
Gazze'de Sarı Hat: Ateşkes mi, yeni sınır mı?
“İsrail Genelkurmay Başkanı Zamir'in, Gazze'yi bölen Sarı Hat'tı İsrail için “yeni bir sınır” olarak tanımlaması, bu hattın geçici bir askerî düzenleme değil, kalıcı bir mekânsal ve stratejik ayrım olarak kurgulandığını açık biçimde ortaya koymaktadır.”
Gazze'de Sarı Hat: Ateşkes mi, yeni sınır mı?
İsmail Şahin / Star Açık Görüş
İsrail Genelkurmay Başkanı Eyyal Zamir'in, bölgede konuşlandırılmış askerlere hitaben yaptığı konuşmada Donald Trump'ın ateşkes planı kapsamında Gazze'yi bölen Sarı Hat'tı İsrail için “yeni bir sınır” olarak tanımlaması, bu hattın geçici bir askerî düzenleme değil, kalıcı bir mekânsal ve stratejik ayrım olarak kurgulandığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Askerî kontrolün süreklilik kazanması, hukuki tanımı ne olursa olsun, sahada fiilî bir işgal rejimi üretmektedir.
Gazze'de ilan edilen ateşkes ile sahadaki fiilî durum arasındaki derin uyumsuzluk, her geçen gün daha görünür hâle gelmektedir. İsrail Genelkurmay Başkanı'nın "Sarı Hat" olarak adlandırılan askerî hattı fiilen yeni bir sınır gibi tanımlaması, ateşkesin geçici bir güvenlik düzenlemesi olmaktan çıkarak kalıcı bir jeopolitik mühendislik aracına dönüştüğünü ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, yalnızca İsrail–Filistin çatışmasının geleceğine dair değil; aynı zamanda uluslararası hukukun bağlayıcılığı, ateşkes rejimlerinin inandırıcılığı ve dış aktörlerin sahadaki rolü bakımından da ciddi sonuçlar doğurmaktadır.
İsrail, 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkesin ilk aşamasında geri çekilmeyi taahhüt ettiği Sarı Hat boyunca askerî varlığını sürdürmekte ve hattın her iki tarafında da farklı gerekçelerle uluslararası hukukla bağdaşmayan uygulamalara devam etmektedir. Ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana bölgedeki saldırıların tamamen durmadığı bildirilirken Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre bu süreçte yüzlerce Filistinli yaşamını yitirmiştir. Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında ise, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze'de 70 bini aşkın Filistinlinin hayatını kaybettiği, İsrail askerî operasyonlarının bölgeyi büyük ölçüde yaşanamaz hâle getirdiği görülmektedir. Birleşmiş Milletler kaynakları, 282 bin konutun yıkıldığını, yaklaşık 1,5 milyon Filistinlinin hâlen yerinden edilmiş durumda olduğunu ve eğitim ile sağlık altyapısının neredeyse tamamen çökme noktasına geldiğini ortaya koymaktadır. Bu tablo, ateşkesin kâğıt üzerindeki varlığı ile sahadaki insani ve güvenlik gerçekliği arasındaki uçurumu açık biçimde gözler önüne sermektedir.
Gazze Planı'nın belirsizliği
ABD Başkanı Donald Trump tarafından açıklanan ve 20 maddeden oluşan Gazze planı, İsrail ordusunun sınır hattında sınırlı bir güvenlik kuşağı dışında kalan bölgelerden kademeli olarak çekilmesini ve bu süreçte Filistin topraklarının uluslararası bir güvenlik gücünün denetimine aşamalı biçimde devredilmesini öngörmektedir. Ancak ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen, Gazze'de yaşayan Filistinlilerin Sarı Hat dışında kalan evlerine, tarım arazilerine ve geçim kaynaklarına erişimleri fiilen engellenmeye devam etmektedir.
Kasım ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen karar, Trump yönetiminin Gazze'ye ilişkin yol haritasını onaylayarak savaş sonrası dönemde Filistin topraklarının geleceği üzerinde Amerikan gözetimini fiilen kurumsallaştırmıştır. Kararda, geçici bir yönetim yapısının ve uluslararası bir istikrar gücünün oluşturulması öngörülse de bu yaklaşım Filistinli siyasi aktörler ve toplumsal gruplar tarafından sert biçimde eleştirilmiştir. Söz konusu çevreler, önerilen düzenlemenin Filistin halkının siyasal iradesini zayıflatacağı ve dış müdahaleyi kalıcı hâle getireceği uyarısında bulunmaktadır. ABD'nin sunduğu çerçeve, uzun vadede bir Filistin devletine giden olası bir yolu işaret etse de metindeki muğlak ifadeler ve somut takvim ile mekanizmaların yokluğu, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına yönelik gerçek bir taahhüt bulunup bulunmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Buna karşılık, İsrail hükümeti ise bağımsız bir Filistin devletini açık biçimde "varoluşsal bir tehdit" olarak nitelendirmekte ve bu seçeneği kesin bir dille reddetmektedir.
Trump planına dayanan ateşkes düzenlemesine göre Sarı Hat, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'tan başlayarak kuzeyde Gazze kentinin güneyine kadar uzanan bir askerî ayrım hattı niteliği taşımaktadır. Bu hattın doğusunda kalan alanlarda, özellikle Kuzey Gazze'nin güney kesimleri ile Mısır sınırına komşu Refah'ın büyük bölümünde İsrail askerî varlığının sürdüğü görülmektedir. Ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından bazı bölgelerde kısmi geri çekilmeler yaşansa da İsrail'in Sarı Hat üzerinden Gazze'nin yaklaşık yüzde 58'ini fiilen kontrol altında tutmaya devam ettiği, bu hattın ise kıyı şeridini sınır bölgelerinden ayıran ve sahada kalıcı bir düzenlemeye dönüşen bir askeri kontrol mekanizması hâlini aldığı anlaşılmaktadır.
Sarı Hat: Yeni bir sınır mı?
İsrail Genelkurmay Başkanı Eyyal Zamir'in, bölgede konuşlandırılmış askerlere hitaben yaptığı konuşmada Donald Trump'ın ateşkes planı kapsamında Gazze'yi bölen Sarı Hat'tı İsrail için "yeni bir sınır" olarak tanımlaması, bu hattın geçici bir askerî düzenleme değil, kalıcı bir mekânsal ve stratejik ayrım olarak kurgulandığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Zamir'in aynı açıklamada İsrail'in mevcut askerî pozisyonlarını koruyacağını vurgulaması, sahadaki konuşlanmanın süreklilik kazanacağına dair güçlü bir irade beyanı niteliği taşımaktadır.
Sarı Hat teknik olarak bir askerî konuşlanma hattı olarak sunulsa da pratikte Gazze'nin coğrafi, demografik ve ekonomik bütünlüğünü parçalayacak şekilde işlev görmektedir. İsrail ordusunun bu hattın gerisinde kalıcı pozisyonlar alması; Gazze'nin yarısından fazlasını, tarım alanlarının büyük bölümünü ve Mısır sınırına erişimi fiilen kontrol etmesi anlamına gelmektedir. Bu durum, ateşkes metinlerinde sıklıkla vurgulanan "işgal etmeme" ve "ilhak etmeme" ilkeleriyle açık bir gerilim oluşturmaktadır. Zira askerî kontrolün süreklilik kazanması, hukuki tanımı ne olursa olsun, sahada fiilî bir işgal rejimi üretmektedir.
İsrail tarafı bu düzenlemeyi "ileri savunma hattı" kavramı üzerinden güvenlik gerekçeleriyle meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak modern çatışma literatürü, güvenlik gerekçesiyle tesis edilen hatların kalıcılaşmasının çoğu zaman geçici tedbirlerin yeni sınırlar hâline gelmesiyle sonuçlandığını göstermektedir. Gazze örneğinde de "geçici güvenlik önlemi" söylemi; betonarme karakollar, askerî yollar ve ölümcül geçiş yasaklarıyla desteklenen kalıcı bir mekânsal ayrışmaya dönüşmektedir. Bu tablo, ateşkesin çatışmayı sona erdiren bir araç olmaktan ziyade, yeni ve asimetrik bir statükoyu kurumsallaştıran bir mekanizma olarak kullanıldığı izlenimini güçlendirmektedir.
Karmaşık bir denklem
Trump'ın planının ikinci aşaması, Gazze'nin geleceği açısından son derece kritik ve aynı ölçüde belirsiz dönemeçler içermektedir. Bu aşamada, Gazze'de geçici bir yönetim yapısının kurulması, uluslararası bir istikrar gücünün konuşlandırılması, İsrail'in bölgeden çekilmesi ve Hamas'ın silahsızlandırılması gibi birbirine bağlı ve uygulanması güç başlıklar öne çıkmaktadır. Bu karmaşık denklem, sürecin yalnızca diplomatik irade ile değil, sahadaki güvenlik gerçekleriyle de sınanacağını göstermektedir.
ABD'nin bu süreçte üstlendiği rol, resmî söylem ile pratik uygulama arasındaki fark nedeniyle özellikle dikkatle değerlendirilmelidir. Washington, kamuoyuna yansıyan açıklamalarda İsrail'in Gazze'den "tam çekilmesini" ve alanın aşamalı biçimde uluslararası bir güvenlik gücüne devredilmesini öngören çerçeveyi desteklediğini belirtmektedir. Ancak bu planın sahadaki uygulanabilirliği son derece muğlaktır. Uluslararası istikrar gücü fikri teorik düzeyde kabul görse de hiçbir devletin bu yapı kapsamında asker göndermeye gönüllü olmaması, önerinin fiilen hayata geçirilmesini şimdilik imkânsız kılmaktadır.
İsrail'in Gazze'den çekilmesinin Hamas'ın silahsızlandırılmasına bağlanması ise süreci daha da muğlak hâle getirmektedir. Zira silahsızlandırmanın hangi yöntemle, hangi aktörler eliyle ve hangi zaman çizelgesi içinde gerçekleştirileceğine dair somut bir mekanizma bulunmamaktadır. Bu belirsizlik, çekilmeyi sürekli ertelenebilir bir hedefe dönüştürmekte ve askerî varlığın süresiz biçimde devam etmesine zemin hazırlamaktadır. Böylece ateşkes, çatışmayı sona erdiren bir araç olmaktan ziyade, zamana yayılan ve kalıcılaşma eğilimi gösteren bir kontrol mekanizmasına dönüşmektedir.
Bu belirsizlik ortamında bölgesel aktörlerin tutumu da belirleyici hâle gelmektedir. 3 Kasım'da, Gazze'deki son gelişmeleri değerlendirmek üzere İstanbul'da bir araya gelen Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Katar, Pakistan, Suudi Arabistan ve Ürdün dışişleri bakanlarının toplantısının ardından konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Gazze'ye Birleşmiş Milletler Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) kapsamında asker gönderilip gönderilmeyeceğinin, oluşturulacak görev gücünün yetki alanı, kapsamı ve misyon tanımına bağlı olarak netleşeceğini ifade etmiştir. Bu değerlendirme, bölgesel aktörlerin sürece bütünüyle kapıyı kapatmadığını; ancak sahadaki güvenlik riskleri ve siyasi belirsizlikler giderilmeden somut ve bağlayıcı adımlar atılmasının güç olduğunu ortaya koymaktadır.









HABERE YORUM KAT