
BM'nin insan hakları testi: Gazze
Bir yanda Uluslararası Adalet Divanı’nda görülen soykırım başvuruları, diğer yanda veto duvarına çarpan karar tasarıları… Gazze, insan haklarının metinlerde kaldığı, sahada ise cezasızlığın hüküm sürdüğü bir aynaya dönüşmüş durumda.
Barbar İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü saldırılar, binlerce masum sivilin şehit olmasına neden olurken, yaşamın kendisini hedef alan bir yok etme pratiğini de ortaya koydu. Bombalanan hastaneler, kuşatma altında tutulan siviller, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan bir toplum ve zorla yerinden edilmeyi normalleştiren siyasi söylemler, Gazze’yi yalnızca askeri değil, hukuki ve ahlaki bir sınavın merkezine yerleştirdi.
Öte yandan ateşkes ilanları, sahadaki yıkımı durdurmaya yetmedi. Enkaz altında kaybolan aileler, çalışamaz hale gelen sağlık sistemi ve yardım beklerken hayatını kaybeden çocuklar, çatışmanın “durmuş” sayıldığı anlarda bile soykırımın izlerinin silinmediğini gösterdi.
Bu tablo, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nde, uluslararası sistemin insan hakları konusundaki samimiyetini sorgulatan en çarpıcı örnek haline geldi.
Uluslararası hukuk ve yaptırım
Gazze’de yaşananların hukuki karşılığı, tarihte ender görülen bir biçimde uluslararası mahkemelerin gündemine taşındı. Güney Afrika’nın başvurusu üzerine Uluslararası Adalet Divanı, cani İsrail hakkında “soykırım şüphesinin makul olduğu” yönünde değerlendirme yaptı ve sivillerin korunması gerektiğine hükmetti. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ise savaş suçu ve insanlığa karşı suç iddialarını kapsayan soruşturmaları derinleştirdi.
Ancak bu hukuki süreçler, sahadaki uygulamaları durduracak siyasal iradeye dönüşmedi. Mahkeme salonlarında dosyalar açılırken Gazze’de hastaneler vurulmaya, sivil altyapı çökertilmeye devam etti. Hukukun kayda geçirdiği gerçekler ile devletlerin uygulamaya koyduğu politikalar arasındaki bu kopukluk, Gazze’yi “haklı bulunup korumasız bırakılan” bir coğrafya hâline getirdi.
Sistematik soykırım hiç durmadı
Barbar İsrail'in Gazze’deki yıkımı, hayatın sürdürülebilir unsurlarını hedef alan sistematik bir politika olarak ortaya çıktı. Sağlık tesislerinin işlevsiz hale gelmesi, ameliyatların yapılamaması, yoğun bakım ünitelerinin devre dışı kalması ve tıbbi malzeme girişinin kısıtlanması, sivillerin yaşama şansını doğrudan ortadan kaldırdı.
Buna eşlik eden siyasi söylem ise saldırıların niyetini daha da görünür kıldı. Bazı İsrailli bakanların Gazze halkının başka ülkelere sürülmesini açıkça dillendirmesi, zorla yerinden etmeyi geçici bir sonuç değil, kalıcı bir hedef olarak ortaya koydu. Açlık, susuzluk ve yardımın engellenmesiyle birleşen bu tablo, uluslararası hukukta “kolektif cezalandırma” olarak tanımlanan uygulamaların ötesine geçti.
Çifte standart: Gazze bir ayna
Gazze, bugün hem İsrail’in pervasız ve hesapsız saldırılarının hem de küresel sistemin çifte standartlarının sembolü haline geldi. Avrupa ve Amerika sokaklarında yüz binlerce insan aylarca Filistin için yürüdü. Üniversiteler, sendikalar ve sanat çevreleri ayağa kalktı. Buna karşın devletler düzeyinde bağlayıcı yaptırımlar hayata geçirilmedi.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından spor, kültür ve ekonomi alanlarında hızla uygulanan yaptırımlar hatırlandığında, Gazze karşısındaki bu sessizlik daha da çarpıcı bir hal aldı.
Birleşmiş Milletler’de alınmak istenen kararlar veto edilirken, insan haklarını korumakla yükümlü kurumlar çoğu zaman yalnızca “endişe” ifade eden açıklamalarla yetindi. Böylece Gazze, insan haklarının evrenselliğinin söylemde kaldığı, uygulamada ise güç dengelerine teslim edildiği bir turnusol kâğıdına dönüştü.




HABERE YORUM KAT