1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Bölünmekten değil birleşmekten mi korkuyoruz?
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Bölünmekten değil birleşmekten mi korkuyoruz?

04 Kasım 2008 Salı 14:51A+A-

Döşenen mayınlar, uzaktan kumandalı bombalar, son dakikada önlenen suikastlar, önlenemeyenler, patlayıcı yüklü araçlar görüyoruz bu topraklarda. Bayrağa sarılı tabuta sarılan gözü yaşlı ailelerin görüntüsü herkesi derinden yaralıyor. Bunları görüyoruz.

Bunlardan kimlerin nasıl nemalandığını, mali açıdan bu yapılanmaların kimler tarafından hangi yöntemlerle desteklendiğini ve daha birçok zulmü görmüyoruz. Su kuyularına topluca gömülüp üzerine beton dökülen isimsiz cesetlerle yüz yüze gelmedik hiç. Diyarbakır cezaevindeki işkencecilerle de yüzleşmedik. JİTEM’le beş yaşında tanışan çocukların trajedisini işitmedik.

Zaten Kürt kelimesini de, Mustafa Akyol’un bir konuşmasında isabetle belirttiği gibi, liseyi bitirdiğimizde işitmiştik. Belki biraz da bu yüzden bugün sadece güvenlik güçlerine saldıran çocukları görüyoruz. Onları kullananları belki biraz da. Ama tablonun bütününde çok daha fazlası var.

ok tehlikeli bir oyun bu. Çocukları ateşin önünde şiddete, isyana, elleriyle zafer işareti yapmaya yöneltenler farklı niyetlerle kapatıyorlar yüzlerini. Ama onları zaten görmeyen bizleriz. Tabii bu körlük sonucu değiştirmiyor. Şiddet gizli ya da apaçık biçimde tırmanıyor. Tırmandırılıyor.

Kimilerinin bugünlerde sık sık dile getirdiği gibi, toplumu kutuplaşmaya yöneltmek veya devletin içindeki bazı yapılanmaların PKK ile ilişkisinin üzerini örtmek, hatta aynı ilişkiyi güçlendirmek için yapılıyor olabilir bütün bu kışkırtıcı eylemler. Buna bağlı olarak siyasi bir yığın başka çıkar ve yararın farklı güçler adına sağlanması da cabası. Özellikle DTP bu konuda son derece yanlış bir tutum içinde.

Sebebi ya da sebepleri ne olursa olsun, kimler tarafından hangi amaçlar doğrultusunda planlanmış olursa olsun, elbette bu durum, baştan aşağı provokatörlerin işbaşında olmasıyla açıklanamaz. Çünkü ister genç, ister çocuk birileri de bu oyuna geliyor. Israrla.

Bu çocukların ya da onların ortalığa dökülmesine izin veren anne babalarının hiç suçu yok denirse, şiddetin bazı türleri bilinçaltımızda giderek meşrulaşmaya başlar. Ve şiddeti kullananlar bu meşru ve mazur görülme sayesinde, bazı güçler tarafından bizzat kullanılır hale gelirler, geliyorlar. Örneğin DTP’yi de bu şekilde kullananlar olduğunda hemfikir bugün birçok gözlemci.

Şiddet kullanmayı meşru gören kişileri bir fikrin, bir ideolojinin, bir gizli devlet yapılanmasının ya da bir silahlı örgütün maşası haline getirmek sahiden çok kolay. Kimi bayrağı ve vatan sevgisini kullanarak kaldırım ortasında adam vurduruyor. Kimi terör örgütü lehine slogan atarak vitrin taşlıyor.

Kimi ise savunulacak ideolojiyi daha sofistike hale getirip şiddeti açık değil de dolayımlı olarak, bazen de gizli olarak kullandırıyor. Tehditlerden, hakaretlerden, hezeyan dolu yaygaralardan ve militarizmin dilinden medet uman kitleler kendini memleketin yegâne nöbetçisi addederek düzenledikleri mitinglerde bambaşka bir boyutunu uyguluyorlardı şiddetin. Bu da olabiliyor.

Gizli ya da açık kışkırtmalar ve gizli ya da açık yapılan şiddetin tezahürlerini toplumun çeşitli katmanlarında incelemek ve çözümleri tartışmak yerine, bunun yerel seçimlerde hangi partiye yarayıp yaramayacağının hesaplarına odaklanıyoruz. Bu da bir çeşit şiddet.

Böyle yapmak, bu toplumda gizli ve örtülü şiddet uygulayanların, azmettiricilerin ve çözümsüzlükten beslenenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramadı, yaramıyor.

Öte yandan zulmün ne olduğunu tanımlamadan, yalnızca zalimlere kızarak adaletsizlikle mücadele de edemiyoruz. Peki, niçin zulümle yüzleşmiyoruz? Neden çözümsüzlüğü bilinçaltımızın en derin katmanlarına dek kolayca benimsiyor ve çözüm biçimlerini tartışmaya bile kendimizi açamıyoruz? Korktuğumuz aslında ne? Birlikte olmak mı bölünmek mi? Acaba bölünmekten değil de, birleşmekten mi korkuyoruz biz?

Hakkaniyet ve adalet ekseninde birleşmek yerine kimlik ekseninde, siyasi çıkarlar ya da daha üst iktidar odakları ekseninde bölünmüş olarak kalmak daha mı kolay geliyor bize? Ya da zıt kutuplarda savaşarak, karşımızdakini düşmanlaştırarak daha mı çabuk bir kimlik, bir ideoloji kazanıyoruz?

Yüzleşmiyoruz çünkü hayatı ve dünyayı kendini hep cumhuriyetin yegâne sahibi olarak gören bir zihniyetin bakışıyla algıladık ve kurguladık. Biz görmediklerimizle yüzleşene dek görmediğimiz her şey orada olmayı ve içimizi dışımızı acıtmayı, giderek bizi en derin yerimizden yarmayı sürdürecek. Değiyor mu peki yitirdiklerimize?

TARAF

YAZIYA YORUM KAT