledim Sayın Demirtaş'a da, sizin sadece Kürtler için yüreğiniz yanıyor olabilir, sadece onlar için eyleme geçiyor olabilirsiniz. Ama biz Türkiye Cumhuriyeti devletiyiz. Nasıl Kürtlerin akrabaları varsa, Bayır Bucak Türkmenlerinin de akrabaları var. İdlib'deki Arapların da Reyhanlı'da akrabaları var.''

Davutoğlu, ''Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi vatandaşlarına ve vatandaşlarının dışardaki akrabalarına bakarken bir etnik grubu esas almaz. Bizim için hiç fark etmez, Kobani'deki, Haseki'deki Kürtler de bizim kardeşimizdir. Ne yardım gerekiyorsa yapacağız'' değerlendirmesinde bulundu.

Eğer orada bir yanlış şey varsa bunun temel sorumlusunun PYD olduğunu belirten Davutoğlu, ''Onlar maalesef rejim ile işbirliğine girdiler. 'Rejim bize dokunmadıkça Araplar ve Türkmenleri ne kadar katlederse katletsin sesimiz çıkmaz' dediler. HDP'den veya BDP'den bu Suriye zulmü sürerken bir tek ses duydunuz mu? 'Türkmenlere niye zulmediyorsunuz?' diye bir ses çıktı mı? 'Araplara niye zulmediyorsunuz?' diye bir ses çıktı mı? Bizim için hepsi insan ve hepsine elimizi uzatacağız'' diye konuştu.

''İbret dolu bir dönem yaşıyoruz''

Bir gazetecinin ''IŞİD de hiç İsrail'den, Gazze'den bahsetmiyor. Çok enteresan bir tablo'' değerlendirmesi üzerine Davutoğlu, ''Tabi, çok ilginçtir son dönemde İsrail ve Gazze'den en çok bahseden de Türkiye. Başka ülkeler şimdi zikretmeyeyim. Hani neredeyse Irak, Suriye, Lübnan hattında bütün bu mezhep çatışmasında taraf olan ülkeler, diğer konularda aynı hassasiyeti göstermiyorlar. Gerçekten çok ibret dolu bir dönem yaşıyoruz'' yorumunu yaptı.

Önemli olanın Türkiye'nin tarihe nasıl geçeceği olduğunu kaydeden Davutoğlu, ''Bu anlamda Ortadoğu halklarının hepsinin dostu, hepsinin gerektiğinde hamisi, gerektiğinde kardeşi, gerektiğinde omuz omuza yürüdüğü dostu, komşusu olarak geçeceğiz'' diye konuştu.

Bir gazetecinin, ''Kobani ile çözüm süreci arasında şöyle bir bağlantı var. Muhatap aldığınız PKK'nın bir uzantısı, biliniyor artık. Doğrudur, hata yapmıştır. Bir tarafta IŞİD aşağıda Erbil'e yöneliyor, sonra dönüyor Kobani'ye yöneliyor. İkisi de Türkiye ile ilişkili. Buraya baktığınızda ne görüyorsunuz? Çözüm sürecini baltalamak açısından bir amaç yok mu" sorusu üzerine Davutoğlu, çözüm süreci ile bunun kesinlikle bir irtibatının olmadığının altını çizdi.

''Çözüm süreci milli proje''

Çözüm sürecinin Türkiye'nin milli projesi olduğunu vurgulayan Davutoğlu, ''Dışarıdaki olaylara üzülürüz, onlar için elimizden geleni yaparız ama çözüm süreci bizim vatandaşlarımızla ilişkilerimiz ve değişik vatandaş kesimleriyle kendi aralarındaki ilişkiyi tahkim etmeye dönük bizim projemiz'' dedi.

Davutoğlu, Suriye'de ve Irak'ta yaşanan olaylar olmasa da çözüm sürecine ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

Türkiye'nin Suriye ve Irak olmamasında, o hale getirilmemesinde çözüm sürecinin önemli bir yeri bulunduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Vatandaşlık bağını tahkim etmektir. Türkiye'de ulusalcı çevrelerin istediği gibi, Türkiye'de Arap Baharı'nın getirdiği bu anafora, girdaba biz çatışmacı iç siyasetle girmiş olsaydık, bugün Suriye ve Irak'taki çatışmanın bize yansıması ne kadar derin olurdu değil mi? Çözüm sürecini provoke etmeye çalışan PKK içindeki bazı unsurlar veya provoke etmeye çalışan bazı çevrelerin istediği gibi çatışmacı bir şeye gidersek bundan en fazla zararı kim görür? Bölgedeki bütün Kürt halk görür, topluluklar görür. Şu anda dikkat edin Irak Kürt Bölgesinin dönüp baktığı, başı sıkıştığında bir yardım talep ettiği ülke Türkiye'dir. Eğer Türkiye'nin, Irak Kürt Bölgesine yardımı ve desteği olmasa acaba Maliki karşısında, Sayın Barzani başını dik tutabilir miydi? IŞİD'in baskısı karşısında Kobani'den, Haseki'den Kürtler 'Başımıza bir şey gelirse nereye gideriz' diye düşünüyorlar. Türkiye. Şimdi bu ülkenin gücüdür. O bakımdan hiçbir şekilde çözüm sürecinden feragat edilmesi ya da çözüm sürecinin zaafa uğratılmasını biz zaten arzu etmeyiz.''

''Bizim için insan var''

Bir gazetecinin ''TSK'nın Kobani'yi kurtarmak için bir sınır dışı askeri harekat yapması söz konusu değil. Bugün zirvede bu konuşulmadı öyle mi?'' değerlendirmesi üzerine Davutoğlu, ''Birileri güneydoğuda diyor ki 'Kobani'deki Kürtlere niye sahip çıkılmıyor?' Peki Türk Silahlı Kuvvetleri Kobani'ye girdiğinde Bayır Bucak Türkmenleri de Yayladağ'ın karşısından haykırsalar 'Bizi niye kurtarmıyorsunuz' diye. Oraya da girelim. Reyhanlı'nın karşısından İdlib'de Arap kökenli vatandaş 'Bizi niye kurtarmıyorsunuz' dediğinde, oraya da girelim'' diye konuştu.

Bir gazetecinin, ''Tezkere sonrasında askeri harekat kararı alınmadı'' ifadesi üzerine Davutoğlu, ''Hayır, tezkerenin bize sağladığı imkan herhangi bir durum söz konusu olduğunda elimizden geleni yapmamızdı. Ama ben güneydoğudaki provoke edilmek istenen kardeşlerime sesleniyorum. Kobani'deki kardeşlerimizin gördüğü zulme karşı her türlü insani tedbiri alırız. Aynı Türkmenler ve Araplara aldığımız gibi'' yorumunu yaptı.

IŞİD'in kesinlikle Türkiye'den destek almadığını vurgulayan Davutoğlu, şunları ifade etti:

''Hiçbir zaman da IŞİD'in yaptıklarını tasvip etmedik. Ama siz üç yıldır bizim hükümetimizi, siz derken muhalefet partilerinin hepsi, CHP, MHP, BDP. 'Türkiye'yi maceraya götürüyorsunuz. Suriye'nin içine sürüklüyorsunuz' diyenler şimdi, 'Niye girmiyorsunuz' deme şeyine sahip değiller ve girdiğimizde, böyle bir duruma müdahil olmak, bütün oradaki akrabalarımız bizim için aynıdır. Hepsi için bunu yapmamız lazım. 'Rejim öldürüyorsa girmeyelim', CHP'nin dediği o. 'Rejim öldürüyorsa bırakın öldürsün.' Bakın bu çok yaralayıcı bir şey. Dün Kılıçdaroğlu'na söyledim, CHP'nin adı artık IŞİD ve Esat ile anılacaktır. Suriye halkı ile Suriye Kürtleriyle, Türkmenleriyle, Araplarıyla anılmayacaktır. Bugün CHP'nin takındığı tutumun Türkçesi özeti, şudur; 'Rejim zulmederse sessiz kalın'. Şimdi burada bu dayanışmanın arkasında ne var? Rejim ile bu dayanışmanın arkasında ne var? 'Ama IŞİD yapıyorsa onu ayırın, onunla mücadele edin'. Peki IŞİD ile mücadele ederken de şunu diyor... Kendi içinde tutarsız, Türkiye için de zaten bir tedbir almamış olsak herhalde Türkiye'deki bu huzur ortamı yanımızdaki bütün bu yangınlarla sürmezdi.

Aynı şey BDP için de geçerli. 'IŞİD'e karşı tedbir alın Kobani'yi korumak için ama rejime sesiniz çıkmasın'. Neden? Çünkü PYD ile rejim işbirliği içinde. Biz herkesi şuna davet ediyoruz; bizim için insan var, insan var, insan var. Ne Kürt var, ne Arap var, ne Türkmen var. İnsan var. Kim bu zulmü yapıyorsa ona karşı gerekli tedbiri alırız. Bugünkü tezkere bizim ulusal güvenliğimizi ve sınırlarımızı korumak için. Mülteci akınlarına karşı gerekli tedbir almak için. Uluslararası koalisyon oluştu, onunla yapılacak gerekiyorsa işbirliği ve bizim ulusal menfaatimize, stratejimize uygunsa, demin dediğim gibi, birileri karar alır da 'bize şu üs lazım, şu lazım' diyemez. Türkiye'nin istediği, belirlediği önceliklere uygun olması halinde her türlü koalisyon içinde yer alırız.''

Başbakan Davutoğlu, ''Tezkere, çözüm sürecini garanti altına alıyor. Çünkü bu yolla biz sınır ötesindeki kardeşlerimize de gerektiğinde size yardım etmeye hazırız mesajı iletiyoruz. İçeride de savaşçı bir üslup değil, içeride de zaten herhangi bir şekilde Türkiye'nin huzurunu bozacak bir teşebbüs olursa, bunun için tedbir alırız diyoruz. Nihayetinde Suriyeli kardeşlerimiz hangi kökenli olursa olsun Türkiye'ye huzur var diye geldi'' dedi.

"Bizim için şu anda olağanüstü bir durum yok"

"Tezkere TBMM Genel Kurulu'nda görüşülürken neden katılmadınız" sorusu üzerine Davutoğlu, "Çünkü doğal bir seyir. Geçmiş tezkerelere de bakın, 2007'den bu yana çıkan Irak tezkerelerine, 2012'de çıkan, hiçbirine Sayın Başbakanımız katılmamıştır. Muhalefet genel başkanları da katılmamıştır. Bizim için şu anda olağanüstü bir durum yok" diye konuştu.

"Bununla, katılmamakla topluma verdiğim mesaj şu; Türkiye'de şu anda yarın savaşa girecekmişiz gibi olağanüstü bir durum yok" ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Uzatılması gereken, biri 4 Ekim'de biten, biri 17 Ekim'de biten iki tezkere belki IŞİD, şu anda Kobani düşmeseydi bunlar iki ayrı, yani Kobani'ye dönük saldırılar ve göç olmasaydı bu iki ayrı tezkere, çoğumuzun sıradan bir haber olarak takip edeceği olay olarak gidecekti. Benim katılmam, sanki çok özel bir anlam yüklerdi. Gerekli tedbiri alırız, arkadaşlarımız orada gereğini yaparlar" yorumunda bulundu.

Başbakan Davutoğlu, "Maksatlı bir katılmama durumu mu" sorusunu, "Tabi yani. Yoğundu, işlerim de yoğundu ama nihayetinde..." diye yanıtladı.

"CHP'liler, 'Başbakan sonucu biliyordu, biz de neticede muhalefet olarak nasıl olsa geçecek diye aleyhte oy verdik' dediler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusu üzerine Davutoğlu, "Böyle diyorlarsa bu kadar gayriciddiler. 'Biz kazanacağımızı bildiğimiz için katılmadık'. Peki kendileri, katılmayan o kadar CHP'li var ki, 98 oy. Peki o CHP'liler niye bu kadar, biz tehlikeye atıyoruz da niye yoktular?" ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

 "Onların genel başkanları girseydi ben de girerdim. Hem de onların ciddiye aldığını gördüğümüz için ona ciddiyetle cevap verirdim. Ama genel başkanlarının girmediği, hatta tezkereyi değil şu ana kadar ki bütün argümanlarını terk ettikleri bir ortamda bizim için tekere yasal, teknik bir süreçti, daha ötesi yoktu.

Bugün de Sayın Cumhurbaşkanımızla bir araya gelmemizin sebebi tezkere sonrası hemen bir planlama yapmak için değil, kimsenin aklına böyle bir şey gelmesin. Yarın Kurban Bayramı için herkes bir yerlere gidecek. Gitmeden önce tezkere, bizim daha önce yaptığımız planlamaları Sayın Cumhurbaşkanımıza arz edelim, birlikte değerlendirelim. Bütün kurumlarımız görevlerini biliyor. Her bir kuruma görevler dağıttık, duruma hakimiz, her şey yerli yerinde. Genelkurmay Başkanlığımız zaten bize brifing verdi. Milli İstihbarat Teşkilatımızın bilgileri belli. Kurban Bayramı'na çıkmadan önce bir ortak akıl. Yoksa kamuoyumuz da siz de yani bunu böyle yorumlamayın, bir olağanüstü halle toplanmıştık durumu değil. Ama tezkereden önce toplanmak istemedik. Çünkü daha Meclis iradesini ortaya koymadan, sanki bir şey toplanıyormuş, sanki olağanüstü hal varmış gibi bir görüntü hoş da değildi." 

"Bu coğrafyada tehlike her zaman var"

"Süleyman Şah Türbesi'ne saldırılırsa savaş olur mu" sorusunu yanıtlayan Davutoğlu, "Süleyman Şah ile ilgili her türlü tedbir alındı. Genelkurmay Başkanlığımız bize olabilecek senaryoları Bakanlar Kurulu'na da sundu. Süleyman Şah Türbesi ile ilgili çıkan haberler tamamen spekülatiftir. Her türlü tedbir alındı. Kimsenin de böyle bir maceraya kalkışmaması..." diye konuştu.

"Yani tehlike yok mu" sorusu üzerine de Davutoğlu, "Bu coğrafyada tehlike her zaman var, şu anki halde. Ama 'Hazır ol cenge istersen sulh-u salah' denir. Biz cenk istemeyiz. Çatışma istemeyiz. Ama gece ve gündüz, 15 gündür yaptığımız çalışmalarla her türlü senaryoya Türkiye hazırdır. Kendi sınırlarını korur. Gereksiz yere bir şeye müdahil olmaz" değerlendirmesinde bulundu.

Davutoğlu, Türkiye'nin, insani kaygılarla gelenlere bağrını açacağını dile getirerek, "Uluslararası koalisyon kendi kamuoylarını ikna etmek için palyatif birtakım operasyonlar yaparsa 'Hayır o doğru değil, şöyle yapın' deriz. 'Beraber yapalım' dendiğinde kendi önceliklerimizi ve kendi kararımızı koyar, birlikte ne yapacağımıza bakarız. Ama kesinlikle başkasının gündeminin parçası olmayız, kesinlikle sessiz kalmayız, kesinlikle edilgen olmayız" yorumunda bulundu.

"Güvenlik Konseyi kararına ihtiyaç olduğunu düşünmüyoruz"

"Güvenli bölge oluşturulmasına" ilişkin soruyu yanıtlayan Davutoğlu, bütün müzakerelerde, göç dalgasını Suriye sınırında tutmak için belli bir güvenli bölge olması gerektiğini hep söylediklerini anlattı.

Herhangi bir koalisyonun stratejik planlamasında da bunu Türkiye'nin görüşü olarak masaya getireceklerini ve şimdiye kadar da getirdiklerini bildiren Davutoğlu, "Bu olmadan Türkiye hem belli riskler üstlenecek, şu veya bu grupla, şu veya bu rejimle karşı karşıya gelecek ama Türkiye'nin öncelikleri göz önüne alınmayacak gibi bir durumda kalınmaz" ifadelerini kullandı.

"Güvenli bölgenin oluşturulması, kara harekatı gibi kararların Güvenlik Konseyi'nden geçip geçmeyeceğine" dair soruyu Davutoğlu, "Şu anda Güvenlik Konseyi kararına ihtiyaç olduğunu düşünmüyoruz. Sebep, 1270 sayılı, 1278 sayılı iki tane Güvenlik Konseyi kararı var zaten" diye yanıtladı.

"Havayla sınırlı değil mi" sorusu üzerine de Davutoğlu, "Hayır, orada çok açık bir şekilde, uluslararası terör tehdidi karşısında bütün ülkeler, ortak çabaya davet ediliyor. Bu çabanın mahiyetinin ne olduğu ise sizin yapacağınız planlamaya dahil. Kaldı ki Bosna Hersek ya da Kosova'daki müdahale için de bu kadar bile bir zemin yoktu" dedi.

Davutoğlu, "Libya kararının geniş yorumu gibi bir şey mi olacak" sorusu üzerine de Libya'da bu açıklıkta bir karar olmadığını söyledi. 

"Şimdi daha açık, bu anlamda uluslararası hukuk bağlamında, BM Güvenlik Konseyi kararları var ve her iki karara da zaten bizim tezkerede atıfta bulunuyoruz" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bu uluslararası koalisyon için. Türkiye'ye gelince, açıkçası meşru müdafaa da dahil olmak üzere, ulusal çıkarlarımız gerektiğinde, bu BM Güvenlik Konseyi kararları zaten bize zemin sağlıyor ama ulusal güvenliğimiz gerektirdiğinde, vatandaşlarımızın güvenliği gerektirdiğinde her türlü tedbiri alırız. Bunun için de hiçbir kararı beklemeyiz. Bunu bütün tarafların da bilmesi lazım." 

"Bizim önceliklerimiz göz önüne alınmalı" 

Davutoğlu, sürecin nasıl işleyeceğine dair soruyu şöyle yanıtladı:

"Bugün geldiğimiz nokta, daha öncesi var tabi ama yaklaşık 15 gündür bu şey arttıkça, uluslararası tartışma ve dış güvenlik konuları, bizim şu anda, şu an itibarıyla her müzakere için geliştirdiğimiz stratejik bir perspektifimiz var. Nelerin yapılması gerektiğiyle ilgili net, son derece berrak prensiplerimiz var. Bunları koalisyon ülkeleriyle, özellikle de ABD ile müzakere ediyoruz, edeceğiz. Çünkü nihayetinde en önemli aktör o. Koalisyonda bizim yer almamız bağlamında söylüyorum. Bu gönüllüler koalisyonudur. Ama nihayetinde Türkiye bu koalisyonun, 32 ülke şu ana kadar katılmış son askeri istişare toplantısına...

Bu ülkelerden tabi bizim farkımız, Türkiye'nin doğrudan sınır olması, en uzun sınır ve en fazla etkilenecek kapasiteye sahip olmamız, etkilenmemiz de en fazla. Dolayısıyla biz herhangi bir ülke değiliz. Bizim önceliklerimiz göz önüne alınmalı. Bu öncelikler nedir? Mülteciler için güvenli bölgeler oluşturulması. Hava akınları başarılı olur da diyelim IŞİD çekilirse, rejim girerse, bu sefer rejimden kaçacak insanlar. IŞİD'in tabiri caizse koruma iddiasında bulunduğu insanlar. PYD şimdi şey yaptı, diyelim IŞİD çekildi, Kürtler ile Araplar arasında bir çatışma çıkarsa bu sefer Araplar kaçmaya başlayacak. Bu tabloda mülteciler için bir şey gerekir. Bu fiilen Türkiye'nin kara gücü, tek başına yapacağı bir kara harekatı gibi zinhar düşünülmemelidir. Ama o güvenli hattın BM tarafından teminat altına alınması lazım. Bizim talebimiz bir BM gücüdür ki kimse orada tutup da tek başına bir şeye kalkışmasın."

Uçuşa yasak bölgenin de talepleri olduğunu dile getiren Davutoğlu, "Çünkü bütün bunların sebebi uçuşa yasak bölge olmamasıdır. Niye? Çünkü hatırlayacaksınız savaşın ilk yıllarında Türkiye'nin bütün sınırı ılımlı muhalefet tarafından, Suriye Ulusal Koalisyonu tarafından kontrol edildi. IŞİD falan yoktu. PYD bir yerlerde sıkışmıştı, birkaç kantona. Ne oldu? Hava kuvvetleriyle Suriye, öyle ağır bir bombardıman yaptı ki rejim, scott füzeleriyle yaptı, bu olumlu muhalefet ciddi darbe aldı" diye konuştu.

