1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Gerçek, Terör ve Küreselleşme
Gerçek, Terör ve Küreselleşme

Gerçek, Terör ve Küreselleşme

Dr. Philip Leech, Batılı devletlerin, kuruluşların, medyanın “terörizm” kavramına nasıl çifte standartlı ve Müslümanlara karşı önyargılı bir şekilde yaklaştıklarını ele alıyor.

03 Aralık 2014 Çarşamba 12:04A+A-

Dr. Philip Leech / Middle East Monitor

Çeviri: Salih Orhan / Haksöz-Haber

Çifte standartlar her yerde yaygınlaşıyor ve iş anlaşılmaz “terörizm” kavramını tanımlamaya gelince çifte standart uygulanmayan bir yer kalmıyor. Cuma günü, eski bir Britanya Ordusu askeri olan 20 yaşındaki Ryan Mcgee, çivi bombası yapmak ve internet üzerinden aşırı sağ siyasi görüşleri savunmak suçlarından hüküm giydi. Ama terörizm suçlamasıyla karşı karşıya kalmadan, davaya bakan savcının serdettiği “Mcgee bir terörist değil sadece olgunlaşmamış bir genç” kanaatiyle yalnızca 2 yıl cezaevinde yatmaya mahkum edildi.

Kanada’da, bu yıl Ekim ayında, ( Müslüman olan iki farklı kişi tarafından birbirleriyle bağlantısız farklı olaylarda ) iki askerin öldürülmesinin öfke ve korkuya yol açtığı günlerden hemen sonra New Brunswick, Moncton’da 24 yaşındaki Justin Christien Bourque adlı bir kişinin 25 ila 75 yıl arası mahkumiyetine hükmedildi. Bourque, hükümeti düşürmeyi amaçlayan başkaldırısında Kanada Kraliyet Atlı Polisi’nden 5 polis memurunu vurmuş bu polislerden üçü hayatını kaybetmişti. Ama Bourque ne terörizm suçlamasıyla yüz yüze geldi ne de ana akım medya tarafından terörist olarak sunuldu.

Bugünlerde ise Missouri, Ferguson’da beyaz bir polis memuru tarafından vurulan silahsız siyah genç Micheal Brown için adalet talep eden protestolar dünyanın dört bir tarafına yayıldı. Medyanın verdiği çok sayıdaki haberle birlikte eylemlere katılanların birçoğu,  bu olaylara karşı mücadele yürüten ana akım medyaya meydan okudular. Belki bu destek kampanyalarının en dikkat çekici yanı, baskıya karşı ayakta durmak tecrübeleriyle birlikte pratik öneriler de ihtiva edecek şekilde eylemlere destek veren Filistinli aktivistlerin varlığı oldu.

Şiddet ve medya

Şiddet eyleminin faili Hıristiyan, beyaz genellikle muhafazakar arka planlı olduğu zaman –hukuk önünde ve basının haberlerinde- fail veya kurbanı beyaz olmayan hadiselerden çoğu zaman farklı bir muameleye tabi tutulur şeklindeki gerçeklik çok iyi bilinir.

Örneğin, medyanın “İslamcı teröristler”den gelen “tehdit” haberleriyle pompaladığı korku ile bu grupların parmağının olduğu kriminal vakaların sayısı tam anlamıyla bir orantısızlık içerisindedir. Doğrusu, geçen yıl Wired’ın raporuna göre Amerika’daki Müslümanların örneğin 2012 yılı içinde gerçekleştirdikleri terörist saldırı sayısı sıfırken Avrupa’da 2008 ile 2011 arasındaki terörist saldırılardan mahkum olan kişi sayısı yıl başına 10’dan daha az.

Tüm bunları akılda tutarak, ana akım medyanın haberlerindeki bu tür önyargılarla mücadelede devreye sokabileceğimiz üç farklı yöntemi burada belirtmek istiyorum.

Gerçek olmayana gerçekle meydan okuma

Medyanın önyargılarıyla yüzleşme ve onları ortaya çıkarmanın en açık yolu bu önyargılara işaret etmektir. Yvonne Ridley’in Middle East Monitor’de geçenlerde yayınlanan bir makalesinde tanımlandığı gibi, Kudüs’te yakın dönemde başlayan ve hala da devam etmekte olan şiddetten bahseden medya haberlerindeki ön yargı apaçık ortadadır.  Ridley, İsrailliler tarafından öldürülen Filistinliler ile Filistinliler tarafından öldürülen İsrailliler hakkındaki haberlerin nasıl farklılık arz ettiğine dikkat çekiyor.

         “Batı medyası, öyle görünüyor ki,  Gazze Şeridinden gelen ölüm haberleriyle ilgilenmiyor. Bu yaz dünyanın en büyük hapishanesinde yaşamak talihsizliğinin bedelini ödemiş 2.140 Filistinlinin bir zamanlar yaşadığı Gazze Şeridi…”

Yine de tecrübeler bize bu yöntemin her zaman faydalı olmadığını söylüyor. Şayet mesele, sık sık ana akımla mücadele eden yazılar yazan (Ridley ya da Cornell West, Amira Hass, Naomi Klein gibi) gazeteci ve entelektüellerden ibaret olsaydı gerçek belirtilip kamuoyu kolayca değişirdi. Daha sonrasında ise bu yazarlar hızlıca ana akım olur ve dünya çok daha farklı bir yer halini alırdı.

Ama bildiğimiz gibi, mesele bundan ibaret değil. Doğrusu, bu alternatif yaklaşımlar sürekli ana akım tartışmaların kenarında kalmaya devam edecek gibi. Gerçi internet haberciliğinin hızlı büyümesi ve kurumsal medya kaynaklarının zayıflaması bazı değişim sinyallerini beraberinde getirmiyor değil.

İç çelişkilerin saptanması

Bu tür önyargılarla mücadelede ikinci güçlü yöntem önümüze gelen metni incelemek ve yazarı kendisiyle ne zaman, nerede, nasıl çelişiyor tespit etmektir. Allah’tan açıkça önyargı sahibi olan gazetecilerin çoğu, bu soruların cevaplarını basitçe kendi elleriyle ortaya sermiş olurlar.

Örneğin, Jonathan Schanzer’in yakın dönemde kaleme aldığı bir makalede yer alan aşağıdaki açıklamasını ele alalım.

Kudüs’teki son günlerde artan şiddeti söze konu ettiği kısımda Schanzer şöyle söylüyor:

“İlk bela işareti, bu yaz, Şufat sakini 16 yaşındaki Filistinli Muhammed Ebu Hıdır’ın ikisi daha önceden zihinsel rahatsızlıklar geçirmiş üç İsrailli tarafından kaçırılıp feci bir şekilde katledilmesinin ardından ortaya çıktı.

Şufat tam bir kaosun içine sürüklenmeden önce bu cinayetin milliyetçilik motivasyonuyla işlenip işlenmediği saptanabilmeliydi. İsyancılar şehrin ortasından geçen hafif raylı tren istasyonlarını tahrip ederken protestocular sınır polisine taş ve molotof kokteylleri attı.”

Sonuç olarak bu makale olayı, İsrail’in anlatımına güçlü bir yakınlık doğuracak yönleriyle sunuyor. Okuyucunun korkması gereken çeşitli sebepler varsayıyor, gerçi bazı ufak tefek gerçek deliller ortaya koymuyor da değil.

Ama bu açıklama iki önemli sebep dolayısıyla ilgi çekici. Bunların birincisi Schanzer’ın makalesi -Al Jazeera plus tarafından yapılan bir kısa videoda uzmanca özetlenmiş olan- şehrin yakın dönem tarihinin geniş kapsamını ve Filistin halkının düş kırıklığı ve öfkesinin çok sayıdaki diğer sebeplerini görmezlikten geliyor.

Bu açıklamayı ilginç kılan ikinci sebep biraz daha şaşırtıcı. Açık bir çifte standart örneği bu açıklama. Doğrusu, kelimeleri dikkatli bir şekilde okuduğumuzda Schanzer’ın olayları ele alışında, Filistinlilere karşı aynı ağırlıkta politik şiddet de uygulayan İsraillilerin işlediği feci suçlar olabileceğine açık kapı bırakılmadığı bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. “İlk bela işareti … Muhammed Ebu Hıdır’ın… kaçırılıp feci bir şekilde katledilmesinin ardından ortaya çıktı.”

Schanzer’a göre, Ebu Hıdır’ın öldürülmesini hiçbir değeri yok. Bu “ İlk bela işareti” falan değil Schanzer’a göre “bela” olayın ardından başlıyor. Ayrıca, bunu “bela” olarak bile kabul etmiyor; ta ki cinayete verilen cevaba kadar “bela”dan bahsettiği yok.

Hatalı öncüllerin saptanması (ve ırkçılığa sesleniş)

Bu türden demagojilerin bir diğer esaslı örneğini, bu kez daha genel bir bağlamda, Amerikan dergisi The National Interest’te yakın dönemde yayınlanan bir makalede görüyoruz. “Gezegendeki En Ölümcül 5 Terörist Grup”  başlığını taşıyan bu makale için genel geçer anlatıya yaslanmaya bakan yarım yamalak gazetecilik türünün bir özeti denilebilir.

National Geographic’te tehlikeli örümcekler hakkında bir yazıda bulunabilecek türden bir başlığa sahip bu makale özellikle İslamcı örgütlere (muhtemelen IRA, FARC, PKK ve Ku Klux Klan gibi örgütlere torpil geçilmiş) odaklanmasının yanı sıra birçok varsayımında derin bir ırkçılık sergiliyor.

İki bakımdan ırkçılığa dair delil var bu makalede. İlk örnek makalenin yazarı Daniel R. Depetris, Nijerya hükümetinin askeri tepkisiyle alay ederken, “Teröre karşı savaş”ta sayısız başarısızlığına rağmen ABD ordusunu coşku içerisinde saygı dolu ifadelerle tasvir ediyor. Sadece IŞİD ve ABD ordusu hakkındaki şu ifadeyle:

          “Özel bir terörist örgüt ancak yarımkürenin yarısında faaliyet gösteren dünyanın en güçlü ve en profesyonel ordusuna kafa tutabilir.”

Boko Haram ile Nijerya ordusu hakkındaki şu ifadeyi kıyaslayalım:

          “Belki bugünkü şiddetten daha cesaret kırıcı olan Nijerya hükümetinin Boko Haram’la savaşmak için seçtiği beceriksiz ve yetersiz yoldur.”

DePetris, IŞİD gibi örgütleri ilk etapta ortaya çıkaran şartların oluşturulmasında son on yıldaki ABD politikasının belki en önemli etken olduğu gerçeğiyle ilgili herhangi bir şeyden bahsetmekten kaçınıyor. Ayrıca, devamında şöyle diyor:

          “Nijerya ordusu uluslararası insan hakları kanunlarınca yasaklanan taktik türlerini kullandı”

 Ama ABD ordusunun Irak’taki Ebu Garib Cezaevi’nde ve Guantanamo Körfez’indeki X-Ray Kamp’ında “uluslararası insan hakları kanunlarınca yasaklanan taktikleri” kullanma suçuna bulaştığından ve mahkumlara yasadışı yöntemler kullandıkları tespit edilen özel askeri yüklenicileri çeşitli görevleri yaptırmak üzere tuttuğundan hiç bahsetmiyor.

DePetris çifte standartlarına ikinci örnek İran ordusunun oldukça faal dış operasyonlar birimi Devrim Muhafızları Birlikleri Kudüs Ordusu (DMBKO)‘nun dünyanın en ölümcül üçüncü ordusu olduğu iddiası.

Bu DePetris’in kendi standartlarına göre gerçekten tuhaf bir iddia. DePetris, “Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlar kanadının ABD tarafından bir yabancı terörist örgüt olarak tanınmadığını” ama “Ekim 2007’de ABD Maliye Bakanlığı’nın Hizbullah’a yaptığı 100- 200 milyon dolar yıllık yardım gibi yardımlar yoluyla çeşitli terörist örgütlere destek verdiği için DMBKO’yu “özel bir şekilde küresel bir terörist varlık olarak tanımasının” kendi tercihine meşruiyet sağlayan bir temel teşkil ettiğini belirtiyor.

Bu, neyin “terörist” örgütü olmakta ayırt edici olduğu hususunda sık rastlanılman türden bir yorum, bilhassa DMBKO’nun ABD ordu kurumundaki eşdeğerleriyle karşılaştırmaya kalkıldığında… Onların arasında olan Müşterek Özel Operasyonlar Komutanlığı (JSoc) ve CIA Amerika’nın askeri suikast seferlerinden sorumludur. Bu iki örgüt ABD’nin Obama yönetiminin ilk beş yılında 2.400 kişiden fazla insanın öldürüldüğü tahmin edilen insansız hava uçakları saldırılarını yürütmektedir.

Dahası, JSoc yasama gözetimi olmaksızın ve sadece ABD başkanının emirleriyle hareket ediyor ve kendisine sağlanan örtülü ödenek yoluyla 70 farklı ülkede bireysel suikastlarla faaliyet yürütüyor. CIA “Angola’dan Nikaragua’ya oradan Küba’ya çok sayıda yabancı ayaklanmayı fonladı ve destekledi isyancılara eğitim verdi, gerçi bu çalışmalarında sınırlı başarı sağladı. (1980’deki Afganistan’ın Sovyetlerle olan savaşında daha sonra El Kaide’nin öncülerine dönüşen direnişçilerin durumu buna istisna oluşturur.) 

O halde niçin DMBKO “ölümcül bir terörist örgüt” oluyor da JSoc ve CIA olmuyor? DePeetris söylemiyor ama onun tezi bizi JSoc ve CIA’in ABD hükümetinin ordusu olmaları DMBKO’nun ise ABD’nin güncel stratejik rakiplerinden birinin ordusu olması arasındaki farklılıkla sonuçlanacak bir yere götürüyor.

Düğer bir deyişle, DePetris için (siviller dahil) bir çok insanın öldürülmesi belli bir insan topluluğu tarafından gerçekleştirilince mazur görülebilir olmakla kalmıyor kahramanca oluyor; ama aynı eylem başka bir insan topluluğunca –DePetris’in hoşlanmadığı bir topluluk, İranlılar tarafından- yapıldığı zaman iğrenç ve “terörizm” oluyor.

“Savaşın ilk kurbanı …

… gerçektir”, der antik Yunan oyun yazarı Esilos. Ama bu çok uzun zaman önceydi. Bizim dünyamız daha farklı bir dünya ve savaşın doğası bugün bildiğimiz gibi nakledilen böyle bir tarzda küresel seferberlik halini aldı. Biz her zaman tek taraflı ve belirsiz olarak kimin yaptığı kime karşı yapıldığı taraflarının arka planı ya da inancına bakmaksızın şiddeti kınamalıyız. Asla şiddet haberlerini sanki bir kimliksel topluluk tek tek sorumluymuş ya da bir topluluk tek tek masummuş gibi yanlış anlamamalı ve abartmamalıyız.

Küreselleşen dünyamızda, medya- ve artan etkisiyle sosyal medya- giderek gerçekleri ve olayların detaylarını öğrenebileceğimiz bir yer olmaktan çıkıyor (eğer şimdiye kadar öyle idiyse) ve  bunun yerine savaş alanının bir parçası haline geliyor. Evet aynı zamanda meydan okunabilen ve meydan okunmak zorunda olan ırkçılık, yalan ve zararlı çifte standartlarla da bir savaş alanı…

Missouri, Ferguson’daki adaletsizliğe ve İsrail işgaline itirazı birbirine bağlayan son gösteriler ve sosyal medya kampanyaları birlikte umudun sembolüdür. Onlar tüm barikatlar ve bariyerlere rağmen bir uçtan öbür uca gelişebilen güçlendirici cemaat duygusunu sergilediler. Medyada yer alan haberlerdeki insafsızlık ve önyargılara meydan okuyarak adaletsizliğe karşı daha önce görülmemiş böyle bir itirazı desteklememiz mümkün hale gelir. Şimdi bu fırsatı kaçırmamak zorundayız.

 

HABERE YORUM KAT