1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Ilhan Omar, Trump'ın en çok korktuğu Amerika'yı temsil ediyor
Ilhan Omar, Trump'ın en çok korktuğu Amerika'yı temsil ediyor

Ilhan Omar, Trump'ın en çok korktuğu Amerika'yı temsil ediyor

ABD başkanının Somali asıllı Amerikalı kadın milletvekiline yönelik saldırıları, onun ırkçı dünya görüşünü tehdit eden, çeşitlilik ve kapsayıcılığa sahip bir ülkeye dair derin endişelerini ortaya koyuyor.

07 Aralık 2025 Pazar 20:54A+A-

Sümeyye Gannuşi’nin Middle East Eye’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Donald Trump hiçbir zaman incelik sahibi bir adam olmamıştır. İncelik, onun içinde yer alan bir özellik değildir, itidal de öyle.

Ancak, kendi teatral standartlarına göre bile, ABD başkanı bu hafta başında Beyaz Saray kabine toplantısında görevdeki bir Amerikan kongre üyesini “çöp” olarak nitelendirerek, onun temsil ettiği topluluklara da hakaret ettiğinde, bu siyasi ahlaksızlığın yeni bir aşamasına girildi.

Bu şekilde davranarak; Trump, sadece kamusal söylemin normlarını değil, Amerikan Anayasasında yer alan çoğulculuk ve eşitlik ilkelerini de ihlal etti. Bir zamanlar - ne kadar kusurlu olursa olsun - saygınlık diline bürünmüş olan başkanlık, kin dolu bir megafona dönüştü.

Hedefi, her zamanki gibi, Ilhan Omar'dı: Trump'ın tahammül edemediği birçok şeyi bünyesinde barındıran, zeki, kendine güvenen Somalili, siyahî Müslüman bir kadın: İslam, Afrika, göç ve onun huzurunda çekinmeyen zeki kadınlar.

Demokratik bir rakibe yönelik rutin bir saldırı olarak başlayan olay, kısa sürede Amerikan toplumunun bütün bir kesimine yönelik sözlü saldırıya dönüştü. “Ilhan Omar çöp, arkadaşları çöp... Onları ülkemizde istemiyoruz,” dedi, sanki seçilmiş bir temsilciye hitap etmek yerine tahliye bildirisi yayınlıyormuş gibi.

Yıllar geçtikçe Omar, Trump'ın siyasetinin sembolik odak noktası haline geldi. Trump, sanki Omar siyasi hayal gücünü rahatsız eden kişisel bir düşmanmış gibi, sık sık ve takıntılı bir düzenlilikle onun adını anıyor.

Trump, Omar'da korktuğu ve sevmediği birçok şeyi bir arada görüyor: başörtüsü, Afrika, göç, Müslümanlık, kadınlık, özerklik. Her hakaret, sadece Omar'ı incitmek için değil, ona benzeyen herkesi disipline etmek için tasarlanıyor.

Ancak bu eğilim Ilhan Omar'ın kendi şahsı ile alakalı değildir, onun çok ötesine uzanıyor.

Trump'ın retoriği, siyasi başarısızlıkları derinleştikçe ve ahlaki boşluğu daha da ortaya çıktıkça daha da şiddetli hale geldi.

Gazetecileri azarlıyor, yabancı aksanlılarla alay ediyor, göçmenleri şeytanlaştırıyor ve Müslümanları, Afrikalıları ve Latinleri sürekli karalıyor.

Bu dürtüsellik değil, bir yöntemdir. Bu, ötekiyi aşağılamaya dayanan bir siyasi teolojidir.

Trump'ı ayıran şey, ırkçılığının özgünlüğü değil, küstahlığıdır. Eski kurallar - gizli mesajlar, inandırıcı inkârlar, utanç - artık bir kenara atılmıştır.

Eskiden fısıldanan şeyler artık yüksek sesle söyleniyor. Eskiden kenarda sürünerek ilerleyen şeyler artık iktidarın merkezinde gururla yürüyüş yapıyor.

Trump'ın zehirli siyaseti

Trump'ın serbest bırakılan bağnazlığının sonuçları ani ve grotesktir.

Teksas'taki bir Cumhuriyetçi kongre adayı, “Teksas'tan tüm kirli Müslümanları kovmak” için aday olduğunu açıklayarak, milyonlarca Amerikan vatandaşını tek bir nefeste tek bir hakaretle çökertmiştir.

Canlı yayında talk show sunucusu Piers Morgan tarafından sorular sorulduğunda, adaylık beyanını ikiye katlayarak, siyasi referans olarak cehalet, kibir ve açık nefret dolu sözler sarf etti. Bu, Trump'ın ekosisteminin tam anlamıyla çiçek açan halidir: gürültülü, cahil, utanmaz.

Bunlar Trump'ın düşüncelerine eşlik etmekle kalmıyor, onun birebir yansımasıdır.

Bu manzara, bu kadar tehlikeli olmasaydı kara mizah sınırında olurdu: kendisi de bir göçmen olan bir kişi, şimdi göçmenlik sorgulayıcısı olarak kampanya yürütüyor ve performatif bir coşkuyla arkasında merdiveni çekiyor.

Yıldızlar ve Şeritler bayrağıyla kendini süsleyen, ancak ahlaki sesini internetin lağımından çıkmış gibi konuşan adaylara dış kaynak olarak veren bir partide neredeyse parodik bir şey var.

Cumhuriyetçi Partinin onun 31. kongre seçimlerine katılmasına izin vermesi, sadece siyasi bir yanlış değerlendirme değil, ideolojik bir kendini ifşa etmedir.

Trump ve onun evanjelik çevresi yeni nefretler ortaya çıkarmıyor; eski nefretleri uyandırıyor. Müslümanlara yöneltilen dil, bir zamanlar siyahları ve diğer renkte insanları insanlıklarından mahrum etmek için kullanılan retoriği neredeyse mükemmel bir şekilde yansıtıyor.

Hedef değişiyor; mekanizma değişmiyor.

İslamofobinin insanlara değil, inanca yönelik bir eleştiri olduğunu ısrarla savunmak, gülünçlüğe varan bir el çabukluğudur.

Amerika'da Müslümanlar ezici çoğunlukla siyah, kahverengi ve Asyalıdır - tam da uzun süredir ırksal olarak ikinci sınıf muameleye maruz kalan topluluklardır. Buradaki İslam nefreti teolojik değil, dini kılıf giydirilmiş ırksal bir nefrettir.

Irksal bir proje

11 Eylül'den sonra, “aşırılık” ve “radikalizm” kelimeleri, güvenlik bahanesiyle bütün toplulukları tuzağa düşürecek kadar esnek hale geldi.

Ama bu bahane bile artık geçerliliğini yitirdi. Trump ile birlikte, incelik kamuoyunda ortadan kalktı. İslam açıkça “tehlikeli”, Müslümanlar ise “kötü” oldu. Ayrım ortadan kalktı. Kanıtlar önemsiz hale geldi. Nüanslar vatanseverlikle bağdaşmaz ilan edildi.

Trump'ın tahammül edemediği - ve büyük olasılıkla anlayamadığı - şey, demografik dönüşüm ve küresel karşılıklı bağımlılık çağında İslam'ın artık Amerikan yaşamının kenarında yer almadığıdır. İslam, şehirlerine, kurumlarına, işgücüne ve kültürüne dokunmuştur.

Müslümanlar artık Amerikan tarihinin yoldan gelip geçen ziyaretçileri değil, yazarları arasındadır.

Yine de Trump'ın nefretleri son derece seçicidir. Müslümanlara, Afrikalılara ve göçmenlere yönelik öfkesi, petrol, silah ve ahlaksız zenginlikle karşılaştığında anında yok olur.

Trump Müslümanlardan nefret ediyor, ama onların parasını çok seviyor. Müslüman mültecilere alaycı bir şekilde bakan bu adam, Müslüman kralların önünde hayranlıkla gülümsüyor. İslam'ın doğduğu yer olan Körfez'den “4 trilyon dolarlık” anlaşmalarla döndüğünü övünerek anlatıyor, bu rakam da egosu kadar abartılı.

O, şehirdeki yoksullara veya yerinden edilmiş göçmenlere hiç göstermediği bir şefkatle otokratlardan bahsediyor. Sanki ahlaki pusulası sadece petrodolar (Çev.Notu: petrol satışlarından elde edilen geliri tanımlamak için kullanılan bir ekonomi terimidir) cinsinden ayarlanmış gibi.

Trumpçılığın ahlaki aritmetiği budur: zayıfları hor görmek, güçlülere saygı duymak. Yoksul, esmer tenli, Müslüman ve yerinden edilmişseniz, değeriniz yoktur. Zengin, yozlaşmış ve işe yarıyorsanız, “muhteşemsiniz”.

Trump, gücü erdemle, savunmasızlığı değersizlikle karıştırıyor. Zevkle aşağıdakilere vuruyor ve utanmadan yukarıdakilere boyun eğiyor. Bu gerçekçilik değil; yönetim felsefesine yükseltilmiş ahlaki sefalettir.

İki Amerika çarpışıyor

Trumpizm, özünde bir sapma değil, bir uyanış: Amerika'nın ırkçı sömürgeci inancının çağdaş bir kılıfla yeniden canlanması.

ABD her zaman iki uzlaşmaz dürtü arasında bölünmüş durumda olmuştur: biri özgürlük, anayasalcılık ve insan eşitliğine yönelen, diğeri ise yok etme, köleleştirme ve ırk hiyerarşisine dayanan.

Trump bu iki Amerika arasında tereddüt etmez. Açıkça egemenlik geleneğini seçer, ona uyum sağlar ve onu bayrağa sarar.

Bu miras ölmemiştir. Hafızada, kurumsal reflekslerde, siyasi bilinçaltında, özellikle de demografik değişimi varoluşsal bir tehdit olarak gören beyaz evanjelik Amerika kesimlerinde varlığını sürdürmektedir.

Trump bu hayaleti yoktan var etmedi; ona sadece bir sahne, bir mikrofon ve bir de hareket verdi.

Yine de nihai ironi kaçınılmazdır: Trump'ın reddetmeye çalıştığı Amerika zaten burada. Çok ırklı, çok dinli, geri dönüşü olmayan bir şekilde çoğulcu. Birçok dil konuşuyor. Birçok yüzü var. Birçok şekilde ibadet ediyor. Oy kullanıyor. Yasalar yazıyor. Çocuklara eğitim veriyor. Şehirler inşa ediyor. Var olmak için izin istemiyor.

Ilhan Omar bu geri dönüşümsüzlüğü somutlaştırıyor.

İşte bu yüzden Trump ve onun gibi düşünenler onu bu kadar şiddetle takip ediyorlar. O sadece siyasi bir rakip değil; bu yönetimin ortadan kaldırmak istediği her şeyin birleşimi: Müslüman, Afrikalı, göçmen, kadın, kendini iyi ifade eden, seçilmiş birisi.

Onun varlığında, Trump'ın tüm endişeleri bir yüz kazanıyor. O, şimdiki zamanda açıkça yürüyen bir gelecek.

Öyleyse asıl mücadele, Trump ile Omar arasındaki kişisel bir düello değil, uzlaşmaz iki Amerika arasındaki çatışmadır: biri mitolojikleştirilmiş, ırkçı bir geçmişe gömülmüş, diğeri ise çoğulcu ve durdurulamaz bir şekilde ilerleyen.

Tartışılan konu sadece siyasi bir rekabet değil, Amerika Birleşik Devletleri'nin Trump'ın siyaset olarak sergilediği kin ve nefretin önünde diz çökmeye devam edip etmeyeceği ya da nihayetinde ülkenin geldiği noktayı kabul edip etmeyeceğidir.

 

*Sümeyye Gannuşi, İngiliz-Tunuslu yazar ve Orta Doğu siyaseti uzmanıdır. Gazetecilik çalışmaları The Guardian, The Independent, Corriere della Sera, aljazeera.net ve Al Quds'ta yayınlanmıştır.

HABERE YORUM KAT