1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. "Bir Eğitimci olarak Allah Rasulü'nün Sünneti"
"Bir Eğitimci olarak Allah Rasulü'nün Sünneti"

"Bir Eğitimci olarak Allah Rasulü'nün Sünneti"

Akhisar Özgür-der temsilciliğinde "Bir Eğitimci olarak Allah Rasulü'nün Sünneti" semineri gerçekleştirildi.

29 Aralık 2014 Pazartesi 14:11A+A-

Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarının son konuğu Edremit'ten Yusuf Söbüoğlu'ydu. "Bir Eğitimci olarak Allah Rasulü'nün Sünneti'' başlıklı konuyu anlatan Söbüoğlu  peygamberlik misyonu ve Tevhid mücadelesinin önemini belirterek başladığı konuşmasında özetle şunları anlattı:

Bizim için en güzel örnek olan Rasulullah Efendimizin eğitimci kimliğinden de öğreneceğimiz çok önemli şeyler var elbette. Zaten peygamberler dünyanın en önemli öğretmenleri, eğitimcileridir. Zira onların beslendiği kaynak ilahi bilgi yani vahiydir. O Yüzden Mustafa İslamoğlu şiirinde Peygamber Efendimize göklerin öğrencisi  yerlerin öğretmeni diye hitap  eder:
Ey insan

Göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni….

Ölmeyi, öldürmeyi

Yaşamayı sen öğrettin insana

Hepimizin malumu olan Tahrim suresi 6.ayetinda Rabbimiz  “  Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” buyurur. İbni Ömer(r.a) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim der:  “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.” ( Buhârî, Cum'a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20)  Sadece bu ayet ve hadisten yola çıkarak bile hepimizin birer eğitimci ve tebliğci olduğumuzu söyleyebiliriz.

Peygamberimize Kuran tarafından yüklenen ve onun en güzel şekilde gerçekleştirdiği misyon şu 6 kategoride ele alınabilir:

1-Mesajı Alma Ve İttiba

2-Tebliğ: İlahi mesajı eksiksