1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Gazze bir “şey” değildir, Bay Başkan
Gazze bir “şey” değildir, Bay Başkan

Gazze bir “şey” değildir, Bay Başkan

İsrail bizi anlamıyor. Amerika Birleşik Devletleri de anlamıyor. Çünkü bir toprağa ait olmak ile onu işgal etmek arasında temel bir fark vardır.

04 Şubat 2025 Salı 20:25A+A-

Malak Hijazi’nin electronicintifada’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz-Haber için tercüme etti.

 

Görünen o ki, ne İsrail ne de ABD “biz Gazze halkını” barış içinde yaşamaya bırakmaya niyetli. Sömürgeci İsrail'in yürüttüğü soykırım savaşında ABD'nin desteği ve Mısır ile Katar'ın garantörlüğüyle sağlanan kırılgan bir ateşkesin ilan edilmesinden sonra bile ABD Başkanı Donald Trump son derece tartışmalı bir açıklama daha yaptı. “Bir buçuk milyon Filistinlinin” Ürdün ve Mısır gibi komşu ülkelere yerleştirilmesini önererek ‘her yeri etnik olarak temizlemeyi’ teklif etti ve bunu sözde insani bir çözüm olarak sundu.

Sözlerini iki kez okudum, “yer” ile neyi kastettiğini tam olarak kavramaya çalıştım. Açıkça görülüyordu ki, on yıllardır kuşatma, bombardıman ve zorla yerinden edilmeye maruz kalan iki milyondan fazla insana ev sahipliği yapan Gazze'nin kendisini kastediyordu. Trump için Gazze bir yaşam, tarih ve direniş yeri değil, silinmesi gereken bir engel, halkı da ABD'nin en sevdiği şımarık çocuğunun “çözmesi” gereken bir soruna indirgenmiş durumda.

Ürdün Kralı II. Abdullah ile yaptığı bir telefon görüşmesini anlatan Trump, Gazze'yi “gerçek bir karmaşa” olarak nitelendirdi ve Kral Abdullah'ı “daha fazla Filistinliyi kabul etmeye çağırdığını” söyledi. Yeni düzenlemenin yerinden edilenler için geçici ya da uzun vadeli olabileceğini öne süren Trump, bunun “bir değişiklik için barış içinde yaşamalarına” olanak sağlayacağını iddia etti.

“Mısır'ın insanları almasını isterim, Ürdün'ün de insanları almasını isterim” dedi. Ancak hem Mısır hem de Ürdün Filistinlilerin Gazze'den taşınması önerisini reddetti.

Bu yeni bir durum değil. Trump, Gazze'yi bir vatan olarak değil, çözülmesi gereken bir emlak sorunu olarak görüyor. Kısa bir süre önce Gazze'yi “olağanüstü bir yer” olarak nitelendirirken aynı zamanda “devasa bir yıkım alanına” benzetti. Trump'ın sözleri, geçen yıl Gazze'nin “değerli” sahil arazisinden, halkı uygun bir şekilde ortadan kaldırıldıktan sonra yeniden imar edilebilecek bir arazi gibi bahseden damadı Jared Kushner'in sözleriyle örtüşüyor.

Meydan okuma ve umutsuzluk

Gazze'de Trump'ın önerisi hem meydan okuma hem de derin bir endişeyle karşılandı. Bazıları, özellikle İsrail ordusunun kıyı bölgesinin büyük bir kısmından çekilerek bölge sakinlerinin Gazze'nin kuzeyindeki harap olmuş mahallelerine dönmelerine izin vermesinin ardından, Trump'ın sözlerini ciddiye almayı reddederek öneriyi tamamen reddetti. Gazze'de dile getirilen genel kanı, bombardımanlar sırasında, evleri terk etme baskısı zirvedeyken gitmedilerse, ölümler durduktan sonra şimdi neden gitsinler?

Diğerleri ise bu açıklamayı, Gazze'nin yeniden inşasının kasıtlı olarak durdurulabileceği, yaşanmaz hale getirilebileceği ve sakinlerinin terk etmeye zorlanabileceği yönünde bir uyarı olarak değerlendirdi. Doğrudan askeri harekât olmasa bile, başka tür bir savaş devam ediyor - mahrumiyet savaşı. Gıda, ilaç, su ve yakıta getirilen ciddi kısıtlamalar günlük yaşamı bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürdü. Hastaneler işlevlerini yerine getirmekte zorlanıyor, aileler temiz su için bitmek bilmeyen kuyruklarda bekliyor ve sık sık yaşanan elektrik kesintileri tüm mahalleleri karanlığa gömüyor.

Bu koşullar devam ederse Gazze'de kalmak dayanılmaz bir seçenek haline gelebilir. Ebeveynler, çocuklarının açlık ve hastalıktan acı çekmesini izlemek ya da vatanlarını geride bırakmak gibi dayanılmaz bir kararla karşı karşıya kalacaktır. Zaten hayatta kalmak için bir can simidi olan “insani yardım” silah haline getirilebilir, zorunluluk kisvesi altında yer değiştirmeye zorlayacak şekilde şartlandırılabilir. Bombaların başaramadığını, sürünen çaresizlik başarabilir.

Mısır ve Ürdün şu ana kadar bu tür önerilere direnmiş olsalar da diplomatik çabalar, uluslararası bir barış anlaşmasının parçası olarak Filistinli mültecileri kabul etmeleri için baskı yapılmasına yol açabilir.

Zorla yerinden edilmenin uzun tarihi

11 Ekim 2023'te, ABD'li yetkili John Kirby Gazzelilerin kaçması için “güvenli geçişten” söz ettiğinde, oturma odamızda oturan babam nefretle radyoyu kapattı. Yüzü karardı ve elini umursamaz bir şekilde salladı. “Gitmeyeceğiz” dedi kararlı bir şekilde, sanki Kirby'nin kendisine - ya da nesiller boyu halkımıza musallat olan amansız yerinden edilme döngülerinin arkasındaki güçlere - hitap ediyormuş gibi.

Babam sık sık büyükbabasının 1948'deki sürgününden bahsederdi - kaybedilen topraklardan, 1967 savaşından sonra babasından acı verici bir şekilde ayrılışından. Büyükbabam Mısır'a çalışmak için gittiğinde bir daha geri dönmesine izin verilmedi. Bunlar münferit hikâyeler değil, uzun bir yerinden edilme tarihinin, parçalanmış ailelerin, tutulmayan sözlerin bir parçasıydı.

Bana 1970'lerden bahsetti: İsrail ordusu özgürlük savaşçılarının evlerini X işaretiyle işaretleyip evleri yıkılmadan önce ayrılmaları için sadece 48 saat verdiğinde ailelerin Cebaliye mülteci kampından sürülmesi. Diğer evler ise yol genişletme bahanesiyle yıkıldı - bir başka zorla yerinden etme taktiği. Bu ailelerden biri de, bir daha geri dönüp dönemeyecekleri belirsiz bir şekilde Mısır'ın El Ariş kentine sürülmeden önce vedalaşmaya gelen, babamın komşuları Daoud'lardı.

Filistinlileri Gazze'den sürme stratejisi yeni değil. 1953 yılında Mısır ve BM Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA arasında müzakere edilen bir plan, 30 milyon dolarlık UNRWA fonuyla desteklenen 60.000 mültecinin Gazze'den Sina'ya yerleştirilmesini amaçlıyordu. İsrail askeri saldırılarının arttığı 1955'te plan ivme kazandı ancak kitlesel protestolar iptal edilmesine neden oldu.

1956-57 yıllarında İsrail Maliye Bakanı Levi Eshkol, 200 Filistinli mülteci ailenin Gazze'den ayrılmasını finanse etmek için 500.000 dolar tahsis etti. 1969 yılına gelindiğinde İsrailli yetkililer, göçü teşvik etmek amacıyla Gazze'nin yaşam standardını Batı Şeria'ya göre düşürmek için önlemler almayı düşünüyordu. 1971'de Ariel Şaron'un askeri komutası altında İsrail binlerce evi yıktı ve 12.000 sivili Sina'ya sürgün etti; bunların çoğu Mısır sınırı yakınlarındaki “Kanada Kampına” yerleştirildi ve burada yıllarca belirsizlik içinde yaşadılar. Bu politikalar, Filistin toplumunu parçalamaya, mülteci nüfusunu azaltmaya ve Gazze'deki uzun yerinden edilme tarihini devam ettirerek siyasi kimliklerini ortadan kaldırmaya yönelik daha geniş bir stratejinin parçasıydı.

