1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Fazıl Gökçek ile Mehmet Akif’i Konuştuk!
Fazıl Gökçek ile Mehmet Akif’i Konuştuk!

Fazıl Gökçek ile Mehmet Akif’i Konuştuk!

Fazıl Gökçek’in kaleme aldığı Mehmet Âkif'in Şiir Dünyası kitabı; şairin eserine öncelikle şiir estetiği açısından yaklaşarak, edebiyat eleştirisinin yöntemleriyle inceliyor. Gökçek’le Akif'in şiir konusundaki görüşlerinden şiirini kuran düşüncelerine değ

19 Temmuz 2009 Pazar 23:38A+A-

Mehmet Akif Ersoy hakkında yazılan kitapların çoğu fikriyatı ve şahsiyeti ile ilgilidir. Şiirleriyle ilgili inceleme çok azdır. Şüphesiz M. Âkif'in şiirini şahsiyet ve fikirlerinden ayrı düşünemeyiz. Fazıl Gökçek'in kaleme aldığı Mehmet Âkif'in Şiir Dünyası kitabı; şairin eserine öncelikle şiir estetiği açısından yaklaşarak, edebiyat eleştirisinin yöntemleriyle inceliyor. Gökçek'le Akif'in şiir konusundaki görüşlerinden şiirini kuran düşüncelerine değin pek çok konuyu konuştuk.

- Bu kitap ne zaman ve nasıl yazıldı/oluştu?

- Bu kitap 1990-1995 yılları arasında doktora tezi olarak hazırlandı. Mehmet Akif'le lise yıllarında başlayan tanışıklığım, üniversite öğrenciliğim sırasında da devam etti. Akademik hayata başlayınca, doktora tezi olarak Akif'le ilgili bir çalışma yapmayı çok istedim. Danışman hocam Prof. Dr. Ömer Faruk Huyugüzel'in de teşvik ve yönlendirmeleri ile, Mehmet Akif'in üzerinde çok fazla durulmamış olan şiirinin estetik boyutu ve üslubu üzerinde çalışmayı kararlaştırdık. Böylece bu çalışma ortaya çıktı. Tez olarak 1995 yılında kabul edildikten sonra 2005 yılında basılıncaya kadar da üzerinde düşünmeye ve bazı değişiklikler yapmaya devam ettim. 2005 yılında Dergah Yayınları tarafından basıldı.

- Şiir geleneği içerisinde Âkif nasıl bir konuma sahiptir?

- Bu çok önemli bir konu. Kitapta bunu da ortaya koymaya çalıştım. Mehmet Akif esasında Türk edebiyatında Servet-i Fünun dönemi olarak bilinen dönemde şiir yazmaya başlamış, fakat bu grubun şiir anlayışını benimsememiştir. Divan şiiri geleneğine de karşıdır. Ama bilir tabii eski şiiri, Fuzuli gibi bazı sevdiği şairler de vardır. Kendisi şiirde üstadı olarak İran'ın hikmetli sözler şairi Sadi'yi gösterir. Sadi'den başka Mevlana'yı da çok okuduğunu biliyoruz. Bunların dışında iyi derecede Fransızca bildiğini ve Fransız şiirini de takip ettiğini biliyoruz. Bu okumalar onun şiirini muhteva olarak etkilemiştir elbette, fakat onu doğrudan herhangi bir şiir akımının veya geleneğinin uzantısı, takipçisi olarak görmüyoruz. Yenileşme dönemi Türk şiirinde Namık Kemal'e hayranlık duyduğunu ve şiir görüşü bakımından ondan etkilendiğini söyleyebiliriz, fakat Akif'in şiiri Namık Kemal'in devamı da değildir. O, bütün bunlardan yararlanarak kendine özgü bir şiir tarzı ve üslubu geliştirmiştir. Şiir tekniği bakımından kendisinden yaşça büyük olan Tevfik Fikret'in şiirinden yararlandığını da belirtmek gerekir. Dünya görüşü olarak karşı kutupta olmakla birlikte, Akif'in şiiri, Fikret'in şiirine birçok bakımdan benzer, fakat ayrıldıkları çok nokta da vardır. Mesela Akif'in dili daha sadedir, şiirlerinin çoğunu halkın konuştuğu dille yazar. Fikret böyle değildir, o aydın tabakanın dilini kullanır daha çok. Akif'te Türkçenin her tabakası vardır aslında. Argodan medrese Türkçesine kadar Türkçenin her tabakasını büyük bir başarıyla şiir diline uyarlamıştır. Kısaca söylersek, Akif'in şiiri Türk şiiri içerisinde tek bir kaynağa veya geleneğe bağlanamaz. Kendisinden sonra da, etkilediği şairler olmakla birlikte, onun tarzını devam ettiren bir şair olmamıştır. Tuhaf gelebilir ama Nazım Hikmet'in şiirinde Akif'i hatırlatan çok şey vardır. Nazım'ın şiirindeki insan manzaraları ile Akif'in şiirindekiler birbirine benzer. Orhan Veli de sokaktaki insanı anlatmasıyla Akif'i hatırlatır.

- Mehmet Akif 'in tek bir şiir kitabı var sanılıyor. İlk kitabı Safahat diğer şiir kitaplarına baskın çıkmış. Bun nedeni nedir?

- Bunun iki sebebi var sanıyorum. Birincisi, ilk kitabının adı olan "Safahat"ı diğer şiir kitaplarında da bir üst başlık olarak kullanmasıdır. İkincisi ise, Akif'in ölümünden sonra damadı Ömer Rıza Doğrul'un, onun bütün şiir kitaplarını tek ciltte toplaması ve Safahat adıyla neşretmesidir. Aslında Akif'in 1911 1933 yılları arasında yayımlanmış yedi şiir kitabı vardır. Bunlar sırasıyla Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1924) ve Gölgeler'dir (1933). Ancak söylediğim gibi "Safahat" adı diğer altı kitapta da üst başlık olarak korunmuştur. Yani Safahat İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde; Safahat Üçüncü Kitap Hakkın Sesleri… gibi. Bir başka yanlış da Akif'in Çanakkale Şehitleri adıyla bir şiirinin olduğunun sanılmasıdır. Oysa bu isimde bir şiir yoktur. Çanakkale şehitleri ile ilgili dizeler, Akif'in altıncı şiir kitabı olan Asım adlı uzun soluklu eserinin içinden bir bölümdür, ayrı bir başlığı da yoktur.

- Safahât'ta toplanan şiir kitaplarının nasıl bir sanat ve fikir yönü var?

- Akif her fırsatta kendisinin sanatkâr olmadığını söyler. Daha ilk kitabının başına yazdığı manzum önsözde "Ne tasannu bilirim, çünkü ne sanatkârım" der. Fakat elbette onun şiirinin bir sanat tarafı vardır. Belki şiirlerinin fikir yönü ağır bastığı için ve daha çok da geniş kitleler sanatla değil fikirle daha çok meşgul olduğu veya fikri daha kolay alılmayabildiği için Akif de daha çok fikirleriyle ön plana çıkmıştır. Kuşkusuz şiir söz konusu olduğunda bu ikisini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Akif'in fikirleri sanatkârane bir tarzda dile getirildiği için bu kadar etkili olmuştur. Bu fikirler sıradan bir şekilde ifade edilmiş olsalardı bu kadar etkili olabilirler miydi acaba? Sanmıyorum. Akif'in şiirlerinde dile getirdiği fikirlerinin bir kısmını düzyazılarında veya yayımlanan vaazlarında da bulabiliyoruz. Hatta bazıları şiirlerinin adeta düzyazıyla tekrarıdır. Ama okuyucular bu yazılara o kadar ilgi göstermemiş de şiirlerine rağbet etmişlerdir. Dolayısıyla onun şiirleri bir sanat değeri de taşımaktadırlar. Tabii bütün şiirlerin aynı düzeyde olduğu söylenemez, bu zaten hiçbir şair için söylenemez. Çok sıradan, basmakalıp ifadelerle yazılmış şiirlerin yanı sıra Türk şiirinin zirvelerini yoklayan, yüksek bir lirizme sahip şiirleri veya şiirlerinde böyle bölümler, dizeler de vardır. Bir bütün olarak baktığımızda Akif'in sanatı üzerinde düşünen, düşüncelerini şiir sanatının ifade imkânlarından yararlanarak dile getiren bir şair olduğunu söyleyebiliriz.

- Şiirlerinde kullandığı dil bakımından nasıl bir değişim var?

- Az önce de belirttim, Akif'te Türkçenin her katmanı vardır. Şiirinin her döneminde bu tabakaları kullanmıştır. Fakat bir gelişim seyri var mıdır diye baktığımızda şunu söyleyebiliriz: İlk kitabından son kitabına doğru, Türkçeden sadeleşme yönünde meydana gelen değişmeye paralel olarak Akif'in şiir dilinde de bir sadeleşme olmuştur. Bunu kendisi de belirtir ve Asım'ın ön9ceki kitaplarına göre daha sade bir Türkçeyle kaleme alındığını söyler. Bu zaten genel olarak Türk şiiri için geçerli bir durumdur. Tanzimat'tan itibaren Türk şiirinin dili halkın diline yaklaşmıştır. Arada Servet-i Fünuncular halkın dilinden uzaklaşmışlar, fakat ardından II. Meşrutiyet'ten sonra yine Tanzimat'la başlayan seyir devam etmiştir. Ancak bu noktada şu hususu da belirtmek gerekir: Halkın kolayca anladığı bir dille yazmış olmak, şiir söz konusu olduğunda, bir değer hükmü ifade etmez. Şiir bir sanattır ve onun kendisine özgü ifade vasıtaları vardır, olmalıdır. Aksi takdirde bir fikri en kısa yoldan ve en anlaşılır bir şekilde ifade etmek şiir yazmanın en iyi yolu olurdu, oysa öyle değildir.

- Peki, Mehmet Akif şiirde, en çok hangi kavramlara önem vermiş, hangi dil yollarını tercih etmiş?

- Akif'in şiirinde öne çıkan kavramlar nelerdir? Sanırım bunlar Osmanlı Devletinin çözülme sürecinde toplumun gündemini oluşturan kavramlardır. Türk aydını Tanzimat'la birlikte devleti yıkılmaktan nasıl kurtarabileceği üzerinde düşünmüştür sürekli. Akif de buna kafa yormuş, şiirlerinde toplumun meselelerini tasvir etmiş, bunlardan kurtulmak için çözüm önerileri ileri sürmüştür. Mesela eğitim ve cehalet kavramları karşıtlık halinde Akif'in şiirinde en çok karşımıza çıkan kavramlardandır. Aynı şekilde çalışma ve tembellik veya Akif'in kelimeleriyle sa'y, gayret ve atalet. Bunlara hak, kuvvet, adalet, medeniyet, terakki vb. birçok kavramı da ekleyebiliriz.

- Modern şiirin temel belirleyeninin hep tekniği ya da biçimselliği olduğu söylenir. Bu doğru mudur? Bu bağlamda Akif modern bir şair midir?

- Şiirde biçimin çok önemli olduğu kuşkusuzdur. Biçimle muhtevayı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün olmasa da, muhteva ile kabaca şiirin "mesaj"ı, "bildirim"i anlaşılıyorsa, şiirde bunun ikincil önemde olduğu açıktır. Çünkü aynı "bildirim"i bildiren her söz şiir değildir. Önemli olan bu "bildirim"i estetik bir biçime sokmaktır. Klasik şiirle modern şiir arasındaki en önemli fark, -Türk şiiri bağlamında- Klasik şiirle modern şiirin "birim" anlayışındadır. Klasik şiirde birim mısra veya beyittir. Modern şiirde ise şiirin bütünüdür. Akif'in bu anlamda modern bir şair olduğu kuşkusuzdur. Onun şiirinde anlam şiirin bütününe bağlıdır. Parça parça söylenen, ezberlenen dizeleri, beyitleri, şiirlerinin bazı bölümleri olsa da bunlar bile bağlı olduğu şiirin bütünü ile birlikte gerçek anlamlarını verirler. Şiirde modernlik, bir röportajın sınırlarına sığmayacak kadar geniş ve önemli bir konudur, burada ayrıntılarına giremeyiz, fakat Akif'in modern bir şair olduğu bence tartışmasızdır.

- İkinci Yeni ile birlikte gündeme gelen şiirde ironi meselesi var. Akif'in şiirlerinde çok sık olarak ironi vasıtasına başvurduğunu ifade ediyorsunuz. Akif'in şiirindeki ironik hava noktasında neler söylersiniz?

- Akif, çok fazla söz sanatlarına başvuran bir şair değildir. "Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek" ilkesini benimsemiş bir şairdir. Ancak diğerlerine kıyasla ironi, onun sıkça başvurduğu anlatım araçlarından biridir. İroni, genellikle bir çarpıklığı ifade etmek gerektiğinde başvurulan bir sanattır. Olması istenilen normal durumla, mevcut durum arasındaki büyük fark ironiye yöneltir sanatçıyı. Akif'in düşlediği ideal toplum ve ideal İslam anlayışı ile toplumun hali ile İslam'ın mevcut yorumu arasındaki büyük fark Akif'i ironiye yöneltmiştir. Örneğin Mahalle Kahvesi şiirindeki "tevekkül" kavramına yüklenen anlamla ilgili ironik dizeleri hatırlarsak belki ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Orada sabahtan akşama kadar kahvede oturan ve gündelik ihtiyaçlarının yerine getirilmesini "tevekkül"le Allah'a havale eden adamın durumunu Akif ironik bir dille anlatır. Burada "tevekkül" kavramının gerçek anlamı ile ona yüklenen anlam arasındaki ölçüsüz fark ironiyi doğurur. Bir genelleme yapmak doğru olur mu bilmem, ama bana öyle geliyor ki ironi inkıraz dönemlerinde daha çok başvurulan bir anlatım yöntemidir. Akif de bir inkıraz dönemi şairi olarak bu yönteme çok başvurmuştur.

- Akif'in Safahat'ın başına koyduğu mukaddime niteliğindeki parçadan hareketle onun şiirde dil, söyleyiş ve biçim arayışlarına girmediğini söyleyebilir miyiz? Bu seçiminin nedeni nedir?

- Bu mukaddime kıtasına Akif'in şiirine dair kendi kaleminden bir değerlendirme olarak bakılabilir tabii. Ama aynı zamanda bu mukaddimeyi bir "tevazu" ifadesi olarak da kabul etmek gerekir. Akif, daha önce belirttiğim gibi, şiir sanatı üzerinde düşünen ve şiirinin estetik sorunlarıyla meşgul olan bir şairdir. Öyle olmasıydı şiirleri üzerinde ilk neşirlerinden sonra meşgul olmayı sürdürmez ve değişiklikler yapmazdı. Onun kendi şiirleri üzerinde ilk yayımlarından sonra yaptığı değişikliklere baktığımızda bunların çoğunun muhteva ile ilgili olmadıklarını görüyoruz. Su değişikliklerle o kimi zaman bir vezin kusurunu düzeltmiş, kimi zaman söyleyişteki bir sekteyi akıcı hale getirmiştir. Çoğunlukla bir kelimenin yerine aynı anlama gelen veya anlamı önceki kelimeye çok yakın olan b.ir başka kelimeyi kullanmıştır.. Şiirlerinin nazım şekillerine baktığımızda ise onun genellikle Divan şiirinin nazım şekillerini kullandığını, fakat bunlar üzerinde de bazı değişiklikler yaptığını görüyoruz. Bu değişikliklerin muhteva ile ilişkili ve tesadüfi veya rastgele değil bilinçli değişiklikler olduğu görülmektedir. Bunlar onun şiirin biçimi üzerinde önemle durduğunu gösterir.

- Âkif'in şiirleri için de genellikle şiir tarafının zayıf olduğu manasında "manzume" tabiri kullanılır; şiirinin sanat yönü hakkında bu çerçevede neler söylersiniz?

- Onun bazı şiirlerinin "manzume" olduğu doğrudur. Birtakım fikirlerin nazım diliyle ve nazmın imkânları kullanılarak dile getirdiği şiirleri vardır. Fakat bütün şiirleri hatta şiirlerinin çoğu için bunu söyleyemeyiz. Şu var ki, daha önce belirttiğim gibi, Akif modern bir şair olarak manzume bütünlüğüne ve kompozisyona çok önem vermiştir. Bu yüzden onun şiirinde parlak dizeler, lirik parçalar belki fazla değildir. Böyle dizeler ve parçalar da vardır, o da ayrı. Şiire nasıl baktığıma ve şiiri nasıl tanımladığımıza göre bu sorunun cevabı değişir. "Saf şiir" veya "halis şiir" görüşüyle yaklaştığımızda Akif'in evet birçok şiiri hatta şiirlerinin çoğu manzumedir. Ama bu açıdan baktığımızda birçok şairimizin kalburun üzerinde çok az şiiri kalır. Bu noktada Tevfik Fikret de manzumecidir, kıyas kabul etmez ama, Mehmet Emin de. Necip Fazıl'ın da Nazım Hikmet'in de şiirlerinin çoğu "saf" veya "halis" şiir anlayışıyla yaklaştığımızda "manzume" sınıfına düşerler.

- Mehmet Akif'in şiiri ile sosyal gerçeklik arasında nasıl bir irtibat var?

- Doğrudan bir irtibat var elbette. Akif sosyal gerçekliği anlatma iddiasında bir şairdir ve bunu büyük ölçüde başarmıştır. Bu iddia ile yola çıkan ülkenin meselelerini, sokağı ve sokağın insanlarını, bu insanların dertlerini anlatmak iddiasıyla yola çıkan birçok şair ve yazardan daha iyi anlatmıştır bunları. Mahallenin yaşlı Seyfi Baba'sından, yatılı mektebin hasta çocuğuna kadar, padişahtan küfeci çocuğa kadar her sınıf insan vardır onun şiirinde ve bunlar kendi gerçeklikleri ile yansıtılmışlardır. Tekrar edelim, Akif "Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!" iddiasında bir şairdir. Gerçekliği değiştirmeden, süslemeden, mahiyetini bozmadan anlatmak önemlidir onun için. Elbette hiçbir sanat eseri gerçeğin aynı değildir, öyle olsaydı sanat olmazdı veya en büyük sanat gerçeğin, yaşananın kendisi olurdu, Akif gerçeği hiç değiştirmemiştir demek istemiyorum, en azından gerçekliği bir düzenlemeye tâbi tutarak aktarmıştır, ama onun için mevcut manzarayı tasvir etmek önemlidir, bunun için çalışmıştır ve bunu hakkıyla başarmıştır.

- Yahya Kemal'in şiiri ile Âkif'in şiiri karşılaştırıldığında neler ortaya çıkar? Geçmişe ve objelerine bakışlarındaki farklılığın temelleri neler olabilir?

- Yahya Kemal idealist, Akif realisttir. İkisinin bu bakış ve görüş tarzı şiirlerine yansımıştır. Yahya Kemal gerçekliği değiştirir, idealize eder, Akif gerçekliği olduğu gibi yansıtma amacındadır. Tarihi de değiştirir Yahya Kemal. Bir de Yahya Kemal içinde bulunduğu halden çok memnun olmadığı için tarihe gider veya daha doğrusu sığınır. Akif tarihe bugünü açıklamak için gider veya karşılaştırma yaparak bugünkü durumu ortaya koymaya çalışır. Yani onun derdi bugünledir, geçmiş sadece bir araçtır. Yahya Kemal'de geçmiş araç değildir, bugünden kurtulmak için gidilen yerdir. Muhteva bakımından böyle. Üslupları ve şiir teknikleri de farklıdır. Aruzu çok başarılı bir şekilde kullanmak bakımından birbirlerine benzerler, ama onun dışında şiir tarzları çok farklıdır. Yahya Kemal şiirde sese Akif'ten daha fazla önem verir, lirizmi önemser, fakat Akif'in de lirizm bakımından Yahya Kemal'i kıskandıracak zirvelere zaman zaman çıktığını belirtmek gerekir. Yahya Kemal'de şekil Akif'e göre çok daha önemlidir. Akif'te şekil muhteva için araçtır, ama Yahya Kemal'de sanırım bundan daha fazla bir anlam ifade eder.

- Onun Divan şiirine dönük eleştirilerin kaynakları ve eleştirel değeri üzerine neler söylersiniz?

- Divan şiirine yönelik eleştirileri bakımından Namık Kemal'in etkisi altındadır. Daha doğrusu Namık Kemal'in eleştirileri ile Akif'inkiler hemen hemen aynıdır. Bunun sebebi her ikisinin de sanatı bir gaye değil araç olarak görmeleridir. Çok basit şekilde bu şiir ne işe yarar diye bakmışlardır Divan şiirine. Ne işe yarar? Ahlâkı güzelleştirmeye hizmet eder mi? Etmez! Toplum meselelerinin çözümüne yardımcı olur mu? Olmaz! Basit bir görüştür bu tabii. Ama bunu yaşadıkları dönemin şartları ile birlikte değerlendirmek gerekir. Bu basit görüşten dolayı Namık kemal'i de, Akif'i de küçümsemek doğru olmaz. Onlar her meseleye meşhur tabirle "Ne olacak bu memleketin hali?" noktasından bakmışlardır. Yaşadıkları dönemin şartları düşünülünce bunu anlamak gerekir. O dönemde böyle bakmayan yok gibidir zaten.

- Meşrutiyet Mehmet Âkif'in Süleymaniye Kürsüsünden nasıl görünüyor?

- Pek iyi görünmez tabii. Gülünçtür, acınasıdır, nefret uyandırıcıdır! Akif meşrutiyetten yanadır aslında. II. Meşrutiyet'in, daha ilanıyla birlikte beklentileri karşılayamayacağı ortaya çıkmıştır. Meşrutiyet'ten önce II. Abdülhamit düşmanlığı ortak paydasında birlikte hareket eden gruplar, meşrutiyetin ilanından sonra kendi çıkarları peşine düşmüşler, bu grupların çıkarları birbiriyle çatışınca da toplumda kargaşa çıkmış, bu da İttihatçıları sert ve II. Abdülhamit dönemini aratacak tedbirler almaya yöneltmiştir. Baskıya ve özgürlüklerin kısıtlanmasına her zaman karşı çıkan Akif, başlangıçta İttihatçılara yakın durduğu halde çok geçmeden tavır almıştır. Süleymaniye Kürsüsünde, II. Meşrutiyet dönemi İstanbul'unun biraz da karikatürize edilerek anlatıldığı bir eserdir. Meşrutiyet'in ilk günlerinin kargaşası, özgürlüğün başıboşluk ve kuralsızlık olarak algılanışının doğurduğu trajikomik manzara tasvir edilmiştir bu eserde.

- Türk şiirinin gelişme, kesişme ve kırılma noktalarında yer alan, yön veren şairlerden biri olarak görebilir miyiz Mehmet Akif'i?

- II. Meşrutiyet sonrası Türk şiirinde, Milli edebiyat döneminde dikkate değer birkaç şairden biridir Mehmet Akif. Hatta "Milli Edebiyat" kavramın anlam dairesinin çizilmesi biraz da Mehmet Akif'in ilk şiir kitabının yayımlanmasından sonra onun şiiri etrafında yapılan bir tartışma ile gerçekleşmiştir. O dönemde dikkate değer ve kendi çizgilerinde her biri çok önemli olan üç şair vardır: Mehmet Akif, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal. Bunlardan Ahmet Haşim'in Cumhuriyet dönemi Türk şiirine etkisi daha çok olmuştur kuşkusuz. Yahya Kemal de bu bakımdan belirleyici konumdadır. Onlar kadar sonraki kuşakları etkilememiştir belki, fakat kendi döneminde önemli bir şairdir Akif. Geniş okuyucu kitlesi açısından baktığımızda ise Mehmet Akif diğer ikisinden de daha çok okunmuştur. Safahat –Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inden sonra- Türk edebiyatının en çok basılan şiir kitabıdır.

- Bir söyleşinizde Akif'in İslâmcılık fikrinin temelini sadece bir siyasî rüzgâr ve gelip geçici bir ideoloji olarak değil; "dinî bir gereklilik, Allah'ın bir emri, bir zaruret" olarak açıklıyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

- İslam bir din, İslamcılık ise kökleri 1860'ların ortalarına kadar giden bir ideolojidir. II. Meşrutiyet'ten sonra ise bu ideoloji aynı zamanda bir siyaset haline getirilmiştir İttihat Terakkiciler tarafından. Ben Akif'in bir ideoloji anlamında İslamcı olduğunu, ama onu İslam'ı bir siyaset aracı haline getirmediğini söylemek istiyorum. Onun söylediği şu; Müslümanlar Allah'ın Kur'an'da emrettiklerine, Peygamber'in sünnetine uyduklarında müreffeh olmuşlar, ilerlemişler, uymadıklarında ise zelil ve sefil duruma düşmüşlerdir. Kurtuluşun yolu yine İslam'ın emrettiği hayat tarzını yaşamaktır. Bu da bir ideoloji meselesi olmaktan çok inanç meselesidir. Bunu söylemek istiyorum. Ama şunu da ekleyeyim; ben Mehmet Akif'in şiiriyle ilgilendim, felsefeci veya ilahiyatçı değilim, fikir tarihçisi de değilim, bu yüzden bu meselelerde haddimi aşmak istemem.  

- Akif'in İslam dünyasından çeşitli fikir adamlarından yaptığı çeviriler ve diğer yazılarıyla İslamcılık ideolojisinin ısrarlı takipçi ve savunucularından biri olduğunu biliyoruz. Onun fikri kökeni itibariyle Namık Kemal'in takipçisi olduğunu söylemek çoğu zaman İslam dünyasındaki fikir adamlarından yaptığı çevirileri örtmek amacıyla dile getiriliyor. Bu noktada neler söylersiniz?

- Mısırlı âlim Ferit Vecdi'den yaptığı çeviriler var. Başka bazı çevirileri de var. Ama bu âlimlere Akif'in ne kadar borçlu olduğunu tam olarak söylemek zor. Doğrusu ben de Akif'in Namık Kemal'den fikir planında epeyce etkilendiğini düşünüyorum. Biz genellikle Namık kemal'in fikir adamı tarafını ve İslam hukuku konusundaki görüşlerini bilmiyoruz. Zaten yazılarının çoğu da yeni harflerle yayımlanmadı, daha yeni yayımlanıyor. Bir kısmı daha yayımlanmadı. Namık Kemal'in İslamcılık ideolojisinin kurucusu olduğunu söylemek abartılı olmaz diye düşünüyorum. Akif'in Namık Kemal'i iyi okuduğu, yazdıklarına bakınca anlaşılıyor. Dolayısıyla Namık kemal'in takipçisi olduğunu söylemenin, Akif'in diğer İslam bilginlerinden öğrendiklerini örtme amacı taşıdığı düşüncesine katılmıyorum.

- Birinci Dünya Savaşı ile geçerliliğini yitiren İslâmcılık'tan sonra Akif'in biraz da zorunlu olarak Türkçülük fikrine sahip olduğunu söylüyorsunuz. Akif'teki bu dönüşümü nasıl açıklıyorsunuz?

- Bilindiği gibi Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlıcılık, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da İslamcılık işlevini kaybetti. Yani pratikte uygulanabilir bir siyaset olmaktan çıktı. Çünkü Baykan Savaşı'yla, Müslüman ve gayrimüslim bütün Osmanlı vatandaşlarını bir arada tutmayı amaçlayan Osmanlıcılık, gayrimüslim unsurların devletten kopuşuyla anlamını yitirmiş oldu. Birinci Dünya Savaşı'nda da Arap dünyası Osmanlıdan koparıldı. Geriye Anadolu kalmıştı ve bunun da kaybedilmesi tehlikesi vardı. Bunu koruyacak unsur Türk unsuruydu. Daha önceki bir söyleşide "Vatanı Türk koruyacaksa Türk'ü tebcil etmenin ne sakıncası var?" demiştim. Akif'in Türkçülüğünü bu bağlamda anlamak gerekir. En azından ben bunu kastediyorum. Şiirlerine baktığımızda bu değişimi görüyoruz. Balkan Savaşı yıllarında Arnavutlara seslenerek "Hani milliyetin İslâm idi, kavmiyet ne?" diyen şair, Milli Mücadele döneminde "Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal!" diyor. Mehmet Akif pratik ve gerçekçi bir insandır. İslamcılık'ı bir fikir ve siyaset olarak yürütmenin şartlarının ortadan kalktığını görmüştür. Yanlış anlaşılmasın; bu onun Müslümanlığını, İslam'a dair kavrayışını değiştirmiyor. Çünkü daha önce belirttiğim gibi, Müslümanlık ile İslamcılık farklı şeylerdir.

- "Âkif'te millet kavramının değiştiğinin en somut örneği ise, hepinizin bildiği gibi, İstiklal Marşı'dır. Bu şiirde artık "millet" bütün Müslümanları değil, Millî Mücadeleyi gerçekleştiren Türk milletini ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Aynı şiirde "ırk" kavramı da bu kez açıkça karşılığını bulmuştur. Başka bir deyişle, "ırk" ve "millet", Mehmet Âkif'in düşünce dünyasında aynı anlama gelmeye başlamıştır" diyorsunuz bir yazınızda. İstiklâl Marşında Türk'ü ırk olarak öven mısraların bulunduğu ileri sürülüyor. Bir kısım yazarlar ise buradaki ırk kavramını insaniyet olarak anlama eğiliminde. Bu iki yaklaşımdan hangisi daha doğru?

- Bir milletin istiklal mücadelesini dile getirmek için yazılmış bir şiirde, bir milli marşta insaniyetin övülmesi bana çok anlamlı gelmiyor. Bilmiyorum böyle herhangi bir milletin insanlığı öven bir milli marşı var mıdır? Bildiğim kadarıyla bütün milli marşlar, kendisi için yazılan milleti över. Akif'in övdüğü millet de Milli Mücadeleyi gerçekleştiren Türk milletidir. Burada Türk milleti sözünün etnik bir anlam taşımadığına en büyük delil Akif'in bizzat kendisidir. Bilindiği gibi Akif'in babası Arnavut'tur. Annesi Buharalı bir Türk'tür. Buradan hareketle Akif'e biz yarı Arnavut yarı Türk filan demiyoruz değil mi? Akif'in Türk olduğu konusunda herhalde tereddüt yoktur.

- Bir de çok tartışılan tasavvuf konusu var. Akif'in hayatının son yıllarında ilk dönem şiirlerindeki sosyallikten uzaklaşarak bir ben şairi oluşu üzerinde duruyorsunuz. Mısır hayatını tasavvufi eda çerçevesinde anıyorsunuz. Hayatla bağları kopan bir şairin terennümleri gözüyle bakabilir miyiz son dönem şiirlerine?

- Evet, öyle bakmak gerekir. Akif'in son dönemde yazdığı bazı şiirlerde tasavvufi eda ve birtakım tasavvufi kavramlar vardır. Fakat bunlar birkaç şiirden ibarettir. Özellikle birbiri peşi sıra yazılmış olan Gece, Hicran ve Secde şiirlerinde görülür bu. Onun dışında son dönemde yazdığı şiirlerde bir yalnızlık, içe kapanıklık, kendi içine dönme vardır. Buna da tasavvuf denemez. Akif hayatının her döneminde tasavvufa uzak durmuştur. Tasavvufun Müslümanları miskinliğe ve tembelliğe sürüklediğini düşünür. Tabii karşı çıktığının gerçek tasavvuf değil de İslam dünyasında inkıraz dönemindeki uygulaması olduğu söylenebilir, ama o zaman da "gerçek tasavvuf" nedir sorusunu cevaplamak gerekir ki bu da benim verebileceğim bir cevap değildir. Ben şiirlerine bakarak Akif'in tasavvufa uzak durduğunu söyleyebilirim.

- Söyleşi için teşekkür ederim

Ben de size bu güzel sorular için teşekkür ederim.

 

Röportaj: ASIM ÖZ
Haksöz-Haber