1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Hasta Avrupa
Hasta Avrupa

Hasta Avrupa

Bugün Avrupa, askeri yetersizlik, Washington'a aşırı bağımlılık, derin iç bölünmeler, aşırı sağın yükselişi, ekonomik kırılganlık ve stratejik yönelim kaybından muzdariptir.

11 Aralık 2025 Perşembe 20:38A+A-

Karam Nama’nın MEMO’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Avrupa artık uluslararası düzende tam egemen bir ortak değildir. Aynı zamanda gerçek bir tehdit de oluşturmamaktadır. Bunun yerine, gerçeklikten ziyade gücün hatıralarıyla yaşayan ve eşitlikten ziyade korku pozisyonundan müzakere eden askıya alınmış bir siyasi varlık haline gelmiştir.

Emmanuel Macron'un “Avrupa'nın kara günü” olarak nitelendirdiği Amerika Birleşik Devletleri ile yapılan vergi anlaşmasından bu yana, Avrupa Birliği'nin açık bir zayıflık dönemine girdiğini görmek mümkün. Bu zayıflık artık diplomatik dilin arkasına saklanmıyor ya da ortak açıklamalarda gizlenmiyor; görüntülerde, zoraki gülümsemelerde ve kaldırılmış başparmaklarda açıkça sergileniyor.

Turnberry Golf Sahası'nda Ursula von der Leyen, Donald Trump'ın yanında gülümseyerek duruyor ve başparmağını kaldırıyordu. Avrupa, herhangi bir gerçek müzakere olmaksızın, Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı ihracata yüzde 15'lik bir gümrük vergisi kabul etmişti. Bu bir anlaşma değildi. Güvenlik baskısı altında ekonomik boyun eğmeydi. Tam da bu noktada “Avrupa'nın yumuşak gücü” fikri çöktü. Avrupa, müzakereci bir aktör olmaktan, korumasını kaybetmekten korkan bir taraf haline geldi.

Avrupa'nın endişeleri sadece ekonomik değildi. Öncelikle güvenlikle ilgiliydi. Brüksel ticaret anlaşmazlığını tırmandırırsa Trump yönetiminin savunma taahhütlerini azaltabileceğinden korkan AB, geri adım atmak zorunda kaldı. Ticaret anlaşması askeri şemsiyenin rehinesi oldu. Ekonomik egemenlik hava üssünün rehinesi oldu. Böylece güvenlik zayıflığı ticari gücü ortadan kaldırdı. Bir zayıflık diğerini doğurdu.

Yeni ABD ulusal güvenlik stratejisi yayınlandığında, Avrupa stratejik bir ortak olarak değerlendirilmedi. Bunun yerine, birçok semptom gösteren bir hasta olarak görüldü: azalan özgürlükler, muhalefetin bastırılması, kimlik krizi, çöken güven ve popülist kargaşanın yükselişi. Bu, bir ittifakın dili değil. Bu, bir tıbbi rapordur.

Almanya Başbakanı Friedrich Merz şoku hafifletmeye çalıştı. Belgenin “içeriği açısından şaşırtıcı olmadığını” ancak bazı kısımlarının “Avrupa perspektifinden kabul edilemez olduğunu” söyledi. Ardından en açıklayıcı açıklamayı yaptı: “Amerikalıların Avrupa'da demokrasiyi kurtarma görevini üstlenmelerine gerek görmüyorum.”

Bu ifadenin arkasında tehlikeli bir itiraf yatıyor: Avrupa artık siyasi kurtarılmaya muhtaç bir bölge olarak görülüyor.

Merz Amerikalılara şöyle dedi: “Önce Amerika politikası anlaşılabilir, ancak Amerika tek başına sizin çıkarlarınıza hizmet etmez.” Bu diplomatik bir ifade değildi. Stratejik bir endişenin işaretiydi. Avrupa, Washington'un kendisini artık Batı düzeninin temel taşı olarak değil, jeopolitik bir yük, güvenilmez bir ortak ve bir deneme alanı olarak gördüğünü fark ediyor.

Donald Trump sözlerini sakınmadı. Politico ile yaptığı röportajda, Avrupa'yı “zayıf insanlar tarafından yönetilen çökmekte olan devletler grubu” olarak tanımladı.

Kıtayı göçü kontrol edememekle, Ukrayna'daki savaşı sona erdirememekle ve kendini yönetememekle suçladı. Ardından, “kendi vizyonuna uygun” Avrupalı politikacıları desteklemeye hazır olduğunu ima etti. Bu bir dil sürçmesi değildi. İlişkinin yeniden tanımlanmasıydı: Washington artık Avrupa'nın müttefiki değil, onu içeriden yeniden şekillendiriyor.

Trump, Avrupa'daki aşırı sağcıları desteklediğinde, sadece ideoloji nedeniyle değil, aynı zamanda Birliği parçalamak için sistematik bir stratejinin parçası olarak hareket ediyor. Onun bakış açısına göre, AB dostane bir blok değil, potansiyel bir ekonomik rakip ve Amerikan hâkimiyetine siyasi bir engel. İçeriden parçalamak, dışarıdan çatışmaktan daha ucuz.

Tam o anda Vladimir Putin sahneye çıktı. Avrupa savaş isterse Rusya'nın “Avrupa ile savaşa hazır” olduğunu ilan etti. Avrupalıları barış sürecini sabote etmekle suçladı, deniz saldırılarını artıracağı tehdidinde bulundu ve Ukrayna'yı denizden kesmeyi önerdi. Avrupa, batıdan gelen Amerikan şantajı ile doğudan gelen Rus tehdidi arasında sıkışıp kaldı.

Volodymyr Zelensky'nin Trump ile olan ilişkileri, Avrupa'nın içinde bulunduğu zor durumu özetliyor. Ülkesinin hayatta kalması için mücadele eden bir cumhurbaşkanı, Trump'ın telefon numarasını aldığını gururla duyuruyor. Ardından diktatör olarak yaftalanıyor. Kamuoyu önünde küçük düşürülüyor. Sonra da kendi halkı tarafından hor görüldüğü suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. Küçük düşürülen tek kişi Zelensky değildi. Onunla birlikte “Batı ittifakı” fikri de küçük düşürüldü.

Der Spiegel, Macron'un Zelensky'ye ABD'nin Ukrayna'ya ihanet edebileceği konusunda uyarıda bulunduğunu ortaya çıkardı. Bu açık bir uyarıydı, ancak caydırıcı hiçbir araç içermiyordu. Macron, Trump ile yaptığı görüşmeden eli boş, hiçbir garanti veya zaman çizelgesi olmadan ayrıldı. Trump sadece “Zayıf bir anlaşma değil, güçlü bir anlaşma istiyoruz” dedi. Ancak Trump istekleri müzakere etmez, güç dengelerini müzakere eder.

Alman analist Tobias Vella bunu açıkça ortaya koyuyor: “Amerika Birleşik Devletleri artık Avrupa için güvenilir bir ortak değil.” Trump savaştan Ukrayna'yı sorumlu tutuyor, Zelensky'nin meşruiyetini elinden alıyor ve başkan yardımcısı J.D. Vance'in Münih'te Avrupalılara ifade özgürlüğü konusunda ders vermesine izin veriyor. Bu gerçekçilik değil. Bu, organize bir aşağılama politikası.

Giorgia Meloni, Washington ile yakın ilişkiler sürdürmeye güvendiğini iddia ediyor. Sanki büyük bir AB ülkesinin lideri değil de, gruptan atılmaktan korkan biri gibi konuşuyor. Bahsettiği “Birliğin düşmanları” tam olarak kimler? Putin mi? Oysa bugün Putin, Brüksel'den çok Trump'a yakın görünüyor.

Avrupalı elitler artık Amerika Birleşik Devletleri'nin demokratik retoriğin arkasına sert çıkarlarını saklamaya artık zahmet etmediğini açıkça görebiliyorlar. Trump Gazze'de bu ilkeleri terk etti ve kendisine uygun olursa Ukrayna'da da geri kalanlarını gömecek. Değerler sadece süs haline geldi. Çıkarlar başrolde.

Hasta Avrupa bir teşhis, bir hakaret değildir.

Bugün Avrupa, askeri yetersizlik, Washington'a aşırı bağımlılık, derin iç bölünmeler, aşırı sağın yükselişi, ekonomik kırılganlık ve stratejik yönelim kaybından muzdariptir. Birlik, Ukrayna'daki savaşın geleceği ile ilgili müzakerelerden dışlanmıştır. Artık bir aktör değildir. Kendisini doğrudan ilgilendiren bir kaderi sadece izlemektedir.

Birkaç önemli soru hala cevap beklemektedir:

Avrupa toparlanabilir mi?

Bağımsız bir savunma kapasitesi oluşturabilir mi?

Washington ile güvenlik bağlarını koparmaya cesaret edebilir mi?

Amerika ile ittifakını yeniden tanımlayabilir mi?

Korku yerine eşitlik pozisyonundan Moskova ile yüzleşebilir mi?

Birliğin siyasi önemini geri kazanabilir mi?

Şu ana kadar, tüm bu soruların yanıtları ertelenmiştir. Her karar, sadece yarım bir karardır. Bugün Avrupa, sadece Trump'ın baskısı altında değildir. Aynı zamanda Putin'in tehdidi altındadır. Avrupa şu anda varoluşsal bir sınavla karşı karşıya; ya gerçek bir siyasi güce dönüşecek ya da kameralara gülümseyen ve kapalı kapılar ardında bedelini ödeyen bir kıta olarak kalacak. Avrupa'nın ağrı kesicilere ihtiyacı yok; sisteme bir şok gerekiyor. Uyanma çağrısına ihtiyacı var. Önümüzdeki günler şu sorunun cevabını verecek: Eski kıta yeniden ayağa kalkabilir mi? Yoksa Washington onun kalıcı evi mi olacak?

 

* Karam Nama, İngiliz-Iraklı bir yazardır. An Unlicensed Weapon: Donald Trump, a Media Power Without Responsibility (Ruhsatsız Silah: Donald Trump, Sorumluluktan Kaçan Medya Gücü) ve Sick Market: Journalism in the Digital Age (Hasta Pazar: Dijital Çağda Gazetecilik) gibi birçok kitap yayınlamıştır.

HABERE YORUM KAT