1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. İslami Tercümeler ve İslamlaşma Sürecimiz -II-
İslami Tercümeler ve İslamlaşma Sürecimiz  -II-

İslami Tercümeler ve İslamlaşma Sürecimiz -II-

Gerçek Hayat Hamza Türkmen, Beşir Eryarsoy, İsmail Kazdal, İlyas Sönmez ve Kazım Sağlam ile tercüme faaliyetlerini ve İslami uyanış ve bilinçlenmeye katkılarını konu alan söyleşinin 2. Bölümünü yayınladı.

13 Ocak 2016 Çarşamba 15:51A+A-

HAKSÖZ-HABER

Gerçek Hayat Yayın Koordinatörü Emeti Saruhan’ın Beşir Eryarsoy, Hamza Türkmen, İsmail Kazdal,  İlyas Sönmez ve Kazım Sağlam ile Türkiye’deki İslamlaşma süreciyle ilgili İslami tercümeler konusunda yaptığı görüşmelerin ikinci bölümünde, bu söyleşilerden seçtiği ve kutu içinde verdiği dört konuyu “İslami Tercümeler Dosyası”nın devamı olarak yayınlıyoruz.

gercek-haayat.jpg

İslam'ı Tercümelerle Kavradık

Emeti Saruhan / Gerçek Hayat / 11-17 Ocak 2016

1.)  Dil farklı ama bizim kitaplarımız

Bu kitaplara tercüme diyoruz. Ancak aslında bu kitaplar bizim coğrafyamızın eserleriydi. Beşir Eryarsoy, "Eğer harf inkılabı ve öğretilen sınırlar olmasaydı aslında biz bu kitaplara dışarıdan gelmiş veya tercüme edilmiş nazarıyla bakmayacaktık. Çünkü İstanbul'da yazılan kitapla, Kahire'de yazılan  kitap arasında bir fark olmazdı, Bu sınırlardan dolayı, bize giydirilmiş deli gömleklerinden dolayı onlar dışarıdan gelmiş gibi görünüyor. Yoksa bu   inkılabı yaşamamış olsaydık, Osmanlı döneminde konuşulan Türkçe Cumhuriyetin bilinçli müdahalesi ile kısırlaştırılmamış olsaydı, Arapça bizim için sonradan öğrenilen bir dil olmazdı. Her birimiz sadece Osmanlı Türkçesi bilsek bile Arapçayı çok rahat bir şekilde öğrenebilirdik" sözleriyle yerli tercüme kitap ayrımını anlatıyor.

Hamza Türkmen ise yerli ve yabancı ayırımının akedemyanın getirdiği bir ayrım olduğunu düşünüyor. Türkmen, "Mevdudi, Seyyid Kutub, Malik bin Nebi'den eserler İslam'ı tanıma konusunda bize katkıda bulundu ama bunlarla yakalananlar parça doğrulardı. Bütünsel bir sistematiği yakalayamadık. Zaten Turkiye'de bunu yakalayabilecek bir alt yapı da yoktu. Fakat o sırada özellikle akademya, Ankara İlahiyat Fakültesi'ni de zorlayarak bu yerli yabancı ayrımını ortaya çıkardı. Marksist diyalektik felsefenin yerlisi yabancısı var mı? İslami düşüncenin de yerlisi yabancısı olmaz. Bu direkt akedemyanın milli dindarlık formunun bir ayrımıdır. O süreçte ıbiz bu tarz doğrularımızla daha tutarlı bir düzey yakalamak konusunda yenildik ve hepimiz gençtik" diyor.

2.)  Kültüre üstten bakışı çözemedik

Çeviriler yayınlanmaya başladığında herkes tarafından da kabul görmedi. Bu çevirilerin bölgesel sorunlara odaklandığı ve bize uymadığı gibi eleştiriler yapıldı. Hamza Türkmen bu konuda, "Allah'ı, tevhidi anlatmanın Türkiye'si, Mısır'ı, Lübnan'ı, İran'ı olur mu? Türkiye'de bile Diyarbakır'la, istanbul varoşları veya Muğla sayfiyelerinin sorunları farklıdır. Ama hangi ölçüye göre çözeceğiz? Müslümansak İslam ölçüsüne göre çözeceğiz. Çeviriler Mısır'ın özel şartlarını Pakistan'ın özel şartlarını anlatıyorsa amenna, çeviriler evrensel olan birikimin buraya yansımasıdır" diyor. Türkmen bu kitapların bazı olumsuz yanları olduğunu da ekliyor. İslam yönetimi, islam ekonomisi, İslam devrimi gibi günübirlik, heyecanlı, Sünnetullah, Kur’ani toplumsal yasaları gözetmeyen, çoğu da hamasi ve romantik kitapların teoride karşılığı olmadığını gören 80- 90'ların delikanlılarının hayatla tanıştıkça moral bozukluğuna uğradıklarını söyleyen Türkmen, İslamcılık tartışmalarının bunlarla alakalı olduğuna işaret ediyor.
Kazım Sağlam ise tercümelerin ideolojik ve ilmi eserler olmak üzere iki ayrı formatta olduğuna işaret ediyor. Tercümelerin ümmetin birliği açısından büyük bir katkısı olduğunu ancak bu eserlerin hangisinin evrensel, cihanşümul olup hangisinin o ülkeye, o kişiye ait düşünce olduğunu birbirinden çok tefrik edemediğimizi söyleyen Sağlam, bunun aleyhimize olduğunu anlatıyor. Tercümelerin bir başka olumsuz yönünün ise yerli kültüre karşı üstten bakma gibi bir zihin yapısının oluşmasına sebep olması olduğunu söyleyen Sağlam, bu sorunun hala çözülemediğini de ekliyor.

3.)  Yoldaki İşaretler 300 bin bastı

Seyyid Kutub'un İslamda Sosyal Adalet kitabi çevrilen ilk  kitaplardan biriydi. İsmail Kazdal, Türkiye'de en fazla okunan tercüme eserin yine Kutub'un Yoldaki işaretler kitabı olduğunu ifade ediyor ve "Yoldaki işaretler bu ülkede en az 300 bin satmıştır" diyor. Beşir Eryaarsoy ise Muhammed Hamidullah’ı  işaret ediyor ve kilit taşı hükmünde olduğunu söylüyor:

"Tercümeler  80'li yıllara kadar ağırlıklı olarak Müslüman Arap müelliflerin yazdığı Arapça eserlerden yapıldı. İkinci derecede ise Arap olmayıp eserleri Arapçadan tercüme edilmeyen diğer büyuk ilim fikir adamları vardı. İslam'a hizmetleri çok büyük. Muhammed Hamdullah bunlardan biridir. Pakistanlı olmakla birlikte eserlerini batı dillerinde, ağırlıklı olarak Fransızca yazmıştır.  Türkçeye Batı dillerinden tercüme edilmiştir. Pakistan'da bile ben onun eserlerinin bu kadar çok tercüme edildiğini zannetmiyorum. O manada Muhammed Hamidullah da çok önemli bir kilit taşıdır."

Hamza Türkmen için Yoldaki işaretler en önemli kitaplardan biri. Buna bir de Mevdudi'nin Kur'an'a Göre Dört Terim kitabını ekliyor. Türkmen, "İslami Kur'ani kavramlarımızı doğru kullanmak konusunda en önemli işaret taşı  Mevdudi'nin Kur'an'a  Göre Dört Terim kitabı oldu. Seyyid Kutub'un Yoldaki İşaretler’i bir toplum  ve durum değerlendirmesi yapması açısından önemli. 'Biz mağlup olduk. Yeniden Kur'an ümmetini kurmamız lazım” diyor.

“Bir perspektif çiziyor ama bu Seyyid Kutub'un en az anlaşılan yanıdır. İnsanlar Firavun’a boyun eğmeyip şehadete gidişine, yiğitliğine meftun" diyor.

4.)  90’larda Mavera Damarı Vardı

90’lı yıllarda  neler oldu peki? Hamza Türkmen'in iddiasına göre, biz henüz sistematik bir bütünlük yakalayamadan, Batılı oryantalistlerin think  thank kuruluşlarının  İslam üzerine ürettiği neo-gelenekçilik, İslam modernizmi, Kur'an  tarihselciliği konularıyla ilgili kitaplar  da çeviri yoluyla Türkçede devreye sokuldu. Seyyid Hüseyin Nasr, Rene Guenon, ya da Avrupa'nın istediği  İslam olan Mevlana,  Hallac-ı Mansur, Muhiddin ibn-i Arabi gibi felsefik, teorik, hayattan kopuk bir formun yaygınlaştırıldığını söylüyor Türkmen. Rudi  Paret, Montgomery Watt gibi yazarlarla da Kur'an'ı  anlamanın tarihselcilik  formu işlenip basıldı. Türkmen  bu çevirilerin Kur'an'la hayatı anlamaya  çalışan akımın kafasını karıştırdığını ama bütün bunlara rağmen Urvetul Vuska çizgisiyle irtibatta olan araştırmacı ve akademisyenlerimizin  90’lı ve 2000’li yıllardan bu yana artık çevirilere  ihtiyaç kalmayacak düzeyde telif eserler yazmaya başladığını düşünüyor.

Sezai Karakoç tercümelerden etkilendi

İlyas Dönmez, Beşir Eryarsoy ve Kazım Sağlam ise tercümelerin yanı sıra Sezai Karakoç, Rasim Özdenören gibi isimlere dikkat çekiyorlar. İlyas Dönmez 90'larda Mavera çevresi, Yedi Güzel Adam gibi yazarların kendi telif eserlerini yazmaya başladıklarını söylüyor. Dönmez, "Sezai Karakoç, Mavera çevresi edebi bir akım ancak bunlar da tercümelerden etkilenmiştir. Şiirlerinde ümmet vurgusu ve evrensel temalar görülür. Evrensel olan hem edebiyatta hem şiirde etki etmiştir" diyor. Beşir Eryarsoy, özellikle Sezai Karakoç'un Diriliş dergisinin ilk sayısında Mevdudi'den epey  tercüme yapıldığını ifade ediyor. Eryarsoy, "Rasim Özdenören abimizin İslam'da Devlet Nizamı adıyla neşredilen kitabı önce Diriliş dergisinde tefrika edildi. Çizgileri itibariyle ayrı tutmuyorum, Seyyid Kutub'un İslam'da Sosyal Adalet kitabı ve İslam Kapitalizm Çatışması kitabında anlattıkları ile Sezai Karakoç’un İslam Toplumunun Ekonomik Striktürü arasında muhteva olarak bazı farklılıklar olsa bile, İslam ekonomisinin kokenleri ile alakalı söyledıkleri birbirleriyle aynı doğrultuda seyrediyor" diyor. Kazım Sağlam ise Sezai Karakoç'un tercümelerdeki medeniyet perspektifini bu topraklara ve bu kültüre yerleştirdiğini ve bunu kendisi kalarak yaptığını ifade ediyor, Bu noktada Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa'yı da sayan Sağlam, İslami düşüncenin Afgani ve Abduh’la başladığı gibi bir düşüncenin olduğuna işaret ediyor ve "Hayır öyle bir şey yok, onlardan önce bu topraklarda bu meseleler görüşülmüş, tartışılmış, onlar da bunun devamdır. Ben Sait Halim Paşa'nın, Sezai Karakoç'un, Akif'in baktığı yer ile Afgani'nin baktığı yeri ayrı görmüyorum. Sezai Bey yerel düşünce ile ümmetçiliği meczedebilen, ayakları yere basarak ümmetçilik yapabilen bir insandır. Kendimizi inkâr ederek ümmetçilik yapamayız" diyor.

HABERE YORUM KAT