Bu tür politikalar uzun zamandır Filistinlilerin farkındalığını şekillendiriyor ve yerinden edilmenin tesadüfî değil kasıtlı olduğuna dair kolektif bir anlayışı pekiştiriyor. Bu nedenle Gazze'nin kuzeyindeki pek çok kişi son soykırım savaşı sırasında güneye gitmeyi reddetti ve son sözde tahliye emirlerini tanıdık bir zorla nakil stratejisinin parçası olarak kabul etti. Bunun “sadece bombardımandan kaçmakla ilgili olmadığını, silinmeye direnmekle ilgili olduğunu” biliyorlardı.

Benzer şekilde, güneyde de, bitmek bilmeyen baskı ve şiddete rağmen, birçoğu başka bir zorunlu sürgün dalgasının parçası olma riskini almaktansa kalmayı tercih etti. Bir kez bile Mısır sınırını geçmeyi düşünmediler. Gazze'deki direniş hiçbir zaman sadece bireysel bir eylem olmadı; bu, tekrarı talep eden bir tarihe karşı kolektif bir duruştu.

Gazze bir “şey” değildir

Batılı sömürgeci güçler uzun zamandır Gazze'yi ve daha geniş anlamda Filistinlileri tarihi, kültürü ve eylemliliği olan bir halk olarak değil, kontrol edilmesi, atılması veya yönetilmesi gereken bir nüfus olarak görüyor. Onlar için bizler, marjinalleştirilmiş ve harcanabilir, yerinden edilecek, aç bırakılacak ve sonuçsuzca silinecek ‘insan hayvanlarıyız.’ Trump'ın Gazze'yi “temizlenecek” bir “şeye” indirgeyen sözleri bir anomali değil, bu insanlıktan çıkarıcı zihniyetin açık bir yansımasıdır.

Oysa tarih onların yanıldığını kanıtlıyor. Gazze bir politika nesnesi ya da sadece bir kriz bölgesi değildir. Etiyle, kanıyla canlı, her türlü silme girişimine meydan okuyan bir direniş diyarıdır. Mülteci olarak etiketlenenler en sofistike sömürge stratejilerini bile yerle bir etmiştir. Güçsüz sayılan insanlar işgalcilerin en iyi planlarını sürekli bozdular.

Yaşadıklarımız sadece bir başka savaş ya da insani felaket değil; bizi kırmaya ve silmeye yönelik sistematik bir çabadır. Ve her şeye rağmen başarısız oldular. Kayıplarımız ölçülemez - büyük insanlar, tüm aileler, evler, sokaklar ve şehirlerimizin duvarlarına kazınmış tarihler. Hayaller ve gelecekler çalındı. Ancak 27 Ocak 2025'te insanların yıkılan evlerine geri döndüklerini, yıkıntıların üzerinden geçtiklerini ve enkazı elediklerini gördüğümüzde, bu topraklarla olan bağımızın kopmaz olduğunu kanıtladık.

Gazze daha önceki zorunlu nakil planlarını nasıl engellediyse, şimdikini de engelleyecektir. Çoğunlukla 1948'de sürülen Filistinli mültecilere ev sahipliği yapan bu yer, İsrail'in laneti olarak sonsuza dek peşini bırakmayacak. Ve tıpkı Gazze'deki Filistinlilerin kuzeydeki harabelerine döndükleri gibi, bir gün onlar da asıl memleketlerine döneceklerdir.

Bu büyük geri dönüş yürüyüşü, en güçlü orduların bile artık yüzleşmek zorunda olduğu daha derin bir gerçeğe işaret ediyor. Gelişmiş silahlar, yapay zekâ güdümlü savaş, füzeler ve onları ezmek için tasarlanmış bir cephaneliğe karşı, sözde en yoksul ve en dışlanmış olanlar yerlerinde durdular.

Gazze asla eskisi gibi olmayacak - bu inkâr edemeyeceğimiz bir gerçek. Belki de önümüzdeki süreç daha da zor olacak, belki de başka bir savaş şimdiden şekilleniyor. Ancak kesin olan bir şey var: Bu topraklara olan bağımız, onu koparmaya çalışan her türlü güçten daha güçlüdür. İsrail bizi anlamıyor. Amerika Birleşik Devletleri de anlamıyor. Çünkü bir toprağa ait olmak ile onu işgal etmek arasında temel bir fark vardır:

Onlar kontrolün tahakkümden geçtiğine inanıyorlar. Biz ise gerçek aidiyetin koparılamaz olduğunu biliyoruz.

 

*Malak Hijazi, Gazze'de yaşayan bir yazardır.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum