
Gazze’de yağmacılara ve fırsatçılara karşı öfke büyüyor
Yağmacılara ve fırsatçı tüccarlara karşı öfke büyüyor; bu tutumlar ihanet olarak görülüyor.
Amal Abu Seif’in Al Jazeera’da yayınlanan yazısı, Sevranur Ayar tarafından tercüme edilmiştir.
17 Temmuz’da, Gazze’nin orta kesimindeki Nuseyrat Kampı’ndaki bir pazarda uygun fiyatlı bir gıda ürünü ararken bazı dükkânların önünde toplanan öfkeli bir kalabalığa tanık oldum. İnsanlar, dükkân sahiplerinin yardım konvoylarından yağmalandığı açıkça belli olan ürünleri fahiş fiyatlara satmasına tepki gösteriyordu.
İki hafta sonra aynı pazarda yine bir protesto yaşandı. Kalabalık “Hırsızlar!” diye bağırıyor, tüccarlara lanet okuyordu.
Tanıklıklara göre, bazı dükkân sahipleri Allah korkusu gözetmeden kıtlıktan acı çeken halkı acımasızca sömürüyor; ücretsiz dağıtılması gereken yardımları nadir lüks mallarmış gibi fahiş fiyatlara satıyor. Açgözlülük ve fırsatçılık artık dayanılmaz boyutlara ulaştı, halk da duruma kendi eliyle müdahale ediyor.
Gazze genelinde fiyat spekülasyonlarına karşı protestolar düzenleniyor. Bazı bölgelerde dükkânlar zorla kapatılıyor. Halk, savaşın yarattığı yıkıma bir de içeriden vuran bu sömürüye karşı sesini yükseltiyor.
Gerçekten de, temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatları arz-talep dengesiyle açıklanamayacak ölçüde fırlamış durumda. Halk, alım gücü neredeyse sıfıra inmişken bu ürünlerin neden bu kadar pahalıya satıldığını anlayamıyor. Pazarda yürürken karşılaştığım fiyatlar adeta delilikti:
– 1 kilo un: 40 şekel (yaklaşık 12 dolar)
– 1 kilo pirinç: 60 şekel (18 dolar)
– 1 kilo mercimek: 40 şekel (12 dolar)
– 1 kilo şeker: 250 şekel (73 dolar)
– 1 litre sıvı yağ: 200 şekel (58 dolar)
İsrail’in Mart ayında Gazze’ye tam abluka uygulamasından bu yana, Birleşmiş Milletler aracılığıyla gerçekleşen normal insani yardım dağıtımları – ki bu tür savaş bölgelerinde kesintisiz şekilde sürmesi gereken bir süreçtir – tamamen durmuş durumda.
Uluslararası tepkileri bastırmak amacıyla İsrail tarafından kurulan sözde insani yardım merkezleri, gerçekte birer ölüm tuzağına dönüşmüş durumda. Yardım almak için gelen sivillere sıklıkla ateş açılıyor; binlerce kişi bu saldırılarda hayatını kaybetti ya da yaralandı.
Bununla eşzamanlı olarak, İsrail hükümeti çok sınırlı sayıda yardım tırının Gazze’ye girişine izin vermeye başladı. Ancak bu yardımların önemli bir kısmı Gazze’ye girdikten sonra yağmalanıyor. Bu mallar, daha sonra fahiş fiyatlarla yeniden satılıyor.
Bu yağmalanmış gıda yardımının kontrolü ise güçlü tüccarların ve aracılarının elinde. Bu kişiler ya yerelde etkili figürlerce korunuyor ya da İsrail’le dolaylı bir koordinasyondan faydalanıyor. Yaşananlar rastlantısal değil; devlet kurumlarının çökmesi ve hukuki denetimin ortadan kalkmasıyla sömürü kural haline gelmiş durumda. Bu düzen, bilinçli olarak kaos ortamı oluşturmak için teşvik ediliyor.
Filistinlilere göre, İsrail’in amacı yalnızca Gazze’yi zayıf göstermek değil; aynı zamanda yönetilemez bir yer haline geldiğini ispatlamak. Bunun için sınırların kapatılması yeterli değil. Halk, sürekli bir kaos ve iç çatışma hâline itilmek isteniyor.
Bu süreçte açlık temel bir araç olarak kullanılıyor. Açlık yalnızca öldürmekle kalmıyor; insan doğasını da değiştiriyor. Hayatta kalmak için gerekli en temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılan, her gün aşağılanmaya maruz kalan bir insan, zamanla sağlıklı düşünme ve muhakeme yetisini yitiriyor. Bu durum, kimi zaman acısına neden olanları – haklı ya da haksız – hedef almasına yol açıyor.
Her çatışmada kara borsalar ve savaş zenginleri ortaya çıkar. Ancak Gazze’de yaşananlar diğerlerinden farklı. Bu kez işgalci güç, bu suç faaliyetlerini yalnızca tolere etmiyor, aynı zamanda dolaylı biçimde teşvik ediyor. Bu durumdan doğrudan maddi kazanç sağlamasa da, kaosu derinleştirerek temel amacına hizmet ediyor: Gazze’yi yönetilemez hale getirmek.
Bu sömürü düzenine katılan Filistinlilerin motivasyonu ise değişken: Kimi açgözlülükten, kimi şantaj ya da hayatta kalma zorunluluğuyla bu düzenin parçası haline geliyor. Ancak sonuç değişmiyor — halkın acıları fırsata çevrilerek daha büyük bir yıkımın altyapısı kuruluyor.
Bu yavaş ve sistematik çözülme, işgalin tam olarak hedeflediği senaryodur. İsrail, Gazze sokaklarında kaos görmek istiyor ki kendi kamuoyuna ve uluslararası medyaya şöyle diyebilsin: “Bakın, Filistinliler kendi kendilerini yok ediyor. Kendilerini yönetemezler. Bir devleti hak etmiyorlar.”
Ama gerçek bambaşka: Bu bir halkın başarısızlığının değil, işgalin ne kadar başarılı bir yıkım politikası yürüttüğünün kanıtıdır. Kontrolü kaybeden Filistinliler değil; o kontrol açlıkla, sağlık ve altyapı sistemlerinin bilinçli şekilde yok edilmesiyle, devlet kurumlarının çökertilmesi ve suç ağlarının güçlendirilmesiyle onlardan zorla alınmıştır.
Yine de Gazze halkı boyun eğmiyor. İnsanlar öfkelenebilir, çaresiz hissedebilir, sokaklara dökülebilir. Ama vicdanlarını ve toplumsal pusulalarını kaybetmiş değiller. Bugün yükselen bu toplu öfke bir iç çatışma değil; ihanete karşı verilen ahlaki bir uyarıdır. Kuşatma altında acımasızca fiyatları yükseltenler, halk nezdinde birer hain olarak görülüyor ve Gazze yeniden inşa edildiğinde adalet önünde hesap verecekler.
Bugün işgal gücü bu çöküşün içinde zafer sarhoşluğu yaşıyor olabilir. Ancak bu, Filistin halkının yenildiği anlamına gelmez. Her kriz yeni bir farkındalık doğurur, her ihanet yeni bir direnişin tohumu olur. Filistinlilerin büyük çoğunluğu, işkencecilerinin aracı olmayı reddediyor; boyun eğmeyi, silinmeyi ve birbirine zarar vermeyi kabul etmiyor.
Filistin’in dayanışması hâlâ yaşıyor.








HABERE YORUM KAT