
İsrail'in bölge üzerindeki tehditkâr gölgesi: Gazze ve Lübnan'dan, İran ve Türkiye'ye
İsrail'in çok yönlü stratejisi, Türkiye'yi sadece askeri ve ekonomik olarak kontrol altına almakla kalmayıp, bölgesel ve küresel ölçekte kamuoyundaki imajını zayıflatmayı da amaçladığını göstermektedir.
Greg Pence’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
Orta Doğu, acımasız bir güç mücadelesi arenası olarak, bir kez daha yeni ve tehlikeli bir rekabetin ortaya çıkışına tanık oluyor. İran uzun süredir İsrail'e yönelik stratejik tehditlerin merkez üssü olarak görülürken, bugün Türkiye, bölgesel liderliğe yönelik iddialı yükselişiyle Tel Aviv'in dikkatini çekiyor. Ankara'nın artan kültürel, ekonomik ve askeri etkisi, onu İsrail'in artık görmezden gelemeyeceği bir rakip haline getirmiştir. Diplomasi, ekonomi ve militarizmin gizli katmanlarında ortaya çıkan bu çatışma, sadece ikili ilişkileri gerginleştirmekle kalmamış, aynı zamanda bölgenin kırılgan istikrarını da tehlikeye atmıştır. İsrail'in Suriye topraklarına yönelik son saldırısı, Orta Doğu'yu istikrarsızlaştırma konusundaki kontrolsüz cüretkârlığının en son sembolüdür.
Orta Doğu'nun kalbinde çok katmanlı bir rekabet
Geçtiğimiz yıl boyunca Orta Doğu, bölgesel güç dağılımında derin dönüşümler yaşadı. İran, ekonomik yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve askeri zorluklar nedeniyle etkisini kaybetti ve yeni aktörlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Türkiye, benzersiz jeopolitik konumu, NATO üyeliği ve dinamik ekonomisini kullanarak, sadece bölgede değil, küresel sahnede de söz sahibi olan bir Sünni güç haline geldi. Libya'dan Kafkasya'ya, Balkanlar'dan Basra Körfezi'ne kadar, Ankara'nın agresif diplomasi ve askeri varlığı, ona rakipsiz bir konum kazandırdı. Ancak bu hızlı yükseliş, İsrail'de alarm zillerini çaldırdı. Yıllardır İran'ı kontrol altına almaya odaklanan Tel Aviv, artık sadece ideolojik uyumdan yoksun değil, aynı zamanda ekonomik, askeri ve kültürel alanlarda da rekabet eden bir rakiple karşı karşıya. Bu yeni tehdidi fark eden İsrail, stratejilerini yeniden tanımladı ve kapsamını İran ile çatışmanın ötesine genişletti. Bu stratejik dönüş, Orta Doğu'da jeopolitik rekabetin yeni bir aşamasını başlattı.
İsrail, bölgesel hegemonyasını sürdürmek için yumuşak ve sert güç araçlarını bir arada kullanmaktadır. Diplomatik olarak Tel Aviv, Yunanistan, Kıbrıs ve hatta bazı Körfez Arap ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirerek Türkiye'ye karşı gayri resmi bir cephe oluşturmuştur. Bu ittifaklar, büyük ölçüde askeri ve ekonomik işbirliğine dayalı olup, Ankara'nın Doğu Akdeniz ve ötesindeki çıkarlarına doğrudan meydan okumaktadır. Örneğin, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında Avrupa'ya gaz ihracatı için yapılan enerji anlaşmaları, Türkiye'nin ekonomik konumunu zayıflatmakla kalmayıp, bölgesel bir enerji merkezi olma hedefini de tehdit etmektedir.
Askeri alanda ise İsrail, teknolojik üstünlüğünü Irak Kürdistanı gibi hassas bölgelerde aktif kalmak için kullanmaktadır. Raporlar, Tel Aviv ile bazı Kürt gruplar arasında istihbarat ve askeri işbirliği olduğunu gösteriyor ve bu gelişme Türkiye'nin sınırlarını istikrarsızlaştırabilir. Ayrıca, dünyanın en gelişmiş siber yeteneklerinden biri olan İsrail'in siber yetenekleri, Türkiye'nin ve diğer bölge devletlerinin dijital altyapısına görünmez ancak ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu araçlar, gizli operasyonlar ve siyasi sızma ile birlikte, İsrail'in rakiplerini kontrol altına almak için yaptığı stratejik çabaların derinliğini ortaya koymaktadır.
Doğu Akdeniz: Yeni bir savaş alanı
İsrail-Türkiye rekabetinin başlıca sahnelerinden biri, gaz rezervleri ve stratejik önemi nedeniyle jeopolitik bir sıcak nokta haline gelen Doğu Akdeniz'dir. Türkiye'nin denizcilik iddiaları ve denizcilik etkisini genişletme çabaları, onu İsrail-Yunanistan-Kıbrıs ekseniyle çatışmaya sokmaktadır. İsrail, EastMed boru hattı gibi projelere destek vererek, Türkiye'nin ekonomik konumunu zayıflatmanın yanı sıra, Ankara'yı jeopolitik olarak izole edecek bir Türkiye karşıtı blok oluşturmayı amaçlamaktadır.
Doğu Akdeniz'deki bu rekabet, ekonomi ile sınırlı değildir. İsrail'in Yunanistan ve Kıbrıs ile ortak tatbikatlar da dâhil olmak üzere artan askeri varlığı, Türkiye'ye açık bir mesaj vermektedir: Tel Aviv, Türkiye'nin her türlü manevrasına kararlılıkla yanıt vermeye hazırdır. ABD ve AB tarafından zımnen desteklenen bu eylemler, Türkiye'nin Akdeniz'de hâkimiyet kurma hedeflerini doğrudan tehdit etmektedir.
Askeri ve ekonomik araçların ötesinde, İsrail Türkiye'nin etkisini zayıflatmak için yumuşak gücü de kullanmaktadır. Batı'da, özellikle ABD'de güçlü lobi ağlarını destekleyerek Tel Aviv, Türkiye'yi güvenilmez ve istikrarı bozan bir aktör olarak göstermeye çalışmaktadır. Medya kampanyaları ve diplomatik baskı içeren bu çabalar, Ankara'nın uluslararası desteğini azaltmayı amaçlamaktadır.
Ayrıca, özellikle İbrahim Anlaşmaları'nın ardından İsrail'in bazı Arap devletleriyle artan ilişkileri, Türkiye ile Arap dünyası arasına nifak sokmak amacıyla tasarlanmıştır. Bu strateji, Türkiye'nin bölgedeki kültürel ve siyasi etkisini zayıflatmakla kalmayıp, İslam dünyasında liderlik iddiasını da sorgulamaktadır. İsrail'in çok yönlü stratejisi, Türkiye'yi sadece askeri ve ekonomik olarak kontrol altına almakla kalmayıp, bölgesel ve küresel ölçekte kamuoyundaki imajını zayıflatmayı da amaçladığını göstermektedir.
Genişleyen bölgesel dalga etkisi
Yoğunlaşan İsrail-Türkiye rekabeti, ikili ilişkilerin çok ötesine geçen sonuçlar doğurmaktadır. Bu rekabet, Kürdistan, Doğu Akdeniz ve hatta Kafkasya gibi bölgelerde istikrarsızlığa yol açabilir. Örneğin, İsrail'in Irak'taki bazı Kürt gruplara verdiği destek, Türkiye'deki iç gerilimleri tırmandırabilirken, Doğu Akdeniz'deki rekabet sınırlı ama maliyetli askeri çatışmaları tetikleyebilir.
Mısır, Lübnan ve hatta Katar gibi diğer bölgesel aktörler de bu çatışmanın ortasında kalabilir. İsrail Türkiye karşıtı ittifaklar kurarken, Türkiye aktif diplomasi yoluyla bunları etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Sonuç olarak, Orta Doğu gerginlik ve istikrarsızlığa karşı giderek daha savunmasız hale geliyor.
İsrail ile Türkiye arasında açık ve gizli olarak tırmanan rekabet, tüm bölge ülkeleri için ciddi bir uyarı niteliğindedir. İsrail, askeri, ekonomik ve diplomatik araçlarını kullanarak sadece İran'ı kontrol altına almaya değil, aynı zamanda ortaya çıkan herhangi bir rakibi, özellikle Türkiye'yi kenara itmeye odaklanmaktadır. Gaz anlaşmalarından askeri paktlara, siber operasyonlardan siyasi nüfuza kadar uzanan bu çok yönlü tehdit, Tel Aviv'in bölgesel hegemonyasını korumaya yönelik derin stratejik hırsını yansıtmaktadır.
Türkiye ve diğer Orta Doğu ülkeleri, bu duruma uyanık ve koordineli bir şekilde yanıt vermelidir. Büyük güçlerin gölgede birbirlerine meydan okuduğu bir dünyada, bölgesel istikrarı yalnızca akıllı stratejiler ve birlik sağlayabilir. Orta Doğu bu yeni çatışmaya hazır mı, yoksa yeni bir kargaşa dönemine mi doğru gidiyor?
*Greg Pence, San Francisco Üniversitesi'nden Uluslararası İlişkiler alanında lisans derecesine sahiptir. Geo political Monitor, Eurasia Review ve Modern Diplomacy gibi çeşitli uluslararası ilişkiler platformlarına makaleler yazmıştır.








HABERE YORUM KAT