1. HABERLER

  2. HABER

  3. GÜNDEM

  4. Erdoğan: 10 Mart mutabakatı şer odaklarının hesabını bozacak
Erdoğan: 10 Mart mutabakatı şer odaklarının hesabını bozacak

Erdoğan: 10 Mart mutabakatı şer odaklarının hesabını bozacak

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "10 Mart mutabakatının uygulanması; istikrarsız, bölünmüş ve güçsüz Suriye'ye yatırım yapan şer odaklarının hesaplarını altüst edecektir." dedi.

09 Aralık 2025 Salı 21:26A+A-

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Kongre Merkezi'nde "İnsanlık İçin Güçlü Türkiye" programına katıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:

Aziz milletim, İnsan Hakları Başkanlığımızın kıymetli mensupları, kıymetli yol ve dava arkadaşlarım, saygıdeğer misafirler, sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyor; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabulünün 77'nci yılı münasebetiyle düzenlenen bu anlamlı programda siz kardeşlerimle bir araya gelmekten büyük bir bahtiyarlık duyuyorum.

İnsanlık için Güçlü Türkiye programının ülkemiz, milletimiz, gönül ve kültür coğrafyamız ile tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bu güzel programı tertipleyen AK Parti İnsan Hakları Başkanlığımızı tebrik ediyor, icrasında emeği geçen her bir kardeşime şükranlarımı sunuyorum. Katılımlarınız için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

"Gazzeli kardeşlerimizi, Sudanlı kardeşlerimizi selamlıyorum"

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edilişinin 77. yıl dönümü olan 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nüzü şimdiden tebrik ediyorum. Bölgemizle birlikte tüm dünyada insan hak ve onurunun savunuculuğunu misyon edinmiş bir siyasi partinin genel başkanı, asırlarca adaletin sancaktarlığını yapmış necip bir milletin cumhurbaşkanı olarak buradan kalbi bizimle atan tüm mazlum ve mağdurlara dayanışma mesajlarımı gönderiyor, hepsini hürmetle selamlıyorum. Gazzeli kardeşlerimizi, Sudanlı kardeşlerimizi selamlıyorum. Afrika'dan Asya'ya, bizden uzakta olsalar da acılarını acımız bildiğimiz tüm mazlumları yürekten selamlıyorum.

Bilhassa savaşların, çatışmaların, yokluk ve yoksulluğun bütün yükünü minik omuzlarında taşımak zorunda kalan masum çocukları ve onların cefakâr annelerini, babalarını kalpten selamlıyorum. Elbette Filistinli kardeşlerimi, Filistin halkının onurlu, gururlu, kararlı, izzetli mücadelesini bugün bir kez daha saygıyla selamlıyorum. Kendilerine bir kere daha sabır temenni ediyor, Türkiye ve Türk milleti olarak her zaman yanlarında olacağımızı bilvesile tekrar ifade ediyorum.

"Tek parti faşizmi, beyannamenin altını oymuştur"

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bundan tam 77 sene önce, 10 Aralık 1948'de büyük bir teveccühle kabul edildi. 30 maddeden oluşan bu beyanname, iki yıkıcı dünya savaşı sonrasında yeni bir düzen inşa etmeye çalışan insanlık için umut kaynağı oldu. Beyannamenin ilk üç maddesini burada sizlere aktarmak isterim. Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Her bir satırı dikkatle okunması, içselleştirilmesi ve uygulanması gereken bu tarihi beyanname, yaklaşık altı ay sonra meclisimizde kabul edilerek kaderin bir cilvesi olarak 27 Mayıs 1949'da yürürlüğe girmiştir. Beyannamede kayıtlı hususların özellikle vesayet dönemlerinde ne kadar tatbik edildiği, üzerinde ayrıca durulması gereken bir meseledir. Millete ve milletin değerlerine yönelik husumeti herkesçe bilinen tek parti faşizmi, ilk günden itibaren beyannamenin altını oymuştur. Kimi zaman bürokratik oligarşi, kimi zaman antidemokratik güç odakları olarak kendini deşifre eden bu zihniyet, milletin hafızasında derin yaralar açmış, demokrasimize telafisi uzun yıllar alan zararlar vermiştir.

"Doğruları konuşmaktan çekinmeyeceğiz"

27 Mayıs'tan 28 Şubat'a kadar her 10 yılda bir tekrarlanan müdahalelerin arkasında bu zihniyetin silueti vardır. Yassıada faciasını, 12 Mart sonrası olanları, 12 Eylül'de adeta işkence kampına dönüşen Mamak'taki C5'leri, Diyarbakır cezaevlerini, beyaz torosları anlatmaya gerek yok. 2002'den bu yana mesaimizin mühim bir kısmını bu ihlallerin bıraktığı tortuları temizlemeye, travmaları iyileştirmeye harcadık.

Burada saymaya kalksak saatlerimizi alacak ve adına "sessiz devrim" dediğimiz reformlarla hamdolsun bu yolda önemli mesafeler aldık. Ancak insan hakları cellatlarının ülkemize, milletimize, demokrasimize ve sosyal barışımıza çıkardığı faturaları halen ödüyoruz. Bunların bir kısmını son grup toplantımızda ifade ettim. Orada dile getirmediklerimizi ise başta mağdurlar olmak üzere milletimizin farklı kesimleri çok çok iyi biliyor. Onları da muhataplarının yüzlerine çarpmaya devam edeceğiz. Beyefendiler sabıkalı geçmişleriyle hesaplaşmak yerine işi dedeye, ataya götürseler de biz doğruları konuşmaktan çekinmeyeceğiz.

"Her köşeye sıkıştığında topu taca atıyor"

Yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim. CHP Genel Başkanı, her köşeye sıkıştığında hep şunu yapıyor: Ya topu taca atıyor ya saldırganlaşıyor ya saçmalıyor.

Yine aynısını yapmış. Haddini de aşarak Sarıkamış'ta şehit düşen rahmetli dedemin bir asır önce nerede olduğunu sormuş. Gençlik kollarımızda bu siyaset acemisine hak ettiği cevabı vermiş. İstanbul halkının kaynaklarını yağmalayan suç örgütüne posta güvercinliği yapmayı marifet zanneden bu şahıs için daha fazla nefes harcamayı israf görüyor, Allah'tan kendisine akıl ve izan vermesini niyaz ediyorum.

Tek parti zihniyetinin yanlış uygulamaları bir tarafa bırakılıp milletimizin tarihine, kültürüne ve inanç değerlerine bakıldığında, beyannamede kayıtlı hakların bize hiç de yabancı olmadığı görülecektir. Her şeyden evvel, eşref-i mahlukat olan insana saygı göstermek, insan onurunu korumak, onun yaratılıştan gelen haklarının kullanılmasını temin etmek, bizim için medeniyetimizden tevarüs ettiğimiz ulvi değerlerdir.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm), 1400 yıl önce Veda Hutbesi'nde tüm insanlığa şöyle seslenmişti: "Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir. Atanız da birdir. Bütün insanlar Adem'den gelmiş, Adem de topraktan yaratılmıştır. Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap'a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bu gününüz arefe ve bu ayınız Zilhicce nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise, mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Sözümü iyi dinleyin ve belleyin."

Bu emir ve tavsiyeler, asırlar boyunca siyasi, sosyal, beşeri hayatında milletimize rehberlik etmiştir. Ahmet Yesevi'den Yunus Emre'ye, Hazreti Mevlana'dan Hacı Bektaş Veli'ye kadar bu toprakları muhabbetle yoğuran nice gönül sultanımız, aynı şekilde öğütleriyle milletimizin tasavvurunu şekillendirmiştir.

Hazreti Mevlana'nın hikmet pınarından süzülen şu sözleri burada sizlere ve aziz milletimize hatırlatmak istiyorum. Bakınız, o büyük gönül mimarı bundan yedi buçuk asır önce ne demişti:

"Biz bu dünyada güneş gibiyiz. Herkese can vermeye, tüm insanlar alemine faydalı olmaya gelmişiz. Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olmaya, onların gamlarını, kederlerini paylaşmaya gelmişiz. Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayaklar altında ezilenleri gül bahçesine getirelim, onlara neşeler bahşedelim diye bu dünyaya gelmişiz."

Divan edebiyatının son büyük şairlerinden Şeyh Galip de Hazreti Mevlana'dan yüzyıllar sonra şu mısralarla seslenmişti: "Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdûm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."

"İnsan, yaradılışı itibarıyla hürmete layıktır"

Değerli kardeşlerim, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nden yüzyıllar önce ortaya konan bu prensipler, bizim nasıl bir müktesebata sahip olduğumuzu göstermektedir. Şurası bir gerçek ki, bizler alem-i suğra olarak gören, alemin özü, yaratılmışların gözbebeği olarak gören bir medeniyetin mensuplarıyız. İnancımızda nasıl ilk insan alemin özüyse, bugüne kadar dünyaya gelen her insan nasıl alemin özüyse, aynı şekilde kıyamete kadar son insan da alemin özü olarak kıymetlidir, yaratılışı itibarıyla hürmete layıktır. İnsan merkezli bu değerler sistemimiz, bırakın insanın insana haksızlık etmesini, insanın yaratılan her varlığın, tabiatta her canlının hakkını gözetmesini emreden bir dünya görüşü inşa etmiştir.

Şuraya özellikle dikkatinizi çekiyorum: Hayvanlar için hastaneler, bakım ve barım yerleri, sebillere sülükler inşa eden ecdadın ihtimam gösterdiği canlılardan biri de kuşlar olmuştur. Camilerimizin duvarlarını süsleyen kuş sarayları bunun en güzel timsalidir. 16'ncı yüzyılda İstanbul'da görev yapan batılı bir sefir, bakın hayranlığını nasıl ifade ediyordu: "Türkiye'de her şey insanileşmiş, her katı yumuşamış, hayvanlar bile." Evet, insanı aşıp tüm canlılara hak penceresinden bakan eşsiz bir şefkat, merhamet, saygı ve hoşgörüye dayanan bir tasavvurdan bahsediyoruz. Farklı inançlara hoşgörü noktasında şu söz oldukça anlamlıdır: "Vistül'de Türk atları sulandıkça Lehler rahat eder."

"Tarihimizin hiçbir döneminde çiğ süt içmedik, şükür karnımız da ağrımıyor"

Tarih ve kültürümüzün her sayfasında bizim insana bakışımızı anlatan bunlar gibi sayısız örnek, anekdot, deyiş, ibretlik hadise ile karşılaşıyoruz. Bunun için köklerimize vurgu yaparken partimizin de hükümetimizin de idare anlayışımızın da pusulası olan Şeyh Edebali'nin "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." tavsiyesini sık sık hatırlatıyorum. Bu hatırlatmanın arka planında işte böyle bir tecrübe, böyle bir birikim ve insana değer veren yüksek bir şuur bulunuyor. Yani bizim ne tarihimizde ne de kültür ve medeniyet kodlarımızda insan hakları konusunda mahcubiyet duyacağımız hiçbir leke yoktur. Tam tersine, bugün bize hak ve özgürlük dersi verenlerin hepsinden daha temiz bir sicile, daha kuşatıcı bir zihniyete sahibiz. Bunun altını bugün bir kez daha çizmekte fayda görüyorum. Tarihimizin hiçbir döneminde çiğ süt içmedik, şükür karnımız da ağrımıyor.

"Mazlumun yanında, zalimin karşısında dimdik duruyoruz"

Başkaları gibi önümüze ne konulur diye düşünmüyor, nerede bir zulüm varsa mazlumun yanında, zalimin karşısında dimdik duruyoruz. Hakkı, adaleti, barışı, insanlık onurunu sadece bölgemizde değil, tüm dünyada cesaretle savunuyoruz. Gururla söylemek isterim ki, Türkiye denilince akla sınırlarını korumakla kalmayıp artık barışı kuran ve diplomasiyi de şekillendiren bir ülke geliyor.

Düzen inşa edici bir devlet olarak Türkiye'nin varlığı, başta dost ve kardeş ülkeler olmak üzere Ortadoğu'dan Kafkasya'ya, Afrika'dan Güney Asya'ya kadar birçok bölgede yüz milyonlara güven aşılıyor. Tıpkı yüzyıllar önce, az önce söylediğim gibi Vistül'de sulanan Türk atları gibi, bugün de ay yıldızlı al bayrağımız dünyanın dört bir yanında nazlı nazlı dalgalandıkça dost, soydaş ve kardeşlerimiz kendilerini daha bir emniyette hissediyor.

 "Türkiye'nin vicdanlı duruşu, tek başına bir insan hakları dersidir"

Kardeşlerim, biz de Gazze'den Suriye'ye, Rusya-Ukrayna savaşından Doğu Afrika'daki gerilimlere birçok kriz bölgesinde "İnsanlık İçin Güçlü Türkiye" şiarıyla üzerimize düşenleri layıkıyla yapmaya çalışıyoruz. Türkiye'nin Suriye ve Gazze'de yaşananlar karşısındaki vicdanlı duruşu, tek başına bir insan hakları dersidir. İnsan hakları destanıdır. Her iki meselede de ilk günden itibaren tavrımızı çok net ortaya koyduk. Baskılara, tehditlere, farklı sebeplerle zalimlerin yanında hizalanan insanlık fukaralarına prim vermedik. Elimizle, dilimizle, kalbimizle zulmü durdurmanın çabası içinde olduk.

"Şehitlerimizin metanet abidesi ailelerine hürmetlerimi takdim ediyorum"

Dün biliyorsunuz Suriye Devrimi'nin birinci yıl dönümüydü. Suriye halkının 8 Aralık Hürriyet Günü'ydü. Devrimin birinci yılında bir kez daha her türlü zulme, zorbalığa, vahşete, insanı insanlığından utandıran işkenceye rağmen 13 buçuk yıl boyunca zalime direnen kardeş Suriye halkını ülkem ve milletim adına tebrik ediyorum.

Esad rejiminin ve terör örgütlerinin alçak saldırılarında can veren Suriyeli kardeşlerimizi rahmetle yâd ediyorum. Devletimizin güvenliğini, aziz milletimizin huzurunu temin etmek amacıyla uluslararası hukuk çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz sınır ötesi operasyonlarda şehit düşen kahramanlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, Rabbim ruhlarını şad, mekânlarını cennet eylesin diyorum. Şehitlerimizin metanet abidesi ailelerine hürmetlerimi takdim ediyorum. Bugün milletçe terörsüz Türkiye hedefinden, terörsüz bölge idealinden bahsedebiliyorsak bu, en başta kahraman şehitlerimizin sayesindedir.

Şimdi bakınız değerli kardeşlerim, Rabbimiz Yasin Suresi'nde şöyle buyuruyor: "Kün feyekün." Yani "Ol der ve oluverir." Rabbimizin müjdesi Suriye'de de tecelli etmiş, 60 yıllık dikta rejimi sadece 7-8 gün içinde yerle yeksan olmuş, kendi halkını acımasızca katleden diktatör korkakça kaçmış, mazlumların sabrı, mücadelesi ve kıyamı zaferle neticelenmiş, Suriyeli kardeşlerimiz uğrunda yüz binlerce şehit verdikleri hürriyetlerine hamdolsun sonunda kavuşmuşlardır.

Suriye halkının son bir yılda onca zorluğa, sıkıntıya, Esad diktatörünün bıraktığı enkaza rağmen hayata dört elle sarıldıklarını, ülkelerini yeniden ayağa kaldırma mücadelesi verdiklerini memnuniyetle görüyoruz. Ve Başkan Şara, işte Emevi Camii'nde, herhalde televizyonlardan izlediniz hem sabah namazını kıldırıyor hem de orada verdiği hutbeyle Suriye'nin geleceğine yönelik müjdesini irat ediyordu. Rabbim en yakın zamanda inşallah Şara'ya ve Suriye halkına bu müjdeye kavuşmayı nasip etsin.

 "Suriye'nin inşa, ihya ve toparlanma çabalarını destekliyoruz"

Türkiye ve Türk milleti olarak Suriye'nin ve Suriyeli kardeşlerimizin inşa, ihya ve toparlanma çabalarını tüm imkanlarımızla destekliyoruz. Şunu gönül huzuruyla ifade etmek istiyorum: Suriye devrimi son bir yılda en zoru inşallah geride bırakmıştır. İnanıyorum ki önce Yüce Allah'ın yardımıyla, sonra da Suriye yönetiminin basiretli, dirayetli, kuşatıcı, kucaklayıcı ve adaletli politikalarıyla bir daha eski kötü günlere dönüş olmayacaktır.

"Yeni dönemde de kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağız"

Bilhassa 10 Mart mutabakatının altında imzası olanlar tarafından ahde vefa ilkesi gereğince hayata geçirilmesi önemli bir düğümü çözecektir. Mutabakatın suhuletle uygulanması; istikrarsız, bölünmüş ve güçsüz Suriye'ye yatırım yapan şer odaklarının hesaplarını altüst edecektir. Böylece Suriye, toprak bütünlüğünü haiz, müreffeh, muzaffer ve bölgesinin muteber bir ülkesi olarak istikbale yürüyecektir.

Biz de nasıl Suriye'den gelen mazlumlara Ensar ruhuyla sahip çıktıysak, nasıl Suriye'nin kuzeyinde mazlumlar için güvenli alanlar inşa ettiysek, nasıl 13 buçuk yıl boyunca bir yandan uluslararası baskılara, diğer yandan içeride Türkiye'nin her köşesini "Suriyelileri göndereceğiz" afişleriyle donatan beşinci kol aparatlarına karşı sabırla direndiysek, yeni dönemde de kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağız. Bu ana muhalefet öyle demiyor muydu? "Biz Suriyelileri geldikleri yere göndereceğiz." demiyorlar mıydı? Onlar bunu söylerken bu kardeşiniz ne diyordu? Asla gönderemezsiniz, gönderemeyeceksiniz diyorduk. Ve biz savaşta onlara sırtımızı dönmedik. Barışta da daima yanlarında olacağız. Türkler, Araplar, Kürtler, Türkmenler, Sünniler, Nusayriler omuz omuza verecek, Suriye'yi birlikte ayağa kaldıracak, birlikte imar ve inşa edeceğiz.

"Korkunun esiri olsaydık, şimdi yanı başımızda bir kan gölü vardı"

Bunu da korkarak, birbirimizden şüphe ederek, hele hele kavga ederek değil; birbirimize güvenerek, inanarak, dayanışmayla gerçekleştireceğiz. Bunu özellikle şunun için söylüyorum: Bakın değerli kardeşlerim, eğer biz korkaklara kulak verseydik, korkunun esiri olsaydık, şimdi yanı başımızda bir kan gölü vardı. Hatırlayın, devrimden önce bize neler söylediler? "Ortadoğu bataklığına girmeyin." dediler. Kim? CHP'nin başındakiler. "Size ne Suriye'den?" dediler. "Akan kana sırtınızı dönün." dediler. Buradan tur düzenlediler. Gittiler, Esad'ın elini sıktılar, sırtını sıvazladılar. En son ana kadar Baas diktatörlüğünün muhipliğini yaptılar. Eğer biz bu vizyonsuz ve vicdansızlara kulak assaydık, bugün çok ciddi güvenlik tehditleriyle yüzleşiyor olurduk. Ama biz kendimize inandık, Allah'a inandık, güvendik, cesaretle hareket ettik ve tuzakları, kumpasları, oyunları bozduk. Sabrettik. Allah'ın lütfuyla zafere de şahitlik ettik.

 "Aynı dili konuştuğumuz kardeş bir devlet, küllerinden yeniden doğuyor"

İşte sizler de görüyorsunuz, şimdi yeni bir Suriye kuruluyor. Şam'ın, Halep'in, Hama'nın, Humus'un caddelerinde Türkiye'de yaşamış, Türkiye'de doğmuş gençler cıvıl cıvıl Türkçe konuşuyor. 13 buçuk yıllık hasretin ardından evlerine dönen kardeşlerimiz bizim için dualar ediyor. "Allah Türkiye'den ve Türk milletinden razı olsun." diyor.

Hemen yanı başımızda, tıpkı Azerbaycan gibi, tıpkı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi, aynı dili konuştuğumuz kardeş bir devlet, küllerinden yeniden doğuyor. Milletçe bizler de alnımız ak, başımız dik, bu şekilde bu muhteşem dirilişe, yeniden doğuşa sevinç gözyaşlarıyla tanıklık ediyor, kardeşlik ve komşuluk sınavından başarıyla çıkmanın haklı kıvancını yaşıyoruz. Rabbimizin daha nice müjdelerine nail olacağımıza yürekten inanıyoruz. Bir defa bizim şuna inancımız tam. Kardeşler, zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur.

"Şimdi sıra inşallah Filistin'de"

Bunu elhamdülillah Suriye'de bizzat gördük. Şimdi sıra inşallah Filistin'de. Filistin'de de mazlumların sabrı zaferle taçlanacak, oraya da özgürlük ve barış gelecek, 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan egemen bir Filistin devleti muhakkak Allah'ın izniyle kurulacak. Yıllardır büyük acılar çekmiş, tarifsiz işkencelerden geçmiş, yakınlarını, çocuklarını kaybetmiş, evleri yıkılmış, hayatları ve toprakları çalınmış Filistin halkı, kendi öz yurtlarında emniyet içinde yaşayacak. Bunun önünü hiçbir kirli, kanlı ve sinsi plan kesemeyecek. Herkesin bir planı varsa, elbette Kadir-i Mutlak olan Allah'ın da bir planı var. Kendilerini dev aynasında gören katliam şebekelerinin her senaryosunun, her oyununun, her tuzağının üzerinde Rabbimizin bir takdiri var.

Umudumuzu asla kesmedik ve kesmeyeceğiz. Filistin'de de zafer marşlarını aynen Suriye'de olduğu gibi hep birlikte terennüm edeceğiz. Sabrın, azmin, umudun ve mücadelenin karanlıkları boğduğuna inşallah hep beraber bir kez daha şahitlik edeceğiz.

"Sözümüzü mutlaka tutacağız"

Sizlere veda etmeden önce şunu da söylemek isterim: Katliamların en kesif günlerinde Suriyeli kardeşlerimize bir söz vermiştik. Allah'ın izniyle uzak olmayan bir tarihte o sözümüzü mutlaka tutacağız.

 Rabbim bizleri, Suriyeli kardeşlerimizi, Filistin halkını ve dünyadaki tüm mazlum ve mağdurları umduklarımıza nail eylesin diyorum. Bu düşüncelerle İnsanlık İçin Güçlü Türkiye programının tekrar hayırlara vesile olmasını diliyorum. Programın düzenlenmesinde emeği geçen kardeşlerimi tebrik ediyorum. Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.

HABERE YORUM KAT