1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Dünyanın ‘canlı’ tanıklığı
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Dünyanın ‘canlı’ tanıklığı

13 Ocak 2009 Salı 13:49A+A-

 “Herkesin açıklıkla gördüğü bir şeyi hiç kimse sorgulamaz, incelemez” der Hannah Arendt. Tam da bugünlerin ana teması.

Bugünler. Silahların, seri numaraları silinmiş el bombalarının, plastik patlayıcıların, kalaşnikof şarjörlerin, uçaksavar mermilerinin, adını ilk kez duyduğum öldürücü kimyasalların toprak altından çıkarıldığı günler.
Alevi derneği başkanlarının, Ermeni liderlerinin, bilim ve din adamlarına cinayet planlarının, akademisyenlere suikast planlarının, bomba, katliam gibi şiddet ve korku saçan girişimlerin krokilerinin evlerden toplandığı günler.

Gazetelerde her gün okuyoruz. Çeşitli sivil ve subayların bilgisayarlarından çıkan fişlemelerde yüksek yargı mensuplarının, akademisyenlerin, bürokrat ve askerî rütbelilerin isimleri hedef halinde dizilmiş. Kimi ‘sevgilisi var’ diye fişlenmiş. Kimi ateist, kimi solcu, sağcı diye.

Bu istihbaratı toplayanların kimler olduğu, ‘yüksek amaç’larının neye göre belirlendiği veya bu tür istihbaratı nasıl bir yöntem ve yaklaşımla topladıklarına dair de epey bilgi yansıyor son dönemlerde medyaya.

Ve deliller toprak altına gömülmüş bile olsa, herkes açıklıkla görüyor aslında olan biteni. Tam da Arendt’in dediği gibi, belki de bu yüzden, buradaki şaşırtıcı manzarayı sorgulayıp incelemeyi bir vicdani görev olarak önemseyenlerin sayısı o kadar da fazla olmuyor.

İlle bir siyasi ihtiras, bir ideolojik takıntı veya dolayımlı bir bağlantı kurulma endişesi ağır basıyor çünkü birçok kişide. İnsandaki adalet duygusunun sürebilmesi adına mücadele vermenin –belki bu da apaçık bir tutum olduğu için- gerisinde ille başka bir neden aranıyor. Hakikati incelemek, ona yaklaşmak istemiyor bazılarımız.

“Bir derin devlet çökertilir, yerini onu çökertenler alır” yaklaşımını kutsayarak, (kötülüğün her apaçık ortaya çıkışında aynı cümlelerle) çeteciliğin ve kanlı suikastların bundan sonra da nasılsa süreceğini olağan bir biçimde tekrarlıyorlar.

Ortada son derece kanlı ve dehşet dolu bir manzara olmasına rağmen: “Öyle olacağına böyle kalsın” diyerek siyaset bilimine katkıda bulunmaya çalışıyorlar.

Varsa yoksa bazı kişilerin bu mevzudaki tutumları. Sanki işin özünü sizin sevmediğiniz kişilerin bu olaya bakışı belirleyebilirmiş gibi.

Kişilerin kimliklerine veya uyandırdıkları haklı haksız şüpheye bakıp, onların daha önceki olaylarda nasıl bir tutum takındıkları üzerinden (mesela Amerikancı bir yaklaşımı var diyerek), bugünkü zulmün mahiyetini, olan bitenin ruhunu kavramak ne kadar mümkün?

***

BM’nin İsrail’in saldırılarında savaş suçu işlediğini açıklamasının ardından, buna karşı çeşitli gerekçeler sağda solda ifade ediliyor. Ama İsrail tarafından iki aydır yabancı gazetecilerin girişi engellendiği Gazze’de yirmi kadar basın kuruluşunun bulunduğu Cavhara binası çatısının vurulması birçoğumuzun sorgu alanına girmiyor. Hangi birini sorgulayalım diyerek genel bir çaresizlik de insanı kuşatıyor kaçınılmaz olarak.

“İsrailliler yaralıların bulunduğu yerlere, ilk olarak basın mensuplarının ve ambulansların gittiğini biliyor. Bölgeyi hedef aldıktan sonra, gazeteci ve yardım ekipleri geldiğinde aynı yeri bir kez daha hedef alıyorlar. Görgü tanıklarını ortadan kaldırmaya çalışıyor” diyor gazeteciler.

Bunlara tanıklık ederken, Independent’ın haberine göre, Gazze saldırılarının İsrail’de bir komedi programında alaycı bir dille ele alınması tartışma yaratmış. Skeçlerden birinde savaş muhabirini canlandıran komedyenin, ölü sayılarını basketbol maçını anlatır gibi aktardığı söyleniyor.

“Konuk takım 500, ev sahibi 4. Sonuç iyi ama arayı açmalıyız.”

Yakıştırmalara bakınca deplasmana gelenin, işgal edenin ya da saldıranın kim olduğu açığa çıkıyor diye düşünebilirsiniz. Zaten şiddet apaçık olduğu için bu komedinin etik dışılığı pek sorgulanmıyor da diyebilirsiniz.

Ama Filistinli yazar Münir Şefik’in dediği gibi, ordular insanları yenemez. İşgalin şiddetiyle gelen ilk acının ‘canını’ bile daha kimse alamadı. Acı kanıksansa da çürüyüp toprağa karışamıyor. Bellekler yok edilse de ‘canlı’ olarak tanıklık etmeye devam ediyorlar. Ne pilotsuz uçakla, ne havan mermisiyle, ne Kassam roketiyle ölçülebiliyor acılar.

Cesetlerin giderek birbirine benzediği gerçeği, skeçlerle daha da artan şiddetin apaçık ortada durduğunu imliyor.

Bir toprak parçası (Filistin), orada yaşayan Filistinlilerin ancak onayının alınmasıyla: Herkesin bir arada kendini ait hissettiği bir toprak parçası da olabilirdi kuşkusuz.

Ama Arendt’in deyişiyle, “şiddetle değişen bir dünya ancak daha çok şiddetin varolduğu bir dünya oluyor.”

TARAF

YAZIYA YORUM KAT