Mescidde örtünme ve tüketimde ölçü
İnsan bazen ibadetle hayat arasındaki mesafeyi fark etmeden açabiliyor; mescitte başka, sofrada başka, gündelik hayatta bambaşka biri olabiliyor. A‘râf sûresinin 31. ayeti tam da bu kopukluğu konu edinip; adalet çağrısının hemen ardından giyimden yeme-içmeye uzanan bir ölçü hatırlatması yapıyor. “Ey Âdemoğulları!” hitabıyla başlayan bu uyarı, her çağın Müslümanına yönelmiş canlı bir davet anlamı taşıyor: “Yaşarken de ibadet ederken de dengeli ol, ölçüyü kaybetme.” Bu yazıda şu sorunun izini sürmeye çalışacağım: Kur’an neden ibadetle estetik duyarlılığı ve helâl nimetlerle sınır bilincini aynı ayette bir araya getiriyor? Bu ayetin bize söylediği şey şu olabilir: Dindarlık, ne bedeni ihmal eden bir katılıktır ne de sınır tanımayan bir serbestlik; asıl dindarlık, Allah’ın sevmediği aşırılıklardan uzak durarak hem ibadeti hem hayatı hakkıyla yaşamaktır.
“Ey Âdemoğulları” Hitabının Kapsamı
el-A`râf 7/30 ayetiyle adaletin emredilmesinin ardından bu yazının konusu olan ayette de ibadethanelerde giyim, yeme ve içme konusundaki adalete dikkat çekilmiştir: “Ey âdemoğulları! Her mescit yanında ziynetinizi alın. Yiyin, için israf etmeyin çünkü o, israf edenleri sevmez.” (el-A`râf 7/31). “Ey âdemoğulları!” denilerek günah işledikleri elbise yerine başka elbise bulamadıkları gerekçesiyle Kâbe’yi çıplak tavaf eden müşrikleri kınama iması içeren bu hitabın sebebinin hususi oluşu, hükmün genel oluşuna engel değildir. Yani evrensel bir ahlâk ve ibadet adabı öğreten bu genel hitaba göre ibadet için her mescide giden herkes örtünmelidir.
İbadette Estetik Bilinci, Mescid ve Ziynet
Mescid ve ziynet kelimelerini bir araya getirerek din ile estetik arasında ilgi kurduğu söylenebilecek yukarıdaki ayette mescide gidenlere “ziynetinizi” alın denilerek elbise giymeleri emredilmiştir. Zira süslenmeden de kılınan namaz geçerlidir. Namaza giderken örtünmek farz, güzel elbiseler giyip, koku sürünüp gitmek ise hoş bir şeydir. Erkeklerin güzel giyinmesine altın yüzük ve ipek dâhil görülmemiştir. Mescide giderken giyilecek elbise için savurganlık düzeyinde para harcanmamalıdır çünkü savurganlar şeytanın kardeşleridir (el-İsrâ 17/27). En güzel elbise ise takvadır (el-A`râf 7/26). Mescidlerin en güzel süsü ise orada ifa edilen ibadetler ve sergilenen erdemli tutum ve davranışlardır. Ayrıca güzel görünüm, kişiyi kibre sürüklememelidir.
İsraftan Arındırılmış Bir Hayat Tasavvuru
Ayetteki “israf” yasağı; şirk, koşmak, helali haram saymak, haram yemek, fazla ya da az yemek şeklinde yorumlanmıştır. Yeryüzünün mü'minlere mescid kılınmasının anlamı; her yerin şirkten, çıplaklıktan, haramdan, aşırılıklardan ve israftan arındırarak yeryüzünü Allah rızasını kazanmak için süslemek olacaktır. Ayetteki ilk üç fiilde dinin “yasaklayıcı” değil “ölçü koyucu” üslubu (ziynetinizi alın, yiyin, için) tercih edilmişken son fiilde ise (israf etmeyin) yasaklayıcı bir üslup kullanılmıştır. Sonda geçen “o, israf edenleri sevmez.” ifadesiyle de bu yasağın gerekçesi belirtilmiştir. Ayet; gıda israfı, lüks tüketim, gösteriş ve kibirle harcama yapmak ile kaynakları heder etmeyi yasaklamakta ve “İsraf ve kibir olmadığı sürece yiyin, için, giyinin, sadaka verin.”.”[1] hadisi de bu yasağı pekiştirmektedir. Zühd bağlamında ayetin, bedenin hakkını (yeme–içme) ve ruhun hakkını (ibadette saygı ve edep) vermeyi ve nefsin tuzaklarına (israf/kibir/riyâ) karşı da dikkatli olmayı teşvik ettiği söylenebilir. Kul, Allah karşısında mütevazıdır ancak bu tevazu kıyafet saç, baş vs. açısından perişan bir görünümle kazanılan bir erdem olamaz. Bilakis hadiste belirtildiği gibi “Allah güzeldir ve güzeli sever.”[2]
Sonuç
A‘râf sûresinin 31. ayeti, bir yandan dindarlık adına bedenin ve mahremiyetin değersizleştirilmesini, diğer yandan “manevîlik” söylemi altında estetik, gösteriş ve haz merkezli bir yaşam tarzını meşrulaştıran yapıları eleştirmeye imkân veren güçlü bir kriter sunar. Söz konusu ayet, dindarlığın yalnızca niyetlerde ve söylemlerde değil, en sıradan görünen tercihlerde bile sınandığını hatırlatır. “ziynetinizi alın” buyruğuyla başlayan ve “israf etmeyin” uyarısıyla tamamlanan bu ayet, Müslüman’ın hayatına neyi ekleyip neyi çıkarması gerektiğini gösteren ince bir denge öğretir. Şöyle ki ne ibadet adına hayattan el etek çekmeyi fazilet sayar ne de nimetleri sınırsızca tüketmeyi masum görür. Bu yazıda ulaşılan temel sonuç şudur: Kur’an, kuldan perişanlığı değil vakar, aşırılığı değil ölçüyü talep eder. Elbette bu ayet, modern tüketim kültürünün ekonomik, psikolojik ve yapısal tüm sorunlarını tek başına çözmeyi hedefleyen teknik bir reçete değildir; ancak israf, gösteriş ve sınırsız tüketim anlayışına karşı güçlü bir ahlâkî ilke sunduğu açıktır. Bugünün insanı için bu ayet, sadece mescide nasıl gidileceğini değil, sofraya nasıl oturulacağını, imkânların nasıl kullanılacağını ve nimetlerle nasıl ilişki kurulacağını da öğretir. Belki de asıl ibret şuradadır: Yüce Allah’ın sevmediği bir hayat tarzını sevilecek bir hayat biçimine dönüştürmemek ve ölçüyü kaybetmeden yaşamanın da başlı başına bir kulluk olduğunun farkına varmak.
1] Ebû Abdillâh Muhammed İbn Mâce, “Sünen”, thk. Muhammed Fuad Abdülbaki (Kahire: Daru İhyai Kütübi’l-Arabiyye, ts.), “Libâs”, 23 (3605).
2] Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc Müslim, Ṣaḥîḥu Müslim (Beyrut: Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, ts.), "Tahrîmu’l-Kibr ve Beyânuhu", 147.








YAZIYA YORUM KAT