"Taktik bir koalisyon kurdular"

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Suriye rejimi ile IŞİD arasındaki işbirliğinin sebebi şu; Suriye rejiminin hava kuvvetleri var ama alanda cesaretle savaşacak askeri yok. Halep'te, Humus'ta, İdlib'de, özellikle Sunnilerin yoğunlukta olduğu yerlerde. Çünkü Suriye Hava Kuvvetlerinin tümü tek bir mezhepten. Tek tük Sunni pilot çıksa, alıyor uçağı Ürdün'e kaçtı bir kısmı, bir kısmı silahlarıyla teslim oldu falan. Maalesef Suriye rejimi mezhep çatışmasını kendi başlattı. Ben bunun olmaması için Beşşar Esed'e, saatlerce, aylarca yalvarmamızın sebebi buydu. 'Siz ordunuzun karakterini biliyorsunuz, karşı karşıya getirmeyin ordu ile halkı'. Bunu çok anlatmaya çalıştım ama yaptı bunu. Bu sefer Suriye Ulusal Koalisyon güçleri çekilince rejim askerleri de oralara girecek gücü ve cesareti olmayınca Rakka'da, IŞİD geldi oraları kapattı. Ve IŞİD ile rejim, uzun süre, 2-3 ay öncesine kadar hiç çatışmadılar. Taktik bir koalisyon kurdular. Rejim vurdu havadan, IŞİD karadan girdi, PYD de bunu seyretti. Çünkü PYD, 'Kendi bölgem, nasıl olsa ben rejimle işbirliği yaptım' dedi. 'IŞİD'e de dokunmayayım' dedi. 'Özgür Suriye Ordusu gerilerse ben onun geldiği yerleri kapatırım ve Cerablus gibi Münbiç alanı gibi kontrol edersem Haseki kantonuyla Kobani kantonu ve Afrin kantonu birleşir' diye düşündü. 'Bırakalım bu Özgür Suriye Ordusu darbeyi yesin' dedi. Bu tavır, buna sebebiyet verdi. Biz PYD'ye anlattık, bu hal geçici..."

"Amerika'ya anlattınız mı?" sorusu üzerine de Davutoğlu, "Amerika'ya ne kadar anlattık, ne kadar. Keşke o kriptolar yayınlansa. Bazen Wikileaks denilen şey, çıktığı gün biliyorsunuz ben Amerika'daydım, Dışişleri Bakanı olarak Hillary Clinton ile ilk basın açıklamasını biz yaptık. Benimle ilgili de Amerikan kayıtlarında 'En tehlikeli adam' diye yorumu çıkmıştı biliyorsunuz Wikileaks'te. Çok zor bir basın toplantısıydı Sayın Clinton açısından. Aramızda belli bir işbirliği var, dostluk var. Ama bir taraftan da kayıtta benimle ilgili yazılanlar. Çıkarken biraz tedirgindi, 'Hiç merak etme' dedim. Bir soru üzerine de şeyi söyledim sonra, 'Keşke bütün kayıtlar ortaya çıksa da Türkiye'nin ne kadar ilkeli, ne kadar doğrudan konuştuğu bilinse'. İkili dil hiç kullanmadık biz" ifadesini kullandı.

Bu konuyu da Amerikalılara çok detaylı anlattıklarını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Defalarca şunu söyledik; bir no-fly zone olmadan Suriye'de zulüm bitmez. En sonda hava kuvvetleri ile kimyasal silah da kullandılar. Şunu anlatmak için bütün bunları söylüyorum, şimdi no-fly zon yani uçuşa yasak bölge olmazsa ne olacak biliyor musunuz? Gidilecek IŞİD mevzileri vurulacak diyelim. Suriye rejimi, şu anda bütün o katliamı işleyen Esed, kendince meşru oldu, bunu düşünerek bekleyecek kenarda. Bundan şey bekleyen diğer aktörler de bekleyecek. Bundan sonra müthiş bir hava bombardımanıyla Halep vurulacak. Bakın şimdiden senaryoyu söylüyorum. Nasıl olsa IŞİD çekildi. Özgür Suriye Ordusu zayıf. Rejim bütün gücüyle Halep'i vuracak. Halep ve civarından 3 milyona yakın insan Anadolu'ya doğru hareketlenecek. Şimdi bu kötü senaryoyu engellemenin tek yolu, uçuşa yasak bölge. O uçuşa yasak bölge oldu mu bir kere insanlar rahatlayacak. Havadan bomba gelmediği zaman insanlar kaçmaz. Biz bunun istatistiklerini yaptık. İlk 3-5 ayda doğru dürüst bize gelenler 300'le, 500'le, 3 binle sınırlıydı. Ne zaman arttı? 2012 Ocağı'ndan itibaren scott füzeleri ve hava bombardımanıyla varil bombaları başlayınca, nihayet dışarıda bir başka mahallede bir çatışma varsa, eski hani konvansiyonel bir savaş bir yerde varsa, şehirde hayat sürüyordu. İstiklal Harbimizde bile bir yerde savaşırken diğer yerde hayat sürüyordu. Ama hava kuvvetleriyle bütün şehirleri bombardımana tabi tuttuğunuzda insanlar çocuklarını alıp bir an önce sığınmak istiyor. O zaman mülteci arttı."

Uçuşa yasak bölgenin gerektiğini yineleyen Davutoğlu, "Olmadığı zaman işte uçuşa yasak bölge, olan tablo bu" diye konuştu.

"Şimdi olmazsa bizim korkumuz, Türkiye'ye çok daha büyük bir göç dalgası gelecek" yorumunda bulunan Davutoğlu, "Fırsatçılıktan meşruiyet de kazandığını düşünen rejim, İdlib'i, Halep'i, Deyrizor'u, Rakka'yı cezalandıracak, bombardımana tabi tutacak" ifadelerini kullandı.

"Peki o zaman Batı buna 'Dur' diyecek mi? Bu kadar tecrübeden sonra biz biliyoruz ki 'dur' demeyecek" görüşünü bildiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Onlar için istatistikler, açık söyleyeyim, bu maalesef acı bir şey ama harekete geçtikleri an ve bunu ben Batılı bir P5 ülkesinden birinin Dışişleri Bakanına söyledim, ki Yezidilere biz bağrımızı açtık, 46 bin Yezidi var şu anda Türkiye'de. Ama Yezidiler vurulana kadar, Hristiyanlar kaçana kadar BM Güvenlik Konseyi kararı çıkmadı. Çok acı bir şey. Yani gayrimüslimlere dokunulana kadar ne kadar Müslüman öldürülürse, nerdeyse önemsizmiş gibi, istatistik gibi bu kadar şey bir dünya. Tabi o zaman da o Müslümanlar, biz hiçbir şekilde tasvip etmiyoruz ama her türlü radikal eğilimlerin içine yöneliyorlar. Aynen Bosna'da da öyle oldu işte. Onun için aynı hatanın yapılmamasını istiyoruz. Uçuşa yasak bölgede ısrar edeceğiz, güvenli bölgede ısrar edeceğiz. Sadece bugünü kurtarmak için değil yarını da planlayabilmek için bunlar elzem."

