1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. IŞİD'in Gerçek Kökeni ve Ebu Ali Anbari
IŞİD'in Gerçek Kökeni ve Ebu Ali Anbari

IŞİD'in Gerçek Kökeni ve Ebu Ali Anbari

"Ebu Ali el Anbari’nin gizli biyografisi, grubun radikal anlayışı üzerinde bu ismin herkesten daha fazla etkili olduğunu gösteriyor."

06 Aralık 2018 Perşembe 20:09A+A-

Hassan Hassan tarafından kaleme alınan bu yazıda, IŞİD'in köklerine yüzeysel anlamda bir dokunuş gerçekleştirilmiş. Hassan, Ebu Ali el Anbari'nin örgütün önde gelen bir ismi, hatta Ebu Musab Zerkavi'yi dahi fikirleriyle etkisi altına aldığını yazıyor.

IŞİD'in gerçek çıkış noktası

Ebu Ali el Anbari’nin gizli biyografisi, grubun radikal anlayışı üzerinde bu ismin herkesten daha fazla etkili olduğunu gösteriyor.

IŞİD üzerinde çalışan tarihçilerin çoğu, grubun ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından bir tepki olarak meydana gelen Irak El Kaidesi’nin içinden koparak ortaya çıktığında hemfikirdir. Uzmanlar aynı zamanda, grubun şeklini belirleyen en etkili ismin bir zamanların Irak El Kaidesi lideri Ürdünlü Ebu Musab el Zerkavi olduğu hususunda da hemfikirdir.

Ürdünlü cihat yanlısının karanlık bir vizyonu vardı; Sünniler ile Şiiler arasında bir iç savaşı körükleyip, bu süreç sonunda bir hilafet kurmak niyetindeydi. Zerkavi 2006 yılında öldürülmesine rağmen, vizyonu 2014 yılında gerçek oldu. IŞİD bu tarihte Irak’ın kuzeyi ve doğu Suriye’nin neredeyse tümünü bir anda ele geçirdi.

IŞİD’in çıkış noktasına dair anlatılanlar genellikle her ikisi de Sünni olan Zerkavi ve Usame bin Ladin’in Şiilerle olan savaşın vaziyeti ve tekfir konusunda yaşadıkları fikir ayrılıkları etrafında odaklanır. Hikayeye göre bu fikir ayrılıkları Irak’ta daha da derinleşerek El Kaide ve IŞİD’in ayrılmasına kadar uzadı.

Bu varsayımlar üzerinden, konu ile alakalı çalışan herkes  IŞİD’in ortaya çıkışının arkasındaki fikirsel çerçevenin mimarı olarak Zerkavi’yi kabul etti.

Yakın bir zaman önce, herkesin üzerinde mutabık olduğu bu meseleleri masaya yatırma niyetimi gerçekleştirdim. Eğer IŞİD’in temelinin ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden çok öncelere dayandığını ve grubun ‘modus operandi’si yani işleyiş usülü üzerinde tek bir adamın diğer herkesten fazla etkisi olduğunu varsayarsak, bu isim Zerkavi değil, Ninovalı Abdurrahman el Kaduli yani namı diğer Ebu Ali el Anbari’dir. El Kaide bünyesinde görev yaparken Zerkavi’nin hemen altında çalışan (2 numarası) el-Anbari IŞİD’in radikal yaklaşımını üzerinde en fazla etki sahibi olan şahış oldu. Onun etkisi, Zerkavi’nin etkisinden daha sistematik, uzun soluklu ve daha derin oldu.

"IŞİD tarafından hazırlanmış Anbari biyografisi"

Bir ay kadar önce elime Anbari’nin hayatını ve 90’ların Irak’ında etrafındaki aşırıcı çevreyi anlatan 93 sayfalık bir döküman geçti. Anbari’nin oğlu Abdullah bu biyografiyi IŞİD tarafından kullanılmak üzere kaleme aldı. Biyografinin bazı kısımları örgütün Arapça neşrettiği Al Naba haftalık gazetesinde, Anbari’nin ölümünden kısa bir süre sonra 2016 yılında yayımlanmıştı.

IŞİD içindeki muhalifler bir süre önce çalışmanın tamamını sosyal medya üzerinden ifşa etti. Ben de bu şekilde dökümana vakıf oldum. Abdullah biyografinin 16 yıl boyunca babasıyla yakın bir şekilde çalışırken elde ettiği kendi gözlemleri, Anbari’nin kendisi tarafından tutulan bir günlük ve Anbari ile IŞİD bünyesinde beraber savaşan silah arkadaşlarının ilk ağızdan anlattıklarına dayandığının altını çizmektedir.

Abdullah tarafından kaleme alınan biyografinin yanı sıra, bu yazıyı kaleme alırken Anbari’nin 2014 ve 2015 yıllarında yaptığı konuşmalardan ve IŞİD üyeleriyle gerçekleştirdiğim röportajlarda aldığım notlardan da faydalandım.

Açıkça söylemek gerekirse vardığım sonuç, Zerkavi’nin Anbari’den etkilendiği yani kabul gördüğü üzere, tam tersi olmadığı oldu.

Anbari 1959 yılında, Arap ve Ermeni kökeni olan ancak Türkleşmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesi kendini dine adamış insanlardı. Abdullah biyografide, babasının gençken bir gün güvercin almak istediği bir hikaye anlatıyor. Anbari’nin babası oğluna güvercinleri almadan imamdan şeri olarak bunun caiz olup olmadığını öğrenmesini söyler. İmam genç Anbari’ye bunun “şeytan işi” olduğunu söyledikten sonra Anbari vazgeçer. (Bazı Arap memleketlerinde, güvercin besleyenlerin şahitliği kabul edilmez. Araplar bu insanları dürüstlükten uzak olarak görür zira uğraştıkları işin gereği olarak başkalarının güvercinlerini çalıp sonra çalmadım derler.)

Anbari, Tel Afer’deki bir enstitüde Şeriat hukuku üzerine eğitim görmek için orta okuldan sonra buraya gider. 1982 yılında Bağdat Üniversitesinden İslami çalışmalar üzerine diplomasını alarak mezun olur. (Ebubekir el Bağdadi de buradan mezun olmuştur.) Mezun olduktan sonra Irak ordusuna katılıp yedi yıl görev yapar ve İran-Irak Savaşında yer alır.

"Hem askeri hem dini eğitim aldı"

Oğlu biyografide şöyle diyor; “Babam az kişide bulunan bir özellik olarak, hem dini hem de askeri eğitim aldı.”

Biyografiye göre, Anbari askerlik görevinden sonra Mucama Barzan isimli ufak bir kentte Şeriat dersi vermek üzere görevlendirilir. Bir gün kentin zenginlerinden birisi müzikli ve danslı bir eğlence vermek için çadır kurmaları amacıyla Gacarları (Şarkı ve danslarıyla ün salmış kendilerine has bir dilleri olan etnik grup) davet eder. Haberi alan Anbari çok sinirlenir zira bu partinin dini bir ritüel olduğunu düşünmektedir. Bu partiye gitmeyen bütün öğrencilerine fazladan not vereceğini ilan eder ancak bu yeterli bir duruş olmaz.

Anbari bu adamları öldürmeyi düşünür ama silahı yoktur. Daha sonra öğrencilerinden birisinden mazot getirmesini ister, planı Gacarları çadırlarında yakmaktır. Meselenin sonunda ise sadece Gacarlara ve yapmayı planladıkları eğlenceye muhalif bir vaaz vermekle yetinir.

Üzerinde büyük bir baskı oluşan zengin sponsor misafirlerini geri göndermek zorunda kalır. Mesele kapanmış olmasına rağmen Anbari’yi düşünmeye sevkeder. Bu şekil bir eğlenceye izin vermeyi dahi düşünen sistem mutlaka hatalıdır sonucuna varır.

fafa-001.jpg

Ölümünden sonraki süreçte IŞİD propaganda kaynaklarının servis ettiği, Anbari'ye ait görüntü

90’ların ortasında Anbari Sünni ve Şiilerin birlikte yaşadığı Tel Afer’e geri döner. Şehirdeki en büyük Şii mahallelerinden biri olan Hadra’daki bir okula tayini çıkar. Daha sonra da okula yakın bir caminin imamı olarak atanır. Bu mevkiyi Şiilerin ve Sufilerin yoldan çıkmış gruplar olduğuna dair vaazlar vermek için kullanır.

Sonraki yıllarda ise kuzeydeki cihat yanlısı organizasyonlara yakınlık duymaya başlar. Biyografide Anbari’nin Çeçenistan ve Afganistan’dan yayılan ses kayıtlarından ve cihadi neşriyattan etkilendiği yazmaktadır.

Anbari daha sonra hepsi önemli cihat yanlısı olan üç isimle bağlantılar kurar. Bu isimlerden bir tanesi Irak Savaşının ilk günlerinde Peşmerge tarafından Musul’da öldürülürken, iki tanesi de Irak İslam Devleti bünyesinde yönetici olur.

"11 Eylül ve Irak cihadı"

11 Eylül saldırılarının gerçekleştiği tarihte Irak’ta cihada olan destek hiç olmadığı kadar artmıştır. Saldırıların başarısı ABD işgali öncesinde artan bu desteğin tavan yapmasının arkasındaki faktörlerden birisiydi ama tek faktör değildi.

91’deki Körfez Savaşı günlerinde Saddam Hüseyin yönetimi “İslami İman Çalışmaları” isimli bir programla halkın dinlerini daha iyi öğrenmelerini amaçladı. Saldırılardan yedi ay kadar önce Irak hükümeti tarafından resmi görevi Yahudileri kutsal şehirden çıkarmak olan ve gönüllülerden müteşekkil “Kudüs Ordusu” kuruldu. Suriye’deki El Kaide kolunun kurucularından Ebu Merya el-Kahtani bir röportajda bana, Saddam Hüseyin’in ısrarcı Amerikan karşıtı söylemlerinin birçok kişiyi hem işgal öncesinde hem de işgal sonrasında ABD etkisine karşı savaşmak için motive ettiğini ifade etmişti. El Kahtani’nin kendisi de Saddam Hüseyin rejimi tarafından İsrail’e yönelik olası bir saldırı için eğitilmiştir.

Anbari tam olarak böyle bir ortamda yaşadı. 11 Eylül saldırılarından sonra Anbari ve birkaç eski öğrencisi “emirlik çekirdeği” diye tabir edilebilecek bir yapıyı kuzey Irak’ta kurdu. Öğrenciler Tel Afer’i çevreleyen tepelerde Anbari’nin yakın arkadaşlarından İyad Ebubekir tarafından eğitilmeye başladı.

Cihat yanlısı eğilimin yanı sıra 11 Eylül saldırılarının da Irak’taki dini kutuplaşma üzerinde büyük etkisi oldu. Anbari ve kendisi gibi düşünen cihat yanlıları rekabet içinde oldukları ve aralarında Müslüman Kardeşler gibi organizasyonların bulunduğu İslamcıları düşman olarak tanımlamaya başladı ki bu daha sonra IŞİD’in ideolojisinin en önemli bileşenlerinden birisi oldu. Anbari, Müslüman Kardeşlerin siyasi normları benimsemesini ve El Kaide’yi reddetmesini bir ihanet olarak görüyordu. Kendisinin Müslüman Kardeşlerle alakalı takıntısı ses kayıtlarından da anlaşılmaktadır. Anbari vaazlarında Müslüman Kardeşlere sık sık “şeytanın kardeşleri” diye hitap ediyordu.

11 Eylül saldırıları sonrasında Irak’ta dolaşmaya başlayan bir dizi cihat yanlısı kitap Anbari tarafından da dikkatle takip edildi. Bu kitaplardan özellikle Zerkavi’nin zindandaki akıl hocası Ebu Muhammed el Makdisi ve Mısırlı cihat alimi Abdulkadir bin Abdulaziz tarafından yazılanları dikkatini daha fazla çekiyordu.

Oğlunun yazdıklarına göre bu neşriyatlar, küfür ve insanlar tarafından getirilen yasalara uyma gibi meselelerde “Şeyhin konseptini cilaladı ve akidesini düzeltti.” Bu şekilde, ılımlı İslam yaklaşımını daha önce benimsemeyen bir adam, bu konsepti tamamen İslam’a ters olarak reddetti.

Bu noktada, yazıyı okuyanların, sonraki süreçte IŞİD tarafından harfiyen uygulanan Anbari’nin aşırıcı görüşlerinin, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden ve Anbari’nin Zerkavi ile tanışmasından ÖNCE oluştuğunu görmüş olduğunu umuyorum.

"Zerkavi'nin Afganistan'dan Kuzey Irak'a varması"

Biyografiye göre, Zerkavi Afganistan’dan gelip Kuzey Irak’a vardığında yıl 2002 idi. Bir ay kadar sonra Anbari, Kürtlerden oluşan cihat yanlısı Ensar el İslam ve Anbari’nin bir arkadaşı tarafından misafir edilen Zerkavi ile Bağdat’ta buluştu. (Bu ifade, ilk defa bir IŞİD neşriyatında Zerkavi’nin işgalden önce Bağdat’ta bulunduğunu söylemektedir. Daha önceleri, bazıları bu kronolojinin yanlış veya siyasi nedenlerle saptırılmış olduğunu iddia ediyordu. Bush hükümeti savaşı meşru gösterebilmek için Zerkavi ile Saddam Hüseyin arasında bir bağlantı olduğu iddiasında bulunmuştu.)

Bu süreçte, Anbari cihadi işler çerçevesinde Irak’ın kuzeyi ve merkezi arasında birkaç defa yolculuk yaptı. Abdullah tarafından kaleme alınan biyografide şu ifadeler yer almaktadır: “Cihad hazırlıkları, hem adam hem de silah açısından olgunlaşıyordu. Bütün bunların hepsi Baas rejimi hüküm sürerken oluyordu.”

“Bütün bunlar” diye tanımlanan işlerin arasında İslami hareketin, savaştan önce “tövbe eden” Baasçıların harekete yeni katılımlar sağlamak amacıyla profesyonnelleştirilmesi de vardı.

Bir zamanlar Saddam Hüseyin’in ordusunda binbaşı olarak görev yapan ve daha sonra IŞİD hiyerarşisinde 3 numaralı isim haline gelen Ebu Müslim el Türkmeni bizzat kendisi Saddam karşıtı ve cihat yanlısı bir grubu eğiterek bu grubu Anbari’nin komutasına verdi. Anbari ve Türkmeni’nin adamları Zerkavi için silah susturucuları ve el yapımı patlayıcılar (EYP) üretti.

ABD 2003 yılında Irak’ı işgal ettiğinde Anbari ve Zerkavi’nin birbirinden ayrı ve henüz El Kaide’nin birer parçası olmayan grupları vardı. (2004 yılında her iki isim de Anbari, Zerkavi’nin yardımcısı olarak biat etti.) Sonraki yıllarda IŞİD’in karakterini oluşturacak olan aşırıcı politikalar ve gidişatın Zerkavi değil Anbari tarafından idare edildiğini gösteren çok sayıda delil bulunmaktadır.

İşgalden kısa bir süre sonra, Anbari’nin Tel Afer’deki grubu “kafir” olarak tanımladıkları veya bir engel olarak gördükleri herkesi hedef almaya başladı; Şiilere, Müslüman Kardeşler üyelerine ve hangi aşirete mensup olduğu farketmeksizin bütün yerel muhbirlere saldırdı.

İlginç bir şekilde, Zerkavi’nin bu derece aşırı bir bakış açısını uygulamaya alması bir yıldan fazla sürdü. Zerkavi resmi olarak Bin Ladin’e biat ettikten ve Irak El Kaide’sinin lideri olduktan sonra örgüte bir mektup yazarak Şii sivillere ve tapınaklarına saldırı planları hazırladıklarını haber verdi. Şiilerin hedef alınması fikri büyük ihtimalle Iraklılar tarafından gündeme getirildi. Bunu yapan belki de Anbari’nin ta kendisiydi.

"Zerkavi'nin kafayı taktığı laik Arap rejimleri"

2004 yılına kadar Zerkavi’nin en çok kafayı taktığı mesele laik Arap rejimleriydi. Bu nefretinin örneklerinden bir tanesi de Bağdat’taki Ürdün elçiliğini 2003 yazında bombalaması oldu. Grubu uzun zamandır yakından takip eden ve New York merkezli Flashpoint istihbarat şirketinin eş kurucularından birisi olan Leys El Huri, Zerkavi’nin Şii karşıtı söylemlerin 2005 yılında Sünnilerin harekete geçirilmesi için çok önemli bir araç olarak gördüğünü bu yüzden de Şiilere karşı “bütün her yerde” topyekün bir savaş ilan ettiğini söylemektedir.

Zerkavi gibi Ürdünlü olan ünlü cihat hareketleri uzmanı Murad Batal Şişani bana bir keresinde Zerkavi’nin 90’larda Ürdün’de (Gizli bir İslami hareket ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle) mahkemede yargılandığı sırada verdiği ifadelerde 2003 sonrasında gözlemlenen aşırıcı düşüncelerine sahip olduğuna dair herhangi bir söylem olmadığını söylemişti.

Şişani konu ile alakalı şunları söylemektedir; “Zerkavi Ürdün’de iken, kendisinden daha önce cihad eden büyüklerinden farklı bir düşüncesi yoktu. Sadece karakter olarak onlardan farklıydı; kendisi daha radikaldi ve kabadayıvari bir geçmişi vardı ancak ideolojik olarak herhangi bir ağırlığı yoktu. Irak’ta olup bitenlerden fazlasıyla etkilendi.”

Anbari aynı zamanda Irak El Kaide’sinin yabancılar tarafından idare edilen bir örgütten Iraklılar tarafından domine edilen bir güce dönüşmesinde büyük bir rol oynadı. Biyografide, Anbari’nin 2005 yılında Zerkavi’nin emriyle Pakistan’a gönderildiği, bu görev için Irak’tan sahte evraklarla çıktığını ve görevinin de Pakistan’daki El Kaide liderlerine Irak kolunun silah arkadaşlarından uzaklaştığı iddialarının yersiz olduğunu anlatmak olduğu anlatılmaktadır.

(Anbari’nin yolculuğu ile alakalı detaylar, daha önce sürekli reddedilmesine rağmen İran’ın bir geçiş koridoru olarak kullanıldığını göstermektedir.)

Anbari geri döndüğünde, Irak El Kaide’sinin diğer yerel güçlerle birleşerek Mücahitler Şura Konseyi’nin 2006 yılının Ocak ayında kurulmasını sağlayacak bir plan ortaya koydu. Bu konseyin başı ise o zamanlar kullandığı lakabı ile Abdullah Raşid el Bağdadi yani Anbari oldu.

"Şii ve ABD'lilere yönelik saldırılar arttı"

Bir yıl sonra, artık “Iraklılaştırılmış” yerel operasyon adını Irak İslam Devleti olarak değiştirdikten sonra Şiilere ve Amerikalılara karşı saldırılarını büyük oranda arttırdı.

Anbari 2006 yılında ABD askerleri tarafından Bağdat’ta yakalanıp gözaltına alındıktan iki ay sonra Zerkavi de öldürüldü. Böylece kendisinin grup üstündeki etkisi de tamamen bitmiş oldu.

Anbari 2012 yılına kadar hapiste kalmasına rağmen, birlikte hapis yattığı arkadaşlarını cihada yönlendirip hareketine katarak hikayenin bir parçası olmaya devam etti. Anbari’nin salıverilmesinden sonra (IŞİD’in Iraklı yetkililere büyük miktarda bir rüşvet vererek bunu başardığı söylenmektedir) Ebubekir el Bağdadi kendisini Bağdat’a çağırıp çok önemli bir görev verdi.

Anbari’nin yeni görevi Suriye’ye giderek, o zamanlar Nusret Cephesi adını taşıyan Suriye kolunun hala kendilerine sadık olup olmadığı hususunda bir cevap getirmekti. (IŞİD tarafından yayımlanan bir habere göre) Anbari, Nusret Cephesinin lideri Ebu Muhammed Cevlani için “Kurnaz birisi” ve “İkiyüzlü” diye bahsetti.

Bu nedenle, Anbari ve Bağdadi Cevlani’ye karşı bir komplo kurdular. Nusret Cephesi’nin anahtar isimleriyle bağımsız ilişkiler tesis ettiler. Daha sonra da Bağdadi, Nusret Cephesi’nin kabul etmemesine rağmen Irak İslam Devleti ve Nusret Cephesi’nin birleştirildiğini ilan etti. Haliyle bu birleşme uzun sürmedi ancak Nusret Cephesi’nin liderlerinden bazıları Bağdadi’ye katıldı. Anbari bu süreçte, Ebu Şuayib el Iraki ismiyle, cihat yanlıları arasındaki iç çatışmanın çözülmesi maksadıyla El Kaide ile iletişim kurma görevini üstlendi. Bu görüşmeler başarısız oldu ve IŞİD 2014 yılının Şubat ayında resmi olarak El Kaide’ye olan biatını bozarak grupla olan bağını kopardı.

Suriyeli muhaliflerin gözünde Anbari IŞİD’in görünen yüzüydü zira 2012 yılından 2014 yılına kadar birçok defa onlarla toplanmış ve anlaşmaya çalışmıştı. Musul’un ele geçirilmesinden sonra ise Anbari bütün dikkatini grubun ideolojisini iyice keskinleştirmeye adadı.

Kendisi örgüt içindeki baş ideolog oldu. Yüksek mevkilerde görev yapan alimleri eğitti. Dini meselelerde yazı yazan IŞİD üyelerinin yazılarını denetleyen ve halifeliği ilgilendiren konularda da fetva veren kişi oldu. Anbari’nin gözetimi altında Ürdünlü pilota yakılarak infaz cezası verildi.

Genç Anbari’nin tıpkı Gacarları yakmak istediği gibi... IŞİD’in eline geçen Yezidiler ya öldürüldü ya da esir alındı. IŞİD’in Irak’ın üçte birini Suriye’nin de yarısını ele geçirdiği dönemde kendilerine isyan edenlerin akibetini göstermek ve ibret örneği yapmak için iki büyük aşiret tamamen ortadan kaldırıldı.

Anbari daha sonra 2013 yılında Suriyeli muhalifleri tekfir etti ve katledilmeleri için bir fetva yayınladı.

"Yakalanmamak için kendini patlattı"

Anbari daha sonra Bağdadi tarafından grubun mali işlerden sorumlu kişisi olarak atadı. Bu görev Suriye ile Irak arasında düzenli olarak yolculuk yapması anlamına geliyordu. 2016 yılının Mart ayında bu yolculuklardan birisinde Anbari, Irak-Suriye sınırı yakınlarındaki Şeddadi isimli bir yerde öldürüldü.

Biyografiye göre, Amerikalı askerler kendisini canlı olarak yakalamak istedi ancak o patlayıcı bir kemer kullanarak kendini patlattı. Anbari, Zerkavi’den hem 10 yıl fazla yaşadı hem de ondan daha fazla etki sahibi oldu.

Uzmanların Anbari’nin katkılarını göz ardı etmesinin sebebi, belki de kendisinin çok fazla göze batmamak için aldığı önlemlerdi. Örnek olarak kendisine ait bir düzineden fazla lakabı vardı. Uzun yıllar boyunca ABD istihbaratı Anbari’nin iki farklı kişi olduğunu düşünüyordu. Yetkililerde sadece iki tane fotoğrafı vardı.

2005 yılında Musul’da kısa bir süreliğine gözaltına alındığında kendisini yakalayan ABD’li askerler Anbari sahte dökümanlar kullandığı için onun gerçekte kim olduğunu asla öğrenemedi.

2006 yılında yakalandığında ise El Kaide’nin domine ettiği Mücahitler Şura Konseyi lideri olarak değil, Tel Aferli yerel bir ‘teröristçik’ olarak tanımlandı ve ona göre muamele gördü.

Zerkavi’nin önce Irak İslam Devleti daha sonra da IŞİD’e dönüşen bir cihat yanlısı gruba liderlik yaptığı doğru olmakla beraber IŞİD’in Zerkavi’nin zekasının bir ürünü olduğunu iddia etmek ciddiyetten uzaklaşıp basite kaçmaktır.

Zerkavi’nin ilk dönemlerindeki hareketlerini yakından inceleyen uzmanlar kendisinin Irak’a gelmeden önce mezhepçi düşüncelere sahip olmadığı ve ideolojisinin o günkü ana akım cihadi söylemlerinden farklı olmadığı hususlarında hemfikirdir. Eski bir CIA analizcisi ve yakında çıkacak olan “Hedefleyici: CIA’deki Hayatım, IŞİD’in Vaftizbabasının Avlanması” isimli kitabın yazarı Nada Bakos, Zerkavi hakkında bana şöyle demişti: “İyi bir taktisyendi, stratejik düşünce açısından yetersizdi ve etrafından cereyan eden durumlara tepki veriyordu. Başarmak istediği şeyler için gerekli stratejiyi etrafındaki insanlar inşa etti.”

Cihat yanlısı grupları araştıran ve IŞİD konusunda Irak hükümetine danışmanlık yapan Iraklı tarihçi Huşam El Haşimi, ABD işgali sonrasında ortaya çıkan milis hareketleri en başından beri yakından inceleyen bir isimdir. El Haşimi’ye göre Zerkavi’nin düşünce ve yaklaşımına şekil veren üç Iraklı ideolog vardı. Bu isimlerin hepsi, dini eğitim açısından Anbari le benzer profillere sahip isimlerdi ve hepsi de aşırıcı fikirleri ve eylemleri nedeniyle Saddam Hüseyin rejimi tarafından aranan isimlerdi.

Zerkavi’nin eski yardımcılardan olan ve şu anda hapiste bulunan Ebu Abdurrahman el Iraki, Selefi Tevhidi Hareket ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle ilki 1978’de olmak üzere birçok defa hapse girip çıkan ve şu anda hala hapiste olan Nizam Addin Rifai ve Irak’ta Selefi ideolojinin en tanınan isimlerinden olan ve 1991’den bu yana aranmasına rağmen yakalanamayan Abdüssamed el Müfti.

El Haşimi, bu Iraklı alimlerin, daha sonra El Kaide tarafından dahi reddedilecek ama IŞİD tarafından benimsenecek fikirlerin gelişimini sağladıklarını söylemektedir.

“Bu alimlerin kendi fikirlerine göre oluşturdukları, tamamen ayrı bir İslam hukuku ve mitolojisi vardı ve hepsi fikirlerinin temeli olacak birçok eser ortaya koydu. Zerkavi sadece bu isimlerin yaklaşımına göre hareket eden askeri bir komutandı ki tam da bu yüzden daha önce Makdisi ve Bin Ladin gibi düşünmesine rağmen Iraklılarla haşır neşir olduktan sonra fikirleri değişti.”

Anbari’yi bu alimlerden ayrı kılan ise, Zerkavi’nin ortaya çıkışından on sene önce aşırı ayrılıkçı düşüncelere sahip olmasının yanı sıra Irak’ta önce El Kaide daha sonra da IŞİD bünyesinde organizasyonel seviyede faaliyetlerde bulunmasıdır. Anbari salındıktan sonra ölümüne kadar IŞİD içinde en uzun süre bulunan ve en yüksek mevkide oturan alim oldu.

IŞİD’in ortaya çıkış sürecinde Anbari’nin oynadığı merkezi rol ve kendisi gibi düşünen daha birçok lider üreten 2003 işgali öncesi Irak’ın vaziyetine baktığımızda örgütün aslında Ürdünlü kurnaz Zerkavi’nin tarafından meydana getirilmediğini görmekteyiz. Görünen o ki, Zerkavi gelecekte bir gün liderliğini yapacağı bir grubun ideolojik çerçevesinin çok önceden belirlendiği bir ülkede “tesadüfen” bulundu. Bu süreç içinde de kendisinden önce kurulmuş ve yerel ideologlar tarafından şekil verilmiş bir çevreden etkilendi.

Bu ayrımın yapılması elzemdir. Eğer IŞİD, ABD işgalinden ve Zerkavi’nin bölgeye gelmesinden on yıl kadar önce organik bir şekilde ortaya çıkmış ise bu durum kısa bir süre içinde büyük bir toprak parçasını ve Irak gibi demografik olarak farklılıklar içeren bir bölgeyi nasıl kontrol altına aldığına dair sorular cevap bulur.

Sonuç olarak, IŞİD’in bölgede daha önce iddia edildiğinden çok daha derin kökleri vardır.

Araştırmacı Hassan Hassan tarafından kaleme alınan ve The Atlantic'de yayımlanan bu yazı Mepa News okurları için tercüme edilmiştir.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum