1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Müslümanlar Eksen Kaymasına Dikkat Etmeli!
Müslümanlar Eksen Kaymasına Dikkat Etmeli!

Müslümanlar Eksen Kaymasına Dikkat Etmeli!

‘Ergenekon öcüsü’ ve ‘dünya dengelerini bilmeyen şeriatçılık’ eleştirisi üzerinden hükümeti ve Müslüman halkı hizaya getirme çabaları!

07 Haziran 2010 Pazartesi 00:33A+A-

Bahadır Kurbanoğlu / Haksöz Haber

Özellikle F.Gülen'in açıklamalarının ardından, İsrail muhibbi çevrelerin mahçup edalarla dillendirdikleri tezler "bizim mahalle"de fütursuzca ve hesapsızca dile getirilmeye başlandı. İHH'nın kimliği, hataları, hükümette dış politika konusunda oluşabilecek eksen kaymaları, eylemlerde atılan sloganlar, tevhid bayrakları vb. üzerinden ortaya konulan endişeler, birilerinin içlerinde biriktirdikleri eleştirileri boca edebilmelerini kolaylaştırdı. Son günlerde bu kabil değerlendirmeler, tüm ülke sathında oluşan ortak vicdanı yaralarcasına ve pervasızca yapılmaya başlandı. Bir anda tornistan eden gazeteciler ve tenakuz içeren açıklamalara imza atan siyasilerin endişeleri ortak noktalarda odaklandı: İslamcı görüntülerin pusuda bekleyen Ergenekoncuların eline koz vermek anlamına geldiği, dış politikada da Hamas ve İran merkezli bir eksen kaymasına uğranılmaması gerektiğine ilişkin değerlendirmeler "kendi mahallemiz"den sadır olmaya başladı.

Gazze Filosu'nun yaşadıkları üzerinden oluşan doğal İslami hassasiyetin elbette arka planı var. Bu en başta Filistin'in tarihi, Filistin mücadelesini üstlenmiş grupların ve Filistin'e yardım eden ülkelerin kimliğinden kaynaklanmakta. Ancak hükümetin bu kimliğe yakınmış gibi oluşan görüntüsünün de daha önce 12 Eylül ve 28 Şubat'ın bahaneleri arasında olduğunu bilmemiz gerektiğine dair uyarı ve imalarla karşı karşıyayız. Yani bu görüntülerin tashihi, hem Ergenekoncuların ellerini zayıflatacak, hem de bölge politikaları noktasında hükümetin aceleci ve asabi(!) tutumlarını sigaya çekecek bir rotada ilerliyor.  

Osman Özsoy'un haber7.com'da "tevhid bayrağı"nın darbe sebebi olduğu endişeleri üzerinden ortaya koyduğu manidar tevhid bayrağını tahfif eden eleştirileri ve Nuh Gönültaş'ın yüzseksen derece bir tornistanla değiştiregeldiği tespitleri bunlar arasındaki iki örnek.

Özellikle Nuh Gönültaş'ın "F.Gülen'den Önce, F.Gülen'den Sonra!" dedirtecek türden ağız değiştirmeleri, tablonun vehametini ortaya koyması açısından sorgulanması gerekenler arasında.

İlginç bir manzarayla karşı karşıyayız. F.Gülen'in "Otorite" merkezli açıklamaları İsrail muhibbi medya için mal bulan mağribinin durumunu hatırlatırken, birileri için de rotalarını insanlığın ortak vicdanından ayırıp, akl-ı selimin(!) ve rasyonelliğin(!) yönüne çevirmelerine sebebiyet verdi.

Nuh Gönültaş daha önce Bugün gazetesindeki köşesinde "Haydi Türkiye Filistinliler İçin Savaşa!" diye özetleyebileceğimiz iki yazıya imza atarken, F.Gülen'in açıklamalarının ardından "Sükunet", "Ergenekon ve Darbe Tehlikesi" merkezli bir yazı kaleme aldı. İlk yazılarında İsrail'le mücadele edebilmek için öncelikle Uğur Dündar'ın programına katılan Paşaların zihniyetinden kurtulunması gerektiğini vurgularken, Gülen'in işaretinin ardından Türkiye'nin İsrail'le çatışma senaryoları üzerinden nasıl da bir darbe sürecinin içerisine çekilmeye çalışıldığı hususunda kalem oynatmaya başladı.

Anlaşılan o ki, TC Dışişlerinin Gazze konusundaki aktif politikası F.Gülen'in küresel çıkarlarını oluşturan kırmızı çizgilerini aşar bir hale bürünmüştü; Türkiye netameli bir süreçten geçiyordu ve Ergenekoncuların eline koz vermemek için azami dikkat göstermek gerekiyordu. Oysa İHH öncülüğünde başlayan bu süreç, vicdani sorumlulukların ötesinde dış politikada bir eksen kaymasını beraberinde getirmemeliydi. Nitekim bu hal, içeride Ergenekonun elini güçlendirebilir; bu da ele geçirilmiş tarihi fırsatın heder edilmesini beraberinde getirebilirdi! Başka türlü, tüm vicdan sahibi kesimlerin ortak hassasiyetlerinin harekete geçtiği böylesi bir süreçte, bu hassasiyetleri ortadan bıçakla kesercesine ve yepyeni bir fitne ortamının zeminini oluştururcasına yapılan açıklama ve buna destek veren yazıların ne anlamı olabilirdi ki?!

Eğer mesele sadece, "Türkiye, tarihi bir dönemeçten geçiyor, içerideki Ergenekoncuları bitirmeden bölgede İsrail'e kafa tutulmaması gerekir" gibi bir siyasi tartışmanın tarafı olmak olsaydı, o halde çıkıp "İsrail'e haddini bildirmekle Ergenekoncuların kafasını ezmek iç içe geçmiş unsurlardır; birini diğerinden ayırmak güçtür ve her iki süreçte de kamuoyu desteğini alarak ve taviz vermeden ilerlemek gerekir" şeklinde bir cevapla tartışmayı sürdürmek mümkün olabilirdi. Ancak F.Gülen'in korkuları, zorunlulukları ve kırmızı çizgileri üzerinden Türkiyeli Müslümanlara vicdan biçmek, hükümete tıpkı 28 Şubat'taki gibi otokontrol önermek, kitleleri hayalcilikten kurtarmak adına, nefislerini dönüştürme bilincini kesintiye uğratmak, sanki Ergenekoncuların dış bağlantıları arasında burnu sürtülmesi gereken Siyonistler yokmuş gibi davranmak ve küresel vicdanın bölge politikalarına olan etkisini hafife almak reel politiğin iman umdeleri ve tek seçeneği gibi sunuluyor

Çirkin ve gayrı ahlaki olan husus, böylesi endişeler üzerinden; ortak vicdanları yaralayan, duyarlılıkları törpüleyen, İslami hassasiyetleri tahfif eden, topluma ve muhafazakar kesime nerede durması, neye-nasıl inanması gerektiğini Hamas'ı bile İsrail'in kurduğunu(!), İran jeopolitiği ile Türkiye'nin çıkarlarının farklı olduğunu vb. örneklerle zihinleri bulayan ve kitleleri geleneksel-ulusalcı reflekslerin kucağına iten yöntemler izlemenin ahlaki bir yönü olabilir mi?

Nuh Gönültaş'ın 3 yazısından alıntılarla örneklendirdiğimiz aşağıdaki özet pasajlar ne demek istediğimizi anlatır mahiyette:

 

Hükümet bu korsanlığı İsrail'in yanına bırakırsa bir daha iktidar yüzü göremez! (1 Haziran)

Türkiye şimdi ne yapacak?

Türkiye'nin yapması gereken ne?

Bütün bu olup bitenlerden sonra İsrail Ordusu'nun yaptığı katliama nasıl cevap verilecek?

…Artık İsrail'in Türkiye gibi bir düşmanı var!

İsrail gemileri Akdeniz'de korsanlık yapıyor.

İsrail aynı zamanda terörist bir devlettir.

Zalimdir İsrail.

Çocuk katilidir İsrail Ordusu.

İsrail gibi bir terörist ülkeyi bölgede Türkiye'den başka durduracak güç de yoktur.

İsrail Ordusu son yaptığı korsanlıkla Türkiye'yi kesinlikle karşısına almıştır.

Türkler Araplar gibi değildir.

Türkiye büyük ülkedir.

Büyüklüğünü de tüm dünyaya göstermelidir, gösterecektir.

Eğer bu korsanlığı Türkiye Hükümeti İsrail'in yanına bırakırsa bu hükümetin ayakta kalması mümkün olmaz.

Bu yüzden asla barış istemediğini her fırsatta gösteren bir terörist, korsan, zalim, faşist bu ülke, güçten başka bir lisandan asla anlamaz.

Millet Türk savaş gemilerinin İsrail'e doğru şöyle bir salınmasını istiyor.

Suriye limanlarına doğru, Gazze açıklarına doğru gitmeli savaş gemilerimiz.

İsrail'e Akdeniz'de korsanlık yaptırmayacağımızı fiilen göstermeliyiz.

Böylesine büyük bir orduyu ne günler için besliyoruz ki?

Türk Hükümeti bunun hesabını soracaktır.

Soramazsa zaten bir daha iktidar yüzü göremez.

Seçimlere de az kalmıştır. Dolayısıyla konsepte uygundur.

Madem "one minute..."

Gösterin o zaman kendinizi!

 

Türkiye'nin İki Büyük Zaafı (3 Haziran)

Özellikle 28 Şubatçı paşaların dayatmalarıyla başlayan Türk-İsrail askeri ilişkilerinde çatışma durumu artık geri dönülmez bir noktaya geldi ve Türkiye resmen ve fiilen İsrail'e karşı Filistin halkının yanında yer aldığını deklare etti.

Türkiye bölgesinde herkesle düşman sadece İsrail ile dost iken, bir süredir sürdürdüğü "sıfır sorun" politikasıyla şimdi bu durumun tam tersi bir pozisyona geçti.

Artık, herkesle dost, sadece İsrail ile düşman!

İsrail ile gelinecek bir çatışma noktasında 28 Şubatçı zihniyetin yönettiği bir ordu ile savaşılması söz konusu olacak.

Aslında ne demek istediğimi Ahmet Altan Taraf'taki sütununda çok iyi ifade etmiş;

"Türkiye'nin ekonomik yapısına denk düşen bir demokrasisi ve ordusu yok. İçeride Kürt sorununu çözememesi, askeri ve yargısal vesayeti kaldıramaması Türkiye'yi yaralı bir hale getiriyor. Politikaya çok fazla dalan ordunun askeri yetenekleri ise ciddi bir soru işareti yaratıyor."

Bütün bunlara ordu ideolojisini de eklersek Türkiye ile İsrail arasında çıkabilecek ciddi bir çatışmada hükümet ile ordu arasında bir güven sorunu ortaya çıkabilir.

İşte vurgulanması gereken durumlar içinde en önemlilerden birisi bu.

Filistin Denizi'nde İsrail'in yardım gemilerine saldırmasından bebek katili İsrail Ordusu'nun onca yardım gönüllüsünü öldürmesinden sonra Star TV ekranlarına Uğur Dündar iki emekli generali çıkardı.

Birisi Edip Başer, diğeri de Atilla Kıyat.

Bu iki emekli askeri o gece büyük hayretlerle izledim.

Uğur Dündar'ın çanak sorularına bu iki paşa tam da yukarıda vurguladığım Türkiye'nin en büyük zaafını ifade eden cevaplar verdiler.

E. Koramiral Atilla Kıyat özetle, Türkiye'nin İskenderun'daki saldırıyı hak ettiği, İsrail'in yardım gemisine saldırmasından da Türk Dışişleri'nin yeni dış politikasının sorumlu olduğunu ifade etti. İşte Kıyat'ın söyledikleri:

"Bir taraftan teröristle el ele izlenimi verip bir taraftan da yıllarını bu teröristlerle mücadelede geçirmiş kişilere de terörist damgasını vuran bir devlet söylemesi çok acı ama hak etmiş demektir."

Vay be... Paşaya bak! Türkiye Ergenekon operasyonunu yapmakla bu saldırıları hak etmiş oluyor!

İşte en büyük zaaf noktamız bu zihniyettir.

--

Otoriteye başkaldırı... (6 Haziran)

Liseye başladığım yıllarda adına bugünlerde "Dinci" denilen bir grup ile yolum kesişmişti.

Fazla sürmedi birkaç ay sonra 12 Eylül darbesi oldu ve biz de dağıldık.

O gün sabah namazından sonra hep birlikte "Allah'ım bu darbeyi Müslümanlar için hayırlı kıl" diye dua ettik!

Sonra hepimiz evlerimize dağıldık ve bir daha bir araya gelmedik.

Orada bize Osmanlıca okuma-yazmayı öğretiyorlardı.

Bir gün çocuk aklımla sormuş "Niçin Osmanlıca, Arapça öğreniyoruz ki" demiştim.

O gün bana verilen cevabı hatırladıkça hâlâ gülümserim:

"İki yıla kadar şeriat gelecek, böyle okuyup yazacağız..."

Bugün düşünüyorum da o gün bunu söyleyen kişinin ne Amerika'dan, ne NATO'dan, ne Rusya'dan, ne İsrail'den haberi vardı.

Dünyadaki dengeleri asla bilmeden konuşuyordu.

Yapılacak birkaç eylemle, atılacak birkaç sloganla söylenecek birkaç marşla şeriatın geleceğini sanıyordu.

Aradan 30 yıl geçti, bilmiyorum bana bunu söyleyen kişi yaşıyor mu ama hâlâ şeriatın gelmesini bekliyor olmalı.

Komik bir cevaptı tabii.

Çok ciddiye alınacak bir tarafı da yoktu belki.

Ama bu ülkede bu düzeyde düşünen insanlar var.

Böyle düşünenlerin bazıları sokaklarda bugünlerde.

Gazze'ye yardım gemisinde yaşanan İsrail vahşeti, dolayısıyla gemide öldürülen Müslümanlar'ı, savaşta verilmiş şehitler sayıyorlar.

İş bu kadar ciddi yani!

Bana bu görüntü Türkiye'nin gereğinden fazla İslamcılaştığını söyleyip 28 Şubat türü bir operasyon arzusunda olanların ekmeğine yağ sürecek gibi geliyor!

Filistin meselesinde taraf olmak başka bir şey, o meseleyi bahane edip sokaklarda İslamcı sloganlar atmak başka bir şey!

Türkiye'nin Filistin meselesinde kesin taraf olduğunu ilan etmesi, İsrail zulmüne karşı kararlı bir tutum sergilemesi güzel elbette.

Ama sanıyorum, kantarın topuzunu kaçırmamak lazım.

Kolay bir konu değil bu.

Türkiye ise hassas bir geçiş sürecinde.

Bu sürecin kesintiye uğramaması gerek.

Bakın Amerika hâlâ İsrailli katillerin arkasında duruyor. Durmaktan da asla vazgeçecek gibi görünmüyor.

Hayal kurmamak lazım!

Elbette bir şeyler yapmak lazım ama yapılan bu işleri gürültüsüz patırtısız yapmak lazım.

Bölgede dengeler hâlâ sorunun çözümünden yana değil.

Filistin'e en yakın Arap yönetimler bile sorunun çözümünden yana değil.

Mısır, Hamas'ı da kuran Müslüman Kardeşler ile sorunlu.

Dolayısıyla Hamas'ın kontrolünde olan bir yerde sükûnet ve istikrar istemez!

Lübnan'da Hizbullah var İran'ın kontrolünde.

Türkiye, Orta Asya'da İran ile rakip durumda.

İsrail'in nasıl Büyük İsrail amacı varsa, İran'ın da önünde büyük bir İran Jeopolitiği var.

Hamas ile Filistin Kurtuluş Örgütü kendi aralarında anlaşamıyor.

Hamas'ın FKÖ'ye karşı İsrail tarafından kurulduğu bile iddia ediliyor.

Gazze'de herhangi bir FKÖ'lü İsrail askeri muamelesi görüyor.

Yani iş sandığımızdan daha karışık.

Türkiye'nin bu vesile ile içine çekilebileceği ve sonuçta son birkaç yıldır unutulan "İrtica geliyor" kampanyalarına zemin hazırlanabileceği göz önünde bulundurulmalı.

Böyle bir görüntü bazılarına arayıp da bulamayacağı bir fırsatı altın tepsi içinde sunar.

Tel Aviv sokaklarında "Ordu Erdoğan'ı devirsin" çığlıkları yükseliyor.

Daha önce yaptılar yine yaparlar deniliyor!

Dolayısıyla "Faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye başkaldırı" sözünü iyi anlamak lazım.

Anlamadan, dinlemeden konuşmamak lazım!

 

HABERE YORUM KAT