"Koalisyon fikri kimyasal silah kullanıldıktan sonra ortaya çıktı"

Bugün gelinen noktada ABD ve koalisyondaki İngiltere gibi ülkelerin IŞİD'e yaklaşımının değişip değişmediğinin sorulması üzerine Davutoğlu, şunları söyledi:

"Bir sene öncesinde gündemlerine bile almamaya çalışıyorlardı. Koalisyon fikri kimyasal silah kullanıldıktan sonra ortaya çıktı, sonra ondan da rücu ettiler. Çünkü orada öldürülenler malum sıradan Suriyelilerdi ama son zamanda özellikle son birkaç aydır IŞİD'in ortaya çıkması, Musul'u ele geçirmesinden sonra döndüler. Burada kritik eşik şuydu; kolay gelinmiyor bu yola. Uzun bir süre IŞİD'e karşı operasyonun Irak'ta olmasını arzu ettiler. Hatta bazı ülkeler, Rusya da İngiltere de 'sadece Irak'taki operasyona katılırız' dediler. Biz ise ısrarla şu tezi savunduk; 'Bir mücadele yürüyecekse istikrar Irak ve Suriye'de birlikte olmalı, yoksa Irak'ta yaptığınız baskı bütün o unsurların Suriye'ye girmesine yol açar. Suriye de doğrudan bizi sınırımıza gelir. Dolayısıyla kaynak hep beraber ele alınmadan çözümler krizi çözmüyor tam tersine daha derinleştiriyor. Bunu anlattık ve sonra bu noktaya gelindi."

Suriye rejiminin işbirliği yapılması gerektiğini savunan ülkelerin de ortaya çıktığına işaret eden Davutoğlu, buna karşı Türkiye'nin, Suriye rejimiyle yapılacak her türlü işbirliğinin IŞİD'i güçlendireceğini belirttiğini anımsattı. 

Davutoğlu, Suriye rejimiyle yapılacak her operasyonun bölgedeki 25 milyon Sünni'nin kendilerine karşı bir saldırı olarak algılanacağını bildirdi.

Bunun, Sünnilerin daha da radikalleşmesi anlamına geleceğini kaydeden Davutoğlu, "Bütün IŞİD militanı misliyle artar ve birçok Arap ülkesinde de bunun Sünnilere karşı toplu bir hareket olduğu fikri ortaya çıkar, koalisyon da meşruiyetini kaybeder" ifadesini kullandı. 

"Bu söz tamamıyla efsanedir"

Davutoğlu, "Suriye'de olaylar başlandığında Esed'in iki hafta içinde gideceğini söylediği" iddiasının hatırlatılması üzerine ise "Hiç demedim. Bu söz tamamıyla efsanedir" dedi.

Bu sözü 2012 yılının Ekim ayında söylediğini, o dönemde, Esed'in atadığı başbakanın Suriye'den kaçtığını, muhalefetin cumhurbaşkanlığı sarayına kadar yaklaştığını, Halep ve Musul'un da düşme noktasına geldiğini anımsatan Davutoğlu, bu konjonktürde eğer uluslararası destek olsaydı durumun değişeceğini söyledi.

"Bunun sorumlusu kim olacak?"

Davutoğlu, Anayasa Mahkemesi'nin bugünkü 4 iptal ve 2 yürütmeyi durdurma kararına ilişkin ise gerekçeli kararın bütününü okumadan bir hüküm vermek istemediğini ancak yürütmeyi durdurma kararıyla ilgili olarak ilk intibasını açık yüreklilikle paylaşmak istediğini bildirdi.

TİB'in torba yasayla elde ettiği yetkinin iptali hakkında ise Davutoğlu, şunları dile getirdi:

"Hepimizin çok açık yüreklilikle tartışması lazım. Hepimiz fikir özgürlüğünü savunuruz, bunun hiç tartışılır bir tarafı yok. 4 yıl köşe yazmış biri olarak benim için gazeteci özgürdür ki 28 Şubat şartlarında yazdığımız bazı yazılar için rektörün aranıp, 'yazmayı bıraksın' dendiği durumlar da oldu. Bunları hep savunuruz, iletişim özgürlüğü de önemli. Ama her özgürlüğün bir ahlaki çerçevesi, etik boyutu var. O prensiplere uyulmadığı zaman birileri için özgürlük denilen alan başkalarının güvenliğini de özgürlüğünü de tehdit edebiliyor. Burada TİB'in böyle bir müdahale yetkisi almasına karşı çıkışa ben iki sebeple karşı eleştiri getiririm. Birincisi ya uygulamadaki gecikme başka bir insanın özgürlük alanını yok ederse hatta güvenliğini tehdit ederse bunun sorumlusu kim olacak?"

"Herkesin kendisini benim yerime koymasını rica ediyorum"

"AYM'nin böyle bir durumda benim ve ailemin hakkını nasıl koruyacağını merak ediyorum" diyen Davutoğlu, geçen yıl Gezi Parkı olayları sırasında yaşadığı bir olayı paylaştı.

Davutoğlu, Kuzey Afrika'dayken, eşi ameliyatta, bir kızı yurtdışında, diğeri İstanbul dışında, diğer iki küçük kızının ise evde yalnız olduğu sırada atılan bir tweette, "Şu anda Davutoğlu'nun evine saldırmak üzereyiz, herkesi oraya çağırıyoruz" diyerek evinin adresinin verildiğini anlattı.

Büyük endişeye kapıldıklarını belirten Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dışişleri bakanı olarak, devlet yetkilisi olarak değil, hiç bu vasıflarla söylemiyorum, herkesin kendisini benim yerime koymasını rica ediyorum. Bir vandallar grubu eve doğru harekete geçmek için Twitter'ı kullanıyor. Peki burada TİB'in böyle bir tweeti görüp bunu durdurması mı insan haklarına daha saygılıdır yoksa 'ben bir mahkemeye gideyim, mahkeme de karar alsın sonra bir bakayım' demesi mi özgürlüklere saygıdır? Eğer durdurulmamış olsa böyle bir saldırı gerçekleşse ve bir zarar ortaya çıksa bunun hesabını kim verecek? Özgürlükler konusunda kahramanlık yapmak çok kolaydır ama AYM'nin her vatandaşın hukukunu gözetecek çözümler de üretmesi lazım."

"Yargının göz önüne alacağı vatandaşların hukukunun korunmasıdır"

"Sayın Haşim Kılıç, dostumuzdur" diyen Davutoğlu, Anayasa Mahkemesi'nin her yıllık toplantısına gidip konuşma yaptığını, ne zaman davet etseler her zaman gittiğini söyledi. Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye'nin en saygın kurumu olduğuna işaret eden Davutoğlu, "Çok zor zamanlarda ne kadar doğru tavırlar aldığını da hep teyit etmişiz, takdir etmişiz" dedi. 

Twitter'ın, kapatılması üzerine açılan davaya yerel mahkemenin baktığını anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Daha Birinci Mahkeme görürken Anayasa Mahkemesi, karar aldı ve Twitter'ın hakkı yeniyor diye onun lehine karar aldı. Daha Birinci Mahkeme karar sürecini tamamlamadan karar aldı. O zaman Sayın Haşim Kılıç, açıklama yaptı, 'Sınırdayken, birisinin sınır dışı edilmek üzereyken o sırada İdari Mahkeme kararını beklemesi onun hakkını yok edeceği için böyle bir hak ihlalini ortadan kaldırmak için ben bunu erkene alırım.' Yani, bir misal verdi. Peki, Anayasa Mahkemesi, yürüyen bir dava ile ilgili, onu öne alma yetkisini kendisinde görüyorsa bir hukuku korumak için, insanların can güvenliği söz konusu olduğunda, Sayın Cumhurbaşkanımıza Başbakanken o olaylar esnasında ailesine, kendisine ne kadar ağır hakaretler yapıldığını, ne tehditler savrulduğunu, bizlere, vasıflarımızı unutun, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak benim de Cumhurbaşkanımızın da ailelerinin veya diğer insanların, anamuhalefet partisi liderinin de, başka konularda ayrı düşeriz ama ailesine bir şey olduğunda onun ailesinin namusu bizim namusumuzdur. Onun eşine yapılacak en ufak bir hakaret, bakın az önce Kılıçdaroğlu'nu eleştirdim, buradan söylüyorum Sayın Kılıçdaroğlu'nun muhterem hanımefendilerine yapılacak en ufak bir hakareti kendi hanımıma yapılmış adlederim. Veya diğer liderin, hiç fark etmez, en büyük hasımlarımın... Şimdi, 'el insaf' denir yani. Bütün bu hakaretleri yapacaklar, ev basmak üzere çağrıda bulunacak... O süreç devam etti, o kişi de bulundu. Bunlar, senaryo değil, bir örnek vermiyorum, yaşadığımız bir olayı söylüyorum."

Davutoğlu, yaşadığı olayı Uluslararası Basın Enstitüsü'nde anlatması üzerine gözlerin açık kaldığını ifade ederek, şunları söyledi:

"Burada özgürlük demek çok kolay. Özgürlüğü gerçek zeminine oturtacak olan şey ve yargının göz önüne alması gereken şey, ertesi gün kimler tarafından övüleceği değil, vatandaşların tek tek hukukunu koruyacak olması. Kendi yaptığı uygulama ile kıyas aldığında nasıl Anayasa Mahkemesi, Twitter konusunda bir uluslararası şirketin çıkarını koruyarak erken tavır almayı insan haklarına gerekli gördü TİB'in de herhangi bir mahkeme kararı beklemeden 4 saat içinde erken bir kararla böyle bir durumu durdurmasını da bu hakkı da vermesi lazım."

"Def-i mefasid celb-i menafiden evladır"

Batı ülkelerinde bir kişinin can tehdidi varsa veya ulusal güvenlik varsa mahkeme kararı beklemeden durdurma yapıldığını dile getiren Davutoğlu, Uluslararası Basın Enstitüsü'nün New York Times'de çıkan haberle ilgili kendisine "Niye bu gazeteci Türkiye'de açıkça eleştirildi?" diye sorduğunu aktardı. Bir basın organında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kendisinin Hacı Bayram'dan çıkarken çekilmiş bir fotoğrafın "Hacı Bayram'ın etrafında IŞİD elemanları toplanıyor" diye bir haberle birlikte kullanıldığını hatırlatan Davutoğlu, New York Times'ın da haberi o gazeteden aldığını aktardı.

Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Peki, siz kendinizi benim yerime koyun, dedim. Ben, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı orada. Bu bahsedilen cami, Anadolu'nun en kutsal mekanlarından birisi. Bütün Türklerin saygı duyduğu bir insan orada metfun. Şimdi, şöyle bir haber olsaydı, New York Times basar mıydı, dedim. Bir sinagog, İsrail Başbakanı çıkıyor o sinagogdan, yanına da aşağıda bir haber, 'Gazze'yi bombalayan katiller, bu sinagog etrafında toplanıyor' diye bir haber yayınlansaydı, bunu herhangi bir batılı basar mıydı? Ya da bir kilise resmi ile bir terör örgütünü yan yana zikreder miydi? O zaman, 'Haklısınız' dedi bazıları. 'Haklısınız, yanlış olmuş', ama o kadar alışılmış ki."

Konunun hala gündemde tutulduğuna işaret eden Davutoğlu, "Çünkü Müslüman'ın canı ucuz diye görüyorlar, Müslüman'a hakaret serbest diye görüyorlar. Eğer Türkiye'de cumhurbaşkanıysanız, başbakansanız, herkes hakaret edebilir diye görüyorlar ama birilerinin, o hakaret edenlerin 4 saatlik hakaret etme özgürlüğünü Anayasa Mahkemesi teminat altına alamaz. Hakaret varsa, tehdit varsa, agresif provokasyon varsa TİB, kamu yararı adına bunu durdurur ama böyle bir durum yoksa da o Torba Yasa öngörüyor ki gider, mahkemeye götürür, kaldırır yine" diye konuştu. 

"Def-i mefasid celb-i menafiden evladır" diye bir mecelle kuralı bulunduğunu ve bunun temel hukuk prensibi olduğunu vurgulayan Davutoğlu, bir kötülüğü bertaraf etmenin bir iyiliği celb etmekten önce geldiğini kaydetti.

Davutoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:

"Çünkü bir kötülüğü def etmeden iyiliği celb edemezsiniz, iyiliği alamazsınız. Şimdi, TİB'in yaptığı def-i mefasid. 'Herkese yapacağım' demiyor, '4 saat içinde bir hukuk ortadan kalkıyorsa buna çözüm bulacağım' diyor. Eminim yarın Anayasa Mahkemesi, mutadı veçhile bu tür hakaret eden çevrelerce, bazı çevrelerce özgürlük kahramanı olarak görülebilir ama benim hukukumu koruyamaz. Benim derken Ahmet Davutoğlu'nu demiyorum, Başbakanı. Evde iki çocuğu, bir vandallar grubunun saldırısı için tweet ile çağrı yapılmış bir babanın, bir annenin ve o çocukların hukukunu koruyamaz. Dünyada da böyle bir özgürlük anlayışı yoktur."

"Birisi memur oldu mu dokunamazsınız"

Başbakan Davutoğlu, Türkiye'nin personel rejimi gibi yapısal sorunları bulunduğunu ve bunlara "cesurca neşter atılması" gerektiği kanaatinde olduğunu dile getirerek, "Türkiye'de siyaseti kontrol eden bir bürokrasi kabul edilmiş. Yani siyasiler gelecek Ankara'da siyasetçilik oynayacak, bürokrasi ise yerinde sabit kalacak. Seçilmiş insanların yerinde durma garantisi yoktur Türkiye'de. Darbe olur giderler" dedi. 

Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel'in "Ben, Başbakan olduğumda Başbakanlık ofisinde hayaletler dolaşıyordu" dediğini hatırlatan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Siyasiler diken üzerinde oturacaklar, anlayış bu. Halk onlara emanet vermiş ama diken üzerinde. Ama personel rejimine göre, 657 sayılı kanuna göre, birisi memur oldu mu dokunamazsınız. Bir yerden, siyasi tercihiniz dolayısıyla değil, ehliyet dolayısıyla bile adamı şuradan alsanız başka bir yere gönderseniz mahkeme, Danıştay hele size karşıysa alır onu eski yerine getirir. Beni halk seçti, ben kendi istediğim adamla çalışmak istiyorum. Bakın, çok acıdır."

Görevden alınan bir büyükelçinin yargı kararı ile geri iade edildiğini anlatan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Sonra başka bir mahkeme, iki sene sonra haklı buldu Dışişlerinin icraatını ama o arada, o diplomat, iki yıl daha görev yaptı. Şimdi buna ne hakkı var? Burada o Torba Yasa ile yapılmak istenen şudur; aslına bakarsanız personel rejiminin bütünüyle gözden geçirilip meritokrasi üzerinde, yani ehliyet ve liyakat esasına göre yeniden tanzim edilmesi lazım. Nasıl millet bize verdiği emaneti seçimle geri alabiliyor ben de birini bir göreve getirmişsem, başbakan olarak, beğenmemişsem ya da ben geldiğimde hazır bulduğum birinin performansını beğenmiyorsam o emaneti geri alma hakkına biz sahibiz. Mühür, görünüşte başbakana verilmiş, bakanlara verilmiş ama  gerçekte mühür memurun elinde. 'Gitmem' diyor, 'Ben istifa etmiyorum' diyor." 

HSYK seçimleri

HSYK seçimlerine işaret eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bugün bir mücadele yürüyor. Birileri şunu diyor; 'Siz, milletten rey alsanız da buraya gelseniz de biz bürokraside öyle örgütleniriz ki yargıya öyle sızarız ki sizin elinizi kolunuzu bağlarız'. Eskiden bunu Ergenekon, derin devlet, vesaire yapıyordu. Şimdi başka yolla bu mesajlar veriliyor bize. Bize deniyor ki şimdi, yeni Başbakanım, 61. Hükümet, 'Kardeşim, sen memura dokunamazsın'. Ama bu memur kim, biliyor musun? Devlette örgütlenerek halktan almadığı yetkiyi kullanmaya kalkan memur. 'Dokunamazsın' diyor. Şimdi böyle bir şey olabilir mi? O zaman ne olacak? Bırakalım devleti onlar idare etsin. Bu makamlara gelmek bizim için ideal değildi. Ben, ilim adamıydım, onu yapardım. Bu makamların büyük şerefi var ama bu makama gelmişsem ve millet bu emaneti bana vermişse milletin verdiği emaneti kimseyle paylaşmam, kimseyle. Kimse oturduğu yerden 'O emaneti benimle paylaş' diyemez. Onun adı o zaman jüristokrasi olur. İşte paralel devlet ile kastedilen, bir kesim bir şeyi kontrol edecek. Bu, şu grup ya da bu grupla ilgili değil, bu tavır. Bugün o grup değil de başka bir grup bunu yapsa ona karşı da tedbir alınmazsa devlet devlet olmaz. Devletin içinde iki otorite olmaz. Yürütme, tek otorite. Bir yanlış yapılıyorsa onun tabi hukuki yolu var ama 'Sen seçilmiş kişi olarak memurunuzun yerini değiştiremezsin' dediğinizde o zaman başka bir sonuç doğar. O zaman bu demokrasi olma niteliğini yavaş yavaş kaybeder. Zaten mesele de buradan çıkıyor."

"Keşke yargı kendi kendine müdahale etse"

Takım olduğunda adaletin ruhunun ve doğasının bozulacağına dikkati çeken Davutoğlu, “Benim takımım senin takımına karşı” şeklinde bir durumun başlayacağını söyledi.

Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bunun sorumlusu bizim iyi niyetimiz değil ki. Bunun sorumlusu o kararı değiştiren Anayasa Mahkemesi. Ne oldu bu sefer Ankara’daki elitizm dağılırken, maalesef yargı kendi içinde propaganda ve örgütlenme faaliyetlerine girdi. Demin söylediğim linklerle ve KPSS onunla bununla, yargıda odaklaşan ve yargı üzerinden siyaseti de baskı altına alacağını düşünen bir grup, yöneteceğini düşünen bir grup yargıyla emniyet arasında bir şey kurup herkesi dinlemiş olan bir grup binlerce insanı, herkesi gerektiğinde 'mahkemeye de çıkarırım' diye tehdit eden bir grup, yargıda bu hakimiyeti kurdu. Böyle bir şey oldu. Şimdi geldiğimiz nokta, kongrede de söyledim, Bizim yargıya müdahale etme gibi niyetimiz yok. Keşke yargı kendi kendine müdahale etse. Bütün hakimlerimiz, savcılarımız kendi başlarına otursa 'ben tek başına karar vereceğim' diye. Niye çıkıyor o şeyler biliyor musunuz? Çünkü tulum. Kendi başına karar vermiyor. Dışarıdaki birisi ‘şöyle olacak’ diyor, aynı renk oy kullanılıyor. Bununla yargıda çoğulcu bir yapı olur mu? Yargıda çoğulcu yapı ancak ve ancak her bir hakim bir tek kişiye oy verir ve bakarsınız bütün halkın renkleri, Sünnisi, Alevisi, Türkü, Kürdü, sosyal demokratı, liberali, milliyetçisi, muhafazakarı herkes kendine bir yer bulur. Oradan da bir monopoli doğmaz.

Bugünkü yapılmak istenen, yargıda bir tekel kurmak. Yargıda darbe yapılmak isteniyor. Bakınız böyle bir yapı oluşsun, hükümet zorlukla karşılaşır, toplum zorlukla karşılaşır ama bilinsin ki en büyük zorluğu yargı mensupları çeker. Çünkü çözüm yargı mensuplarının bunu çözmesi. 12 Ekim'de seçim. Gidecekler ve buna izin vermeyecekler. Verirlerse önce kendileri mağdur olacak. Hani darbe mensuplarının önce kendilerinin gitmesi gibi. Talat Aydemir örneğinde olduğu gibi. Fakat sonra darbe yapanlar kendi şeylerini yemeye başlıyor. En büyük zararı yargı mensuplarımız yer, Türkiye’de hukuk anlayışı yer. Buradan tekrar tekrar çağrı yapıyorum. Ümit ederim ve hala ben ümit varım, yargı mensuplarımızın basiretine güveniyorum. İnşallah en doğru karar çıkar. Ama diyelim bir grup yargıya egemen oldu ve diğerlerine hayat hakkı tanımadı. Artık o yargı adalet dağıtma keyfiyetini kaybetmeye başlar ve o zaman hiçbir vatandaşımız kendini güvende hissedemez. O zaman da Meclis'in görevi, nasıl başka darbelere karşı önce Meclis'in görevi vardır,  böyle bir durum doğarsa Meclis'in görevi bunu çözecek her bir değişikliği yapmaktır.”

"Bu memleketin geleceğini bir grup örgütlenmiş insana bırakmayız"

"Anayasa değişikliği dahil" denilmesi üzerine Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Her türlü, ne gerekiyorsa yapılır. Ama kimseyi ve bu memleketin geleceğini bir grup örgütlenmiş insana bırakmayız.  Bu şey bize emanet edilmiş. Ne gerekiyorsa yaparız. Bunun için de kimin ne dediğine bakmayız. Ülkenin istikbali ve ülkede adalet anlayışının korunması bizim için bir kutsal emanet ise bunun gereğini yaparız. Ama bu bir tehdit, sakın olarak ki böyle bir şeyle yorumlanmasın. Böyle bir tablo inşallah doğmaz diyorum. İnşallah çoğulcu bir HSYK oluşur. İçinde eğer seçiliyorsa o gruptan da adamlar da olabilir. Onu bilemem. Ama bir grup egemen olup da ‘Ben bunun üzerinden siyaseti, hükümeti, Meclis'i, işadamını, tanınmış insanları,  toplumu dizayn edeceğim’ derse, kusura bakmasın. Bizim kimseye boyun eğmediğimizi de bilirler. En iyi onlar bilirler. Çünkü herkesin onlara sırtını dönüp ve fellik fellik kaçtığı günlerde, ben onların okullarına gittim. Çok iyi bilirler. Kimseden korkmadan gittim. Çünkü doğru yaptıklarına o zaman inanmıştım. Bununla ilgili de ne övgüler dizdiler bize. Herkesin onların yanında görünmeye çekindiği günlerde, çekinmeden tutum aldık. Nasıl o zaman kimseden korkmadıysak, hepsi bilsin ki eğer bu ülkenin istikbalini korumak için bir tavır almak gerekirse bu ülkede adaleti tesis etmek için hiç tereddüt etmeyiz her türlü tavrı alırız. Bundan da hiç kimsenin tereddütü olmasın. Vatandaşın hukukunu zedeletmeyiz."

"Keşke gitmeseydim dediğiniz oldu mu" sorusuna karşılık Davutoğlu, o günkü şartlar için doğru yaptığına inandığını söyledi.

Davutoğlu, "2003 yıllarını hatırlayın. Sayın Başbakanımız gidemeyeceği için, gitme... O günkü şartlar bugünkü gibi değildi. Bazen sayın dışişleri bakanımız, cumhurbaşkanımız. Onların selamını iletmek için giderdim" diye konuştu.

"Yurtdışındaki okulları kastediyorsunuz denilmesi üzerine Davutoğlu, "Yurtdışındaki okulları. Hiç de çekinmem. Doğru olduğuna inandığım bir şeyi yapmaktan çekinmem" değerlendirmesinde bulundu. 

Sonucu ve bedeli ne olursa olsun doğru olduğuna inandığı bir şeyi yapmaktan çekinmeyeceğini vurgulayan Davutoğlu, 28 Şubat dönemiyle ilgili anısını anlattı.

"Şimdi geçtiği için zikredeyim, latife olsun diye. Geçti o dönemler" ifadesini kullanan Davutoğlu, dönemin idarecilerinden birinin özgürlüklere aykırı, millete hakaret eden sözler sarf ettiğini, kendisinin de bununla ilgili sert sayılabilecek bir yazı yazdığını söyledi. Olayın, "Stratejik Derinlik" kitabını yazdığı dönemde gazeteden ayrılmayı düşündüğü bir zamana denk geldiğini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Dekan aradı, 'Ankara'da yazılarınız çok rahatsızlık doğuruyormuş, rektör bey bahsetti' dedi. 'Merak etmeyin ben konuşurum' dedim. Rektör beye gittim, çok iyi niyetle herhangi bir baskı değil, her ikisi de iyi insan ama o dönemin şartlarını biliyorsunuz. 'İstediğiniz anda istifa ederim, çünkü sizi zor durumda bırakmak istemem ama biz aydınlar eğer bugün konuşmayacaksak bir daha konuşacak yüzü bulamayız halkımıza karşı' dedim. O günlerde baskı gördüklerinde okullarına gittiğimde de aynı hisle gittim. Doğru olduğuna inandım. Ama şimdi de bu özelliğimizi bildikleri için söylüyorum bizim üzerimizde eğer şu veya bu yolla 'bir tasallut kurarız' derlerse bilsinler ki o gün nasıl korkmadıysak, çekinmediysek, dönmediysek, şimdi de çekinmeyiz, korkmayız, dönmeyiz. Burada da istedikleri şeyi yapsınlar. Zaten bakanlıkta dinlediler. MİT tırlarını durdurdular. Bizim verilmeyecek bu anlamda bir hesabımız yok. Böyle bir çekince içinde değiliz ama millet zarar görüyor, devlet zarar görüyor. Hepimizin önce toplum olarak ortak geleceğimiz konusunda mutabık kalmamız lazım. Sistemin objektifliği konusunda mutabık kalmamız lazım."

Başbakan Davutoğlu, programın sonunda, tüm vatandaşların Kurban Bayramı'nı kutladı. Arifenin bu sene cuma gününe denk geldiğini hatırlatan Davutoğlu, hacda olan bütün vatandaşların dualarının da kabul olmasını diledi. Vatandaşlardan trafikte dikkatli olmalarını isteyen Davutoğlu, "Duble yollarla trafik kazaları çok azaldı ama orada da dikkatsizlik çok kazaya sebebiyet veriyor. Allah yola çıkanlar için yollarını açık eylesin. Onların gözlerini de basiretlerini de güçlü eylesin. Trafik kazasıyla karşılaşmamalarını diliyorum" dedi.

 

HABERE YORUM KAT