1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Bondi katliamından sonra, sessizce yas tutma lüksümüz yok
Bondi katliamından sonra, sessizce yas tutma lüksümüz yok

Bondi katliamından sonra, sessizce yas tutma lüksümüz yok

​​​​​​​Kan kuruyana kadar, Avustralya Yahudilerine yönelik en ölümcül saldırı, Filistin dayanışmasını bastırmak ve Müslümanlara karşı intikam almak için gerekçe olarak kullanıldı.

18 Aralık 2025 Perşembe 18:03A+A-

Em Hilton’un +972mag’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.


Bondi Plajı'na arabayla 10 dakika uzaklıkta büyüdüm. Yetişkinlik dönemimin ilk yıllarını parkta doğum günü partileri, Bondi Pavilion'da bar mitzvah törenleri, kaya havuzlarına gidip dut salyangozu ve deniz kestanesi aramak ve Papa Giovanni's'ta pizza yemekle geçirdim. Gençken, arkadaşlarımla Campbell Parade'deki McDonald's'ın karşısındaki çimlere oturur, düzenli polis devriyelerinden Bacardi Breezer'larımızı saklardık — ama çok dikkat çekmeyecek şekilde, yoksa herkes bizim aslında halka açık bir yerde içki içtiğimizi fark ederdi.

Ama şimdi, 1990'larda Sydney'de geçirdiğim çocukluğum o kadar paramparça olmuş ki, sanki bir halüsinasyonu yakalamaya çalışmak gibi.

Pazar günü Bondi Plajı'nda Hanuka'nın ilk gecesini kutlayan Avustralyalı Yahudilere yapılan saldırı, ülkenin neredeyse 30 yıldır yaşadığı en ölümcül toplu silahlı saldırı ve Yahudi topluluğunun şimdiye kadar yaşadığı en kötü olaydı. Bu yazının yazıldığı sırada ölü sayısı 15'tir, aralarında 10 yaşındaki bir kız çocuğu, iki haham ve bir Holokost kurtulanı da bulunmaktadır. Onlarca kişi yaralı olarak hastanede yatmaktadır, aralarında silahlı saldırganlardan birini yakalayan kahraman bir Müslüman da bulunmaktadır.

Son yıllarda alıştığımız sapkın dans, hemen yeniden başlangıç noktasına geri döndü. Kurbanların kanı henüz kurumadan, Avustralya ve dünyanın dört bir yanındaki sağcı politikacılar ve kamuoyunda tanınmış kişiler, saldırganların motivasyonlarına dair herhangi bir kanıt veya ipucu olmaksızın (yetkililer daha sonra iki adamı IŞİD ile bağlantılı olduğunu açıkladı), saldırının artan anti-Siyonist duyguların ve Filistin yanlısı aktivizmin bir sonucu olduğunu ilan ettiler.

Avustralya'nın Antisemitizm Elçisi Jillian Segal, saldırıyı Sidney'deki Filistin yanlısı yürüyüşlerle ilişkilendirdi; bu yürüyüşlerde katılımcılar “terörist bayrakları sallıyor ve aşırılıkçı liderleri yüceltiyorlardı”. New York Times, Bret Stephens'ın “Bondi Plajı, 'İntifada'nın Küreselleşmesi'nin neye benzediğini gösteriyor” başlıklı bir köşe yazısını yayınladı. New York Belediye Meclisi üyesi Vickie Paladino daha da ileri giderek, “Müslümanları batı ülkelerinden sınır dışı etmeye başlamanın gerekliliğini çok ciddiye almalıyız” dedi.

İsrailli politikacılar da hemen konuya müdahil oldular. Başbakan Binyamin Netanyahu, Avustralyalı mevkidaşı Anthony Albanese'yi sert bir şekilde eleştirdi ve Bondi'deki katliamın, Albanese'nin bu yılın başlarında yaptığı “Filistin devleti çağrısı” tarafından körüklendiğini öne sürdü. Diaspora İşleri Bakanı Amichai Chikli, aşırı sağcı Hollandalı siyasetçi Geert Wilders'ın “artış gösteren antisemitizmin tüm dünyada hem İslam hem de solcu liberal siyasetçiler, basın ve akademinin İsrail nefretinden kaynaklandığını” iddia eden tweetini retweetledi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Sharren Haskel ise şiddetin kaynağını “Londra ya da Sidney olsun, sokaklarda düzenlenen Filistin yanlısı nefret yürüyüşlerine” bağladı.

Sağ kanadın bu korkunç olayı, İslamofobik ve Filistin karşıtı gündemini ilerletmek için ne kadar çabuk kullandığı iğrenç bir durum. İsrail'in politikacılarının, Gazze'deki soykırım saldırılarından dikkatleri başka yöne çekmek için bizim acımızı ve kederimizi siyasi bir silah olarak kullanmaktan neredeyse keyif aldıklarını görmek mide bulandırıcı.

Sosyal medyada, kurbanlardan biri olan Haham Eli Schlanger'in ölümünü ve dolayısıyla saldırının tamamını haklı gösteren, hatta kutlayan paylaşımların dolup taşması da son derece rahatsız ediciydi. Onun İsrail'in Gazze'deki soykırımını açıkça desteklediği gerçeği — 7 Ekim'den sonra İsrail'de askerlerle fotoğraf çektirmesi ve hatta ordunun füzelerinden birini imzalaması — kesinlikle iğrençtir, ancak bu, Hanuka'yı kutlayan Avustralyalı Yahudilere ateş açılmasını haklı çıkarmaz (Schlanger'in görüşleri nedeniyle hedef alındığına dair herhangi bir gösterge de yoktur).

Bu tür duygular, yas tutan bir topluluğa yönelik bir başka saldırıdır ve siyasi iktidarı anlamadığımızı gösterir. İsrail'in Filistinlilere yönelik şiddetinin kaynağı Haham Schlanger değildir; İsrail hükümeti ve ordusu ile onları destekleyen Batılı hükümetler sorumluluklarını üstlenmelidir. Schlanger'e odaklanmak dikkatleri başka yöne çekmektir.

Ölülerimizi henüz gömmemişken tüm bunları ortaya dökmek kaba gelebilir, ancak ne yazık ki sessizce yas tutma lüksümüz yok. Bu tür anlarda, Yahudi kardeşlerimizin öldürülmesini gördüğümüzde hissettiğimiz acıyı, meydan okurcasına ve açıkça şunu söyleme ihtiyacıyla dengelemek bizim sorumluluğumuzdur: Bu dehşetin, Filistin dayanışma hareketlerine yönelik baskılar veya Müslüman topluluklara karşı şiddetli misillemeler için bir silah olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz, dünyamızı bu kadar çok rahatsız eden böl ve yönet politikasını daha da ilerletmeyeceğiz.

Kederin panzehiri

Son iki yılda, yaklaşık 100.000 kişilik Avustralya'nın Yahudi topluluğu, antisemitik olaylarda büyük bir artış yaşadı. Sinagoglar tahrip edildi ve molotof bombalarıyla yakıldı, bir Yahudi kreşi ve koşer şarküteri ateşe verildi ve Yahudi okulları, Yahudilerin ölümünü teşvik eden grafitiyle hedef alındı (bu saldırıların bazılarının İran'ın emriyle hareket eden failler tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor). Ancak bu bağlamda bile, Bondi'ye yapılan saldırı belirgin ve rahatsız edici bir tırmanışa işaret ediyor.

Aynı zamanda, bu iğrenç suçlar, Filistin yanlısı savunuculuk ve dayanışmayı bastırmak isteyenler tarafından istismar ediliyor. Bu yılın Temmuz ayında, antisemitizm elçisi Segal, Trump'ın oyun/taktik kitabından çıkmış gibi görünen, üniversite müfredatlarının denetlenmesi ve antisemitik (yani İsrail karşıtı) sosyal medya paylaşımları temelinde göçün sınırlandırılması gibi “antisemitizmle mücadele” politikalarını öneren bir rapor yayınladı.

Dahası, İsrail'in iki yıldır Yahudilerin güvenliği adına ve birçok Yahudi miras kurumunun desteğiyle Filistinlileri katletmesi, Bondi saldırısının ana motivasyonu gibi görünmese de, bu hikâyeyle ilgisiz değildir. Araştırmalar, İsrail'in Filistinlilere yönelik şiddetinin yoğunlaştığı dönemlerde antisemitik olayların daha sık meydana geldiğini göstermektedir. Bunu belirtmek, silah alıp masum insanlara ateş açanların sorumluluğunu ortadan kaldırmak değil, bu tür saldırıların giderek daha sık meydana geldiği koşullar hakkında dürüst olmak anlamına gelir.

İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırım, dünya çapında derin bir öfkeye yol açtı. Uluslararası toplumun bunu durdurmada başarısız olması, bu öfkenin daha da artmasına neden olurken, Yahudi gücüyle ilgili komplo teorilerini de besledi. Tüm bunlar bir araya gelerek Yahudilerin güvenliğini tehlikeye attı.

Bu durum, İsrail hükümetinin öncülüğünde, Yahudi halkını ve çıkarlarını yerleşimci-sömürgeci bir etnik devletin çıkarlarıyla birleştirmeye yönelik on yıllardır süren bir sürecin de sonucudur. Bu süreç, 7 Ekim'de söz konusu etnik devlet soykırım yapmaya başladığında hız kazanmıştır. İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri bombaladığı, aç bıraktığı ve yok ettiği son iki yıl boyunca, dünyanın dört bir yanındaki Yahudi liderlik örgütlerinin her fırsatta sağladığı neredeyse sarsılmaz destek de muhtemelen bizi hedef haline getirmiştir ve insanların, şu anda gördüğümüz şiddetli antisemitik tepkilerle karşı karşıya kalan Yahudilere empati kurma yeteneğini zayıflatmıştır.

Bondi saldırısına yanıt olarak, Yahudi solcuların yıllardır yaptığı gibi, farklı marjinal topluluklar arasındaki bağların güçlendirilmesinin birbirlerinin korunmasının anahtarı olduğu fikrini savunan dayanışma yoluyla güvenlik fikrini desteklemek cazip gelebilir. Ancak bir meslektaşımın yakın zamanda bana söylediği gibi, güvenlik arayışı bir yanılsama olabilir. Bondi'deki gibi bir saldırı karşısında bu tür duygular boş geliyor. Gerçekten de, bu toplulukların çok azı, gelişen siyasi şiddet ve istikrarsızlık döneminde herhangi bir güvenlik hissine sahip.

Filistinliler son iki yıldır bu durumun en ağır yükünü omuzlarında taşıyorlar, ancak Bondi ve Manchester'daki Yahudi topluluklarına, Müslüman topluluklara, sığınmacılara ve Batı dünyasındaki göçmenlere yönelik saldırılarda da aynı durumu görüyoruz. Belki de şu anda güvenlik sağlanamıyorsa, bunun yerine birbirimizi korumaya ve önümüzdeki risklere açık gözlerle bakmaya, insanlığımızı silmeye çalışan sistemlere ve politikalara direnmeye kararlı olmalıyız. Kendi hayatını tehlikeye atarak saldırganlardan birine müdahale eden ve daha fazla cinayetin işlenmesini engelleyen Suriyeli göçmen Ahmed El-Ahmed, etrafımızı saran keder ve karanlığa karşı bir panzehir niteliğindedir.

 

* Em Hilton, Londra'da yaşayan Yahudi bir yazar ve aktivisttir. Diaspora Alliance'ın Uluslararası Politika Direktörü, Na'amod: British Jews Against Occupation'ın kurucu ortağı ve Center for Jewish Non-Violence'ın yönetim kurulu üyesidir.

HABERE YORUM KAT