1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Hasedin dijital dünyası ve sosyal medya bağımlılığı
Hasedin dijital dünyası ve sosyal medya bağımlılığı

Hasedin dijital dünyası ve sosyal medya bağımlılığı

“Haset, bireyin kendini diğerlerinden üstün gördüğü bir karşılaştırmadan gücünü alır. Haset duygusunun yıkıcı davranışlara sebep olduğuna dair ilk aklımıza gelen örnekler Habil ve Kabil'in hikayesi ya da Yusuf ve kardeşlerinin yaşadıkları...”

07 Mart 2021 Pazar 17:15A+A-

Hasedin Dijital Dünyası

Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz / Star Açık Görüş Eki

Sosyal medyada hikayeleri takip etmekten yorulan danışanıma, telefonu bıraktıktan sonra neler hissettiğini sordum. Acizlik, değersizlik, kıskançlık ve haset duygularından bahsetti. Haset, bireyin kendini diğerlerinden üstün gördüğü bir karşılaştırmadan gücünü alır. Bu duygunun yıkıcı davranışlara sebep olduğuna dair ilk aklımıza gelen örnekler Habil ve Kabil'in hikayesi ya da Yusuf ve kardeşlerinin yaşadıkları... Kimse en kötü resmini ya da başarısızlığını medyada paylaşmıyor. Bu durumu anlatmak için kullandığımız bir metafor vardır: "Duck Syndrome". Suyun üstündeki ördeği izlerken onun ne kadar yumuşak ve rahat bir şekilde süzüldüğü gözlemlenir. Oysa suyun altında, bizim görüş alanımız dışında ördek sürekli ayak çırpmaktadır. Bu fenomen başarılı hayatlarını gördüğümüz insanların aslında görünmeyen tarafları olduğunu bize hatırlatabilir.

Biraz boş vaktim olsa elim telefona gidiyor ve sosyal medya hesaplarımı kontrol ederken buluyorum kendimi. Neredeyse otomatik olarak yapıyorum bunu. Sanırım bu konuda yalnız değilim. Salgın döneminde sosyal izolasyonun etkisiyle bu davranışın kendimde arttığını söyleyebilirim. Üstelik seans odasında sık sık erteleme davranışına eşlik eden sosyal medya kullanımından yana şikayetler duyuyorum. Hatta bir danışanım seans odasına onu getiren nedeni sorduğumda telefonunun şarjını günde iki kez doldurmak durumunda kaldığını zira sürekli sosyal medya hesaplarının içinde kaybolduğunu ve hayatının kontrolünü eline almak istediğini söyledi. Sosyal medya sadece telefonlarımızın şarjını tüketmiyor, dikkatlerimizi, bilişsel gücümüzü ve duygularımızı da tüketiyor.

Narsistik bir yan mı?

Instagramda sürekli hikayeleri takip etmekten yorulan danışanıma telefonu bıraktıktan sonra neler hissettiğini sordum. Acizlik, değersizlik, kıskançlık ve haset duygularından bahsetti. Bu duygular öz benliğimiz ve ruh sağlığımız için oldukça zararlı olabilir. Haset, kıskançlık ve gıpta gibi duygular birçok alanda anlaşılmaya çalışılmış ve tartışılmıştır. Haset tüm dinlerde günah sayılmış olmakla birlikte dinden bağımsız olarak tüm kültürlerde de hoş olmayan bir duygu olarak tanınmıştır. Haset, bireyin kendini diğerlerinden üstün gördüğü bir karşılaştırmadan gücünü alır (Foster). Haset duygusunun yıkıcı davranışlara sebep olduğuna dair ilk aklımıza gelen örnekler Habil ve Kabil'in hikayesi ya da Yusuf ve kardeşlerinin yaşadıkları... Psikoloji alanında ise haset, bireyin sahip olmadığı şey yüzünden kendini aşağı ve eksik olarak algılaması olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu duygunun nasıl eyleme geçeceği ise kişisel farklılıklara göre değişebilir. Navaro hasedin içgüdüsel bir dürtüden çok narsistik bir yaradan kaynaklandığını söyler.

Dil bilim bağlamında baktığımızda haset duygusu ile görme fiili arasındaki akrabalık dikkat çekicidir. İngilizcede haset anlamına gelen envy kelimesi Latince delici bakışlarla bakmak anlamına gelen invidere kelimesinden türetilmiş. Bazı Slav dillerinde de aynı akrabalık görülür. Bacon burada hasetle görsel dikkat arasındaki bağlantıya dikkat çeker ve kem göz ile bakmak ve haset etmek arasındaki ilişkiye değinir.

Kendinden utanç duyma

Görsellikten faydalanılan uygulamalar sayesinde her şeyi paylaşmanın bu kadar yaygın olduğu bir dönemde bu ilişki dikkatimi çekti. Çok sayıda insanın elinde Instagram, Facebook gibi uygulamalar var. Sürekli gördüğümüz ve görüldüğümüz bir toplumda yaşıyoruz. Sadece dijital olarak değil toplumsal olarak da öyle. Guy Debord'un "gösteri toplumu" kavramı bu durumu çok iyi bir şekilde betimler. Artık deneyimler ve ilişkiler yeniden medya araçları ile üretilir ve bağlamından koparılarak izleyiciler bir yabancılaşma süreci içine girer. Kendi yaşamlarına yabancılaşan birey kendini haset ve kıskançlık gibi olumsuz duyguları deneyimlerken bulabilir. Smith ve Kim haset etmenin sadece bizi başkalarından değil kendimizden utanç duymamız nedeniyle kendimizden de uzaklaştırdığına dikkat çeker. Üstelik sosyal medya ve ruhsal rahatsızlıklar arasındaki bağlantıya dair yapılan birçok çalışma bunu kanıtlamaktadır. Sosyal medyada geçirilen süre ile depresyon, yalnızlık, anksiyete, uyku bozuklukları ve yeme bozuklukları arasında güçlü bir korelasyon var. Örneğin Pennsylvania Üniversitesinde yapılan bir araştırmanın bulgularına göre sosyal medyada geçirdikleri zamanı yarım saat azaltan öğrencilerin ruh sağlıklarında iyileşme görülmüş. 2016 yılında Cyberpsycholgy dergisinde yayınlanan bir çalışmada bir hafta Facebook kullanımına ara vermenin hayat tatmini ve olumlu duyguların artması ile ilişkisini keşfetti. Sosyal medya kullanımının ruh sağlığımız üzerine olumsuz etkilerine dair sayısız çalışma mevcut ve bunlar ciddi tehlikelere işaret ediyor.

Ekranda herkes ne kadar da mutlu

Bu tehlikelerden ruh sağlığımızı korumanın yolları var. Bu uygulamaları kullanmayı tamamen bırakabilirsiniz. Bunun kaygı ya da boşluk duygusu yaratabileceğini hesaba katarak belki küçük değişiklerle başlayabilirsiniz. Screen Time gibi uygulamalar ile sosyal medya kullanımınızı takip edip sınırlandırmak mümkün. Üstelik sosyal medyayı bilinçli kullanmak tamamen kullanmayı bırakmanızı da gerektirmeyebilir. Zira sosyal medya platformları eğitim ya da iş amacıyla da kullanmakta. Belki sosyal medya kullanımını sadece belli gün ve saatlerle sınırlandırmak iyi bir başlangıç olabilir. Ya da mekanla. Örneğin yattığımız odada ya da yemek masasında bu cihazları kullanmamaya başlamanın uyku kalitemize, ilişkilerimize ya da dürtüsel yeme davranışımızı engellememize faydası olacaktır. Bence en işlevsel yaklaşım ise yerine daha sağlıklı seçenekler yaratmak. Bu seçenekler kişiye ve duruma göre değişebilir ama daha köklü bir fark yaratır.

Ayrıca bu uygulamalarda paylaşılan fotoğraf ya da içeriklerin gerçeği yansıtmayabileceğini, bir mizansen ürünü olabileceğini akılda tutmak iyi olabilir. Zira başkalarının yaşamı söz konusu olduğunda bize gösterilenlerin hikâyenin farklı bir versiyonu olduğunu unutmak kolay. Kimse en kötü resmini ya da başarısızlığını medyada paylaşmıyor. Bu durumu anlatmak için kullandığımız bir metafor vardır: "Duck Syndrome". Suyun üstündeki ördeği izlerken onun ne kadar yumuşak ve rahat bir şekilde süzüldüğü gözlemlenir. Oysa suyun altında, bizim görüş alanımız dışında ördek sürekli ayak çırpmaktadır. Bu fenomen başarılı hayatlarını gördüğümüz insanların aslında görünmeyen tarafları olduğunu bize hatırlatabilir.

Haset insani bir duygu, her duygu gibi bize bir şey anlatır. Zarar verici olan duygunun kendisi değil onun nasıl bir eyleme geçmeye vesile olduğu önemlidir. Gökyüzündeki aya işaret eden parmağa bakmak ayı görme şansımızı kaybettirir. Melanie Klein'ın Haset ve Şükran eserinde işaret ettiği gibi haset duygusunun altında yatan şey bir kaybımıza dair duyduğumuz keder olabilir. Bu durumda profesyonel yardım almak yararlı olacaktır. Psikoterapi bu duygunun altında yatan ihtiyaçları anlamak ve üzerinde çalışmak için bize bir zaman ve zemin sunar. Böylece gereken bakımı kendi kendimize verebiliriz. Belki de bu duygu kişisel gelişimimiz için bir motivasyon kaynağı olabilir.

Daha iyiler hep olacak...

Her zaman bizden daha başarılı, daha akıllı, daha zengin birileri olacak. Başkaları ile kendimizi kıyaslamak sonu gelmez bir işkenceye benziyor. Üstelik sosyal medyanın sadece hazırlayıp sundukları ile kendi gerçeklerimizi kıyaslamak bu işkenceyi uzatmak ve derinleştirmek anlamına geliyor. Başkalarına yönelmiş bakışlarımızı kendimize çevirdiğimizde hayatımızı olduğundan daha iyi yapabilmek için zaman ve zemine kavuşabiliriz. Böylece yaşamdaki olumlu şeylere odaklanıp hem kendimizi hem de başkalarını kabul edip takdir etmeyi seçebiliriz.

Bir süredir bu alanda yaptığım okumalar ve klinik tecrübelerden sonra ben de kalabalıklara uyarak düşüncesizce paylaşımlar yapıp yapmadığımı düşündüm. Hala insanlarla irtibatta olmak için sosyal medyayı kullanıyor olsam da artık paylaştığım şeylerin başkasına olan etkisini daha çok dikkate alıyorum. Sosyal medyada geçirdiğim zamanı kısıtlamanın ise hem ruh sağlığıma hem de tükenmişlik sendromuma iyi geldiğini gördüm. Siz de bana katılmak ister misiniz?

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum