1. YAZARLAR

  2. Yavuz Bahadıroğlu

  3. Ergenekon İddianamesi’ne benim de itirazım var!
Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Ergenekon İddianamesi’ne benim de itirazım var!

17 Temmuz 2008 Perşembe 04:47A+A-

 “Ergenekon İddianamesi”nin, Ergenekon çetesinin “Kemalist ve Atatürkçü ideolojinin arkasına saklanarak, bu ideolojilerden farklı hareketler yaptığı…

Atatürk milliyetçiliği ile örgütün milliyetçilik anlayışının bağdaşmadığı” şeklindeki tespitlerine, izninizle itirazım var…

Niye bağdaşmıyormuş ki?..

Türkiye’de ilki 27 Mayıs 1960’da olmak üzere, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 tarihlerinde her seviyede askeri müdahaleler olmuştur…

Bunların hepsinin ortak çıkış noktası “Kemalizm”di.

Hiç kimse de çıkıp, “Kusura bakmayın ama Atatürkçülük zemininde gerçekleştirdiğinizi iddia ettiğiniz darbe ile Kemalizm ideolojisi bağdaşmıyor” demedi!

Çünkü Ergenekon, “Atatürk” adına yapılan, ya da tasarlanan darbelerin ilki değildir…

Yukarıda söylediğim gibi, bu ülkede, ilki 27 Mayıs 1960’da olmak üzere, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 tarihlerinde her seviyede askeri müdahaleler olmuştur…

Bu arada başarısız kalmış darbeler de vardır ki; Albay Talat Aydemir darbeleri (iki tane) bunların en gözükara, en duyulmuş ve aynı zamanda da en dramatik olanıdır.

27 Mayıs darbesi sırasında yurtdışında bulunması sebebiyle, bazı üsteğmen rütbelilerin bile yer bulduğu Millî Birlik Komitesi’nde yer bulamayan Talât Aydemir, albaylığa terfi ettirilerek sunulan Harp Okulu Komutanlığı ile yetinemedi.

Ona göre hakkı yenmişti. Halbuki iktidara geldiği günden başlayarak Demokrat Parti’ye karşı kurulan tüm cuntalarda yer almıştı. Daha büyük bir ödülü hakkediyordu. Kendini albaylığa değil Başbakanlığa, hattâ Cumhurbaşkanlığı'na lâyık görüyordu.

Yalnız bir sorun vardı: O makamlara nasıl çıkacaktı?

Eski ihtilâlci arkadaşları yokluğundan yararlanıp makamları bölüşmüşler, kendisine vere vere Harp Okulu Komutanlığı'nı vermişlerdi.

Bunu “sus payı” olarak görüyordu…

Ama susmayacaktı…

Önünü başka biçimde açacaktı. Yani darbe yapacaktı. CHP Genel Başkanı İsmet Paşa, “Şartlar olgunlaşınca ihtilâl meşru olur” dememiş miydi? İhtilâl kendi başına gelince, bakalım ne yapacaktı?

Yalnız, etkin çevreleri yanına çekecek sağlam bir gerekçeye ihtiyacı vardı.

Fazla düşünmesine gerek kalmadı. 27 Mayıs darbesinin dayandığı gerekçe ne güne duruyordu.

Bu çerçevede emrindeki subaylarla öğrencileri işlemeye başladı. Aydemir’e göre, “Atatürkçü” olduğunu iddia eden Milli Birlik Komitesi, aslında Atatürk’e ihanet içinde idi, mirasını hovardaca harcıyordu. Menfaatlerinden başka bir şey düşünmüyorlardı.

Albay Talât Aydemir, emrindeki bazı subaylar ve öğrencilerle birlikte 22 Şubat 1962'de ayaklandı.

O tarihte Cumhuriyetin “İkinci Adam”ı, Atatürk’ün silah arkadaşı (aynı zamanda da Başbakanı) İsmet İnönü Başbakan'dı. Talât Aydemir ve emrindeki subaylar ise, “Atatürk adına Atatürk’ün yakın arkadaşını devirme”ye teşebbüs gibi garip bir eylem sergiliyorlardı…

Boşuna, “İhtilâlin mantığı olmaz” dememişler. Önce ihtilâl yapılır, mantık sonradan gelir! Gelmese de olur: Bir şekilde kitabına uydurulur.

Neyse, Albay Aydemir’in isyancıları gece yarısı Ankara sokaklarına dökülünce durumun ciddiyeti anlaşıldı. Kimse böyle bir şey beklemiyordu. Çünkü memleket zaten darbecilerin elindeydi.

İnönü, Albay Aydemir’le pazarlığa oturdu. Sonunda Aydemir darbeden vazgeçmeyi kabul etti. Ancak hakkında emeklilik dışında cezai hiçbir işlem yapılmayacaktı. Fakat bu durumu (bir ihtilâlcinin cezasız kurtulmasını) dünya kamuoyuna izah etmek zordu. Bu yüzden Aydemir, lüks otel odasına dönüştürülen bir “cezaevi”nde 2 ay kadar misafir edildi. Sonra alelacele çıkarılan özel bir afla (10 Mayıs 1962) evine döndü.

Fakat uslanmamıştı. Paçayı kolayca kurtarmasına da güvenerek 21 Mayıs 1963'de darbe teşebbüsünü tekrarladı. Bu kez, Anayasa'da öngörülen “Atatürkçü reformlar”ın gerçekleştirilmediği gerekçesini öne sürüyordu. Ona sadece bir bahane lazımdı, bu bahane de Türkiye’de özellikle bazı çevrelerde hep tutmuştu.

Yine başaramadı. Acemi ihtilalci, Ankara Radyosu’nu işgal etti, ihtilâli duyurdu, ama radyoyu elinde tutamadı. Rakiplerine kaptırdı. O gece radyo birkaç kez el değiştirdi. Sonunda yine Aydemir kaybetti.

Bu son kaybedişi oldu. Çünkü bu kayıpla birlikte hayatını da kaybetti. En yakın arkadaşı ve destekçisi Süvari Binbaşı Fethi Gürcan’la birlikte, idama mahkûm oldu. Karar 5 Temmuz 1964 günü sabaha karşı infaz edildi. Aydemir ve Gürcan asılarak idam edildiler.

İhtilâlin kuralı buydu: Başarılı ihtilâlciler “kahraman” ilân edilir (27 Mayıs’ın başı Cemal Gürsel ve 12 Eylül’ün başı Kenan Evren misalinde olduğu gibi), başarısızlar ise sehpaya gönderilirdi.

Demek istediğim, bu ülkede darbeler hep “Kemalizm” ve “laiklik” endişesiyle açıklandı…

Aynı mantıkla ve aynı gerekçeyle hükümet darbesi yapanlardan bazıları asıldı, ama meselâ yüzlerce kişiyi hayatından, binlercesini ekmeğinden eden, suçlularla birlikte yüzlerce aydını, masumu, mazlumu işkenceden geçiren mekanizmaları kuran Kenan Evren ve arkadaşları sayfiye kentlerimizde hayatın tadını çıkarıyorlar.

Tabiî vicdanlarının elverdiği ölçüde!

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT