1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘İran-Suudi Arasında Mesele Mezhep Değil Rekabet'
‘İran-Suudi Arasında Mesele Mezhep Değil Rekabet'

‘İran-Suudi Arasında Mesele Mezhep Değil Rekabet'

"İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerginlik mezhepsel nedenlerden besleniyor ama asıl nedeni mezhebî değil."

08 Ocak 2016 Cuma 13:46A+A-

HAKSÖZ-HABER

Şehir Üniversitesi İslami İslami İlimler Fakültesinden Prof. Mehmet Ali Büyükkara’ya göre, İran ve Suudi Arabistan arasında gittikçe artan ve bölgeye yayılan gerginlik mezhepsel nedenlerden besleniyor ama asıl nedeni mezhebî değil. Al Jazeera, Türkiye'nin tansiyonun düşürülmesinde önemli bir rol oynayabileceğini düşünen Büyükkara'yla İran-Suudi Arabistan gerginliğini konuşmuş.

Söz konusu röportajı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:

RÖP: AYŞE KARABAT / AL JAZEERA

İslam mezhepleri üzerine çalışmaları olan Prof. Mehmet Ali Büyükkara ‘mezhebî çatışmaların arızi’ olduğunu, ‘siyasi gerilim olduğunda, ortada paylaşılması gereken bir pasta olduğunda’ arttığını düşünüyor.

Şia adı altında İran ulus devletinin, siyasi ihtirasları olabileceğine dikkat çeken Şehir Üniversitesi İslamî İslami İlimler Fakültesi'nden Büyükkara, Suudi Arabistan’ın, İran’a da İhvan'a da eşit derecede ‘alerjisi’ olduğunu vurguluyor. 

Çağdaş İslamî akım ve hareketler konusunda uzman olan Büyükkara’ya göre, gerginliğin düşürülmesinde her iki tarafla da hem barış hem savaş deneyimi olan ‘orta yolcu’ Türkiye’nin önemli bir rolü olabilir. 

Suudi Arabistan'ın 2 Ocak’ta kendi vatandaşı Şii lider Ayetullah Nemr'i idam etmesinin ardından İran ile Riyad arasındaki ilişkilerin iyice gerilmesini ve bölgeye yayılmasını, olası sonuçlarını Büyükkara'ya sorduk.

Şeyh Nemr’in Şia dünyası için önemi nedir?

Şeyh Nemr, Merce-i taklit dediğimiz, fıkıhta taklit edilecek merci konumu yok. Doğu mıntıkasında El Avamiye denilen ve nüfusunun tamamı Şia olan bir kasabada Cuma imamı. Ağzı laf yapabilen, siyasetle de ilgilenebilen bir şahsiyet. Suudi Arabistan’da Şia toplumu içinde ilk beşte yer alabilecek bir figür. Aktivizminden dolayı tutuklandı. Yaklaşık üç senedir hapisteydi.  Sanıyorum siyasi sebeplerle aldığı idam cezası infaz edildi. Affedilebilirdi ama bu tercih edilmedi. Gerçekleşen 47 idamın dördü Şia, geri kalan ise, El Kaide hocaları. Suudi Arabistan şunu demek istedi; devleti cebir yoluyla etkisiz hale getirmek isteyen insanları mezhebini göz etmeden cezalandırıyorum.

Fakat Şeyh Nemr’in şiddet çağrısı yok, okuduğum kadarıyla.

O bölgede Arap Baharı’nın başından beri gerginlik yaşanıyor. Bahreyn’de, Yemen’de. İran’ın bunun arkasında olduğu da gizli değil. Bu işi yönlendiren figürler var. Orada Şiiler her zaman özgürlük istemişlerdir. İkinci, üçüncü sınıf vatandaş olmaktan bu şekilde muamele görmekten devamlı bir sıkıntı halinde olmuşlar. Özgürlük talebi sokak gösterileri şeklinde ortaya çıkıyor. Buna da Suud polisi izin vermiyor. Öbür kentlerde de benzer davranışları mesela kadınlar araba kullanma meselesinde aynı tepkiyle karşılaşıyor. Orada bir takım sokak çatışmaları falan da olmuş. Şeyh Nimr de içlerinde yakalanıyor. Suçlu bulunmayabilirdi. El Kaide hocaları gibi fetva verdiği yok. Bombalı saldırıların arkasında değil. Ama siyaseten bu idam gerçekleşti.

 

Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, Al Jazeera’nin sorularını yanıtladı.[Fotoğraf: Al Jazeera]

 

Batı’nın da Şeyh Nemr’in idam cezasının infaz edilmemesi için çağrıları vardı. İran’da Suudi temsilciliklerine saldırıldı ve başka ülkelerde de gösteriler oldu. Sokaktaki gerginlik de arttı. Suudi Arabistan bunları öngörüyordu herhalde. Ama buna rağmen neden bu idamı gerçekleştirdi?

Uzun yıllar değil belki ama gerginliğin şiddetlendiği bir kaç yıldan söz ediyoruz. 2011’de Bahreyn de Şii çoğunluk, Sünni karakterli kraliyeti devirmek üzereyken Suudi Arabistan’ın tanklara girmesi. Arkasından Yemen meselesi. Orada İran’ın Şia kökenli olduğu için kendisine yakın bulduğu Husi hareketi bütün Yemen’i ele geçirmek üzereydi. Fiili savaş durumuna geçti Suudi Arabistan. Gemileriyle, uçaklarıyla işin içinde. Suriye’de de karşı karşıyalar. Irak’ın Saddam’dan sonra Şii iktidarların eline geçmesi. Kral Abdullah o zaman “Şii hilâl oluştu” demişti. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Hatemi ‘böyle bir şey yok, bu Batılıların lafı’ dese orada tarihsel olarak doğal bir hilâl var. Bu hilâl zaman zaman ortaya çıkıyor zaman zaman yok oluyor. Şimdi bu Şia hilâli fiilen var. Bunun bizzat Tahran milletvekili Ali Zakanni 2014 Kasımında söylemişti; ‘Arap dünyasında dört başkent Tahran’ın elinde diye. Beyrut, Sana, Bağdat ve Şam.’ Bu doğru. Dört başkent kadim olarak Sünni başkentler. Hatta Osmanlı başkentleri de diyebiliriz bunlara. Bu Türkiye’yi bile rahatsız eden bir gelişme. Suudi Arabistan’ı haydi haydi rahatsız ediyor. Şia bir uçtaysa, Vehhabilik öbür uçta ama bu mezhebî bir gerginlik değil aslında. Mezhepleri yakın bile olsaydı İran ve Suudi Arabistan bence bölgesel rakip olarak karşı karşıya olurdu.

Bu mezhepsel olmama durumunu biraz daha açar mısınız?

Mezhepsel olmaktan besleniyor ama asıl neden stratejik çıkarlar. İran, İslam Devrimi’ne kadar Şahlık ile yönetiliyordu ki Suudi rejiminin bir benzeriydi. Her devrilen monarşi Suudi Arabistan’ı rahatsız ediyor. 1950’lerde Mısır’ın monarşiden kurtulması, Irak’ın Baas rejiminin eline düşmesi, hatta Suudi Arabistan’ın savaş halinde olduğu Yemen’in imametten sosyalist rejime geçmesi. Bütün bunlar Suudi Arabistan’ı hep rahatsız etmiştir. Suudi Arabistan’ın İhvan’dan hoşlanmamasının arkasında da bu sebep yatıyor. Suudi Arabistan’ın iki büyük alerjisi var: Bir İran, iki ihvan. İhvan, Sünni hatta selefi damarı da olan bir hareket. Öbür taraf Şii. Ama Suudi Arabistan her ikisine de çok yakın seviyelerde alerji duyuyor. Bunun sebebi rejim sorunudur. İslam Cumhuriyeti de Suudi Arabistan’ın rejimsel meşruiyetine tehdittir, İhvan-ı Müslümin demokratik İslamcılığı da monarşiye tehdittir. Mezhep ayrılığı olmasa da İran ve Suudi Arabistan doğal olarak bölgede rakipler. Türkiye ile İran’ın inişli çıkışlı ilişkileri var, barış halinde olmayı başarıyor ama yine de rakipler ama İran ve Suudi Arabistan arasındaki rakiplik daha fazla.

Suudi Arabistan’ın bu son hamlesinin arkasında ABD’nin Ortadoğu’da tutum değişikliğine gitmesi olabilir mi? ABD artık petrol konusunda Körfez’e o kadar da bağımlı değil. Biraz da, ‘bizim güvenliğimize doğrudan tehdit olmadığı sürece kendi meselelerini kendileri halletsinler’ yaklaşımı var. Ayrıca, nükleer meseleden sonra İran ile yakınlaşma söz konusu. Bütün bunları nasıl algılıyor Suudi Arabistan?

Suudi Arabistan ABD’nin büyük desteğini hep arkasında hissetti. Ekonomisi, dış politikası ABD’nin paralelinde oldu. İran İslam Devrimi’nden sonra ABD’nin dostluğunu daha fazla yanına çekti. Bunun devamını istiyor. Süper güçle partner olmak iyi bir şey ve bunun kaybetmek istemiyor. ABD ve İran ise artık ilişkileri karşılıklı olarak düzeltmek istiyor. Nükleer müzakereler meselesi bir kapısı oldu bunun. Ebedi düşmanlık olmaz. İran da büyük devlet geçmişi nedeniyle bunu çok iyi bilir. Bu noktada ölçülü bir açılım istediler. Suudi Arabistan da bunu hazmedemiyor. İran ambargolardan sonra petrolünü satmaya başlayacak. Daha rahat hareket edecek. Bu Suudi Arabistan’ın istemediği bir şey ve ABD’ye blöf yapıyor. Benim kanaatim o. “İran’a yaklaşıyorsun ama benim dostluğumu kaybetmen sana pahalıya mal olabilir. Ayağını denk al.” Fakat ben şu kanaatte değilim; ABD, İran ile  arasını iyi yapmak için bölgedeki Sünnilere sırtını dönecek, ‘Siz El Kaidecisiniz ben artık İran ile işbirliği yapacağım’, diyecek.  Böyle bir şey yok. ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin ticari, askeri boyutu var. ABD bunu sürdürmek ama yanına İran’ı eklemek istiyor. Suudi Arabistan ise tek olmak, ailenin en sevilen çocuğu olmak istiyor. Bu noktada ABD’ye blöf yapıyor. Ama ben bazılarının savunduğu ‘ABD artık İran’ı destekleyecek, tarihi gayri Müslim-Şii ittifakı tekrar ortaya çıktı. İran, ABD’nin gücünü de arkasına alarak ortalığı manipüle edecek,” fikrine inanmıyorum. Yüzde 85-90 Sünni iken ABD bunu bir tarafa itip, yalnızca İran ile işbirliği yapmaz.

Sizce bu gerginlik nereye kadar tırmanır?

Kontrollü gidiyor gibi. Şeyh Nemr’den bir kaç hafta önce Tahran’ın kuzeyinde Sünnilerin tutulduğu bir hapishane de Kürt Sünni hocalar idam edildiler. Bunlardan Behram Ahmedi’nin Şia mezhebini tenkit eden vaazları var. Arkasını bilmiyoruz ama mutlaka siyasi faaliyetleri de vardır. Suudi Arabistan açısından ‘Sen Sünnileri idam edersen ben de Şiileri idam ederim’ gibi misilleme durumu da var. Bazı haber sitelerinde İran’da 27 Sünni’nin idam cezasının onaylandığı ve her an idam edilebileceklerine yönelik haberler gördüm. İran, bu tehlikeli adımı atar mı? İşi gerginleştirmek isterse eder. Bilemiyoruz. Suudi Arabistan’ dan da beklemiyordum Şeyh Nemri’ yi idam etmesini. Bu gerginliği fazlalaştırır ama bir savaş boyutuna geleceğini sanmam. Zaten bir vekâlet savaşı Suriye ve Yemen’de devam ediyor.

Bize bir buçuk yıl önce verdiğiniz bir söyleşide Sünni- Şia çekişmesinin derinleşebileceğinden endişe ettiğinizi söylemiştiniz.

Zamanlama tesadüf mü  bilmiyorum ama Türkiye [Diyanet İşleri Başkanı] Mehmet Görmez vasıtasıyla devreye girdi. İşin siyasi boyutu görünmüyor ama dini bir mesaj verildi, çok önemli bir adım atıldı. İran ziyaretinde, bir hafta önce Şia dünyasının en üst makamı Ali Hamanei ile görüştü. İki üç gün sonra Suudi Arabistan’da Abdülaziz El Şeyh ile görüştü, Vehhabiliğin en üst makamı ve kurucusunun bir kaç kuşak göbekten torunu. Bir kaç gün arayla hem Vehhabiliğin hem Şialığın yani İslam’ın iki zıt ucunun en üst makamlarıyla görüşmek bence tarihi bir mesajdır. ‘Kan dursun’ diyor Türkiye. Türkiye, Şia-Vehhebalik gerginliğinde tam ortada yer alıyor. Hem orta yolu benimsemesi hem de Sünni dünyada bir nevi hilafetin mirasçısı olması. Bu noktada bu girişim çok önemli. Türkiye, Şia ve Vehabbilikte taraf değil ama zaman zaman iki kesimle de savaşmış. 1800’lerin başında Vehhabilik liderini Sultan Ahmet Meydanı’nda idam ettirmiş. Safevilerle de yıllar boşu savaşmış. İki tarafla da  barışmayı bilmiş bir tecrübeye de sahip.

Bunun için uygun ortam var mı? Teröre karşı İslam ittifakı kuruldu ama bu İran’a karşı Sünni ittifak olarak algılandı. Türkiye’nin arabuluculuğundan söz ettiniz ama saflar bu kadar keskinleşmişken, bu yapılabilir mi?

Yapılabilir. Birden bire bile olabilir. Uluslararası ilişkilerde örneği çok. ‘Her şey çok kötü’ dediğiniz dönemlerde bile birden bire çok farklı bir noktaya gelinebilir. Zaten bu gerilimler sürdürülebilir gerilimler değil. Bir yerde bu sona erecek. Mezhebî savaşların da arızi olduğunu görüyoruz. Yani zaman zaman ortaya çıkıyor. Büyük zamanlarda barış hali söz konusu. Halk siyasiler tarafından rahat bırakıldığında uzlaşabiliyor. Beraber yaşıyor. Toplumsal problem olmuyor ama siyasi gerilim olduğunda ortada paylaşılması gereken bir pasta olduğunda yahut kendilerini güvende hissetmediklerinde mezhebi yapılara dayanmak zorunda kalıyor. Şu yaşadığımız süreç ne kadar sürer bilmiyorum ama tarihteki bu arızi dönemlerden birini yaşıyoruz. Ne kadar hızlı sona ererse o kadar iyi. Bu noktada Türkiye’nin çabaları önemli. İki taraf da sıkıştığında gelebilecekleri yer Türkiye olacak. İslam ülkeleriyle beraber büyük bir gücü var. Fas’tan Endonezya’ya kadar bu işe son verin diyebilecek durumda Türkiye. Sünniliğin hâmisi olması gerekmiyor ama Şia yayılmacılığı karşısında Şia adı altında İran ulus devletinin siyasi ihtirasları varsa bunun da önüne geçilmesi gerekiyor. Nihayetinde Sünni dünyanın önemli bir parçası.

Bu gerilim Suriye’ ye nasıl yansır?

Suriye’de iki taraf vekalet savaşları üzerinden çatışmaya devam ediyor. Bana kalırsa Suudi Arabistan’ın derdi Esed’in  gidip gitmemesi değil, İran’ın hâlâ orada sözünün var olup olmaması. Esad rejiminin tek başına rahatsız ettiğini düşünmüyorum. Türkiye’yi rahatsız etmesi türünden bir rahatsızlık değil. Orada Suudi Arabistan Esed’i değil, İran’ı görüyor. Ben öyle okuyorum. Uluslararası toplantılar büyük bir hızla başladı ama Rusya hızlı bir biçimde girdi, ABD pasif. Orta vadede hallolacak ama yakın vaade ışık görmüyorum.

HABERE YORUM KAT

4 Yorum