1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Erbil’de barışı ve geleceği ararken (1)
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Erbil’de barışı ve geleceği ararken (1)

17 Şubat 2009 Salı 15:17A+A-

Irak dendiğinde imgenizde sürekli bombalar patlayan bir yer beliriyor. Orada insanların yaşamayı sürdürdüğü ve hikâyelerin iç içe yazılmaya devam ettiği unutuluyor, gözardı ediliyor.

Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden bahsettiğinizde ise insanların kafası karışıyor. Sorular uçuşuyor havada. Türkiye’deki Kürt meselesiyle biraz kesişen bolca da ayrışan, ama fazlasıyla karmaşık bir sorun yumağı Irak’taki Kürtlerle diğer etnik gruplar arasında da mevcutken siyasi otoriteler nasıl bir tutum takınacak?

İç sorunların kucağında sınırın iki yanındaki Kürtler acaba nasıl bir dil ile kendilerini birbirlerine ifade edebilecekler? Ve parçalanmış ortak hikâyelerini nasıl birlikte yazacaklar yeniden?

Bu soruların yanıtını aramak için Abant Platformu’nun davetiyle ilk kez Erbil’de bir araya geliyoruz. Sadece bu buluşma bile kardeşlik ve barış arayışının diplomasi diline sıkıştırılmış, kendini defalarca tekrar ederek anlamından koparılmış bir halde bırakılmasına daha fazla razı gelinemeyeceğinin bir göstergesi. (Elbette konjonktürün dayattığı bir gereksinim de var.)

Erbil’e gideceğimi duyan kimi tanıdıklar aman dikkat et dediler. Musul karışık, Kerkük’te kim bilir neler dönüyor, Bağdat’ta intihar saldırıları arttı. İyi de nasıl dikkat edeceğim?

İki yıl kadar önce Lübnan İsrail tarafından saldırıya uğrarken, bir grup otobüse binmiş ve sınıra dek gelip savaştan kaçanların Suriye’ye girişine ve orada çeşitli çadırlara, kamplara, okullara yerleştirilmelerine tanık olmuştuk. O vakit cep telefonlarımız habire çalıyordu: “Aman dikkat edin.”

O vakit ‘dikkat etme’nin yerini daha net bir mücadele şevki alıyor bizler için: Ortak hikâyemizi bölgede konuşulan farklı dillerle yeniden yazmanın dilini aramak.

Çeşitli güç odaklarının tehdidine, memnuniyetsizliğine rağmen, herhangi bir siyasi hesabın veya iktidarın söylemini çoğaltmak yerine, adaletten ve insani değerlerden yana bir tutum takınmakla kuracağız belki bu dili. Parçalanmış ve birbirine cepheden bakan hakikatlerimizi bütünlediğimiz ölçüde konuşacağız.

Sınırın doğusunda da batısında da, kuzeyinde de, güneyinde de olsanız, güç odaklarından istediğiniz kadar iktidar devşirmeye çalışın, hikâyemizi sürdürecek olan hakikat, daha derinlerdeki bir dilin ifadesinde saklı diye düşünüyorum.

Çünkü defalarca da belirttiğim gibi, ateşkes anlaşmalarıyla, siyasi konjonktüre uygun düşen yeni pazarlık stratejileriyle filan ne kardeşliğe ne de barışa itibarını geri verebiliyoruz.

Toplantı hakkında dile getirmek istediklerimi gelecek yazıya bırakarak, biraz da Erbil’deki izlenimlerimi belirteyim. Buraya ilk kez geliyorum. Beyrut’a veya Saraybosna’ya ilk gittiğimde yaşadığım bir hisse burada da kapıldım. Çatışma ve sıcak savaşın ardından kısa zamanda büyük çabalarla, içte ve dıştakilerin el birliğiyle ayağa kaldırılmaya çalışılan bir kent.

Vinçler var her yerde. Sokaklar açılıyor, yollar yapılıyor. Erbil kalesindeki çeşitli bölümler restore ediliyor. Çek Cumhuriyeti şirketi de var, İtalyanlar da, İngilizler de. Adım başı Türk markasına rastlamak mümkün. Akşamları bazı ışıksız ve bozuk yollarda ilerlerken bile sokak panolarındaki uluslararası markaların çarpıcı ilanlarını görebiliyorsunuz.

Tamamlanmamış inşaatların yanı sıra, Erbil’in yeni bölgesinde yükselen bloklar da epey fazla. Akşam dokuz buçuklara dek açık alışveriş merkezleri, site halindeki evlerin veya hastanelerin önünde bekleyen silahlı güvenlikçiler, ciplerin fazlalığı göze çarpıyor.

Denilir ki, kimse kimseye güvenmiyor bu topraklarda. Çok fazla acı, çok fazla ihanet ve bol hesap var. Yine de alttan alta akmakta olan bir saflık, iyi niyet ve umut da var. Diyorsunuz ki, evet, burada ortak bir gelecek tasavvuru mümkün. Yıkım ve kıyım adına değil, yaşam ve dirim adına.

Ortadoğu’daki farklı mezhep ve etnik kökenlerden bu topraklara ait çoğul bir varoluş hakikati olarak bahsedeceğimiz vakitlerin geleceğine inanıyorum. Önce herkes kendisinden esirgenen kimliğini geri almalıdır mutlaka.

Ama sonra yeniden kimlik kabuklarını biraz olsun soymamız ve ötesine geçebilmemiz gerekecektir. Çünkü bize barış içinde bir gelecek vaat eden hakikatin ölçüsü adalet olacaktır er geç, kimlik siyasetleri değil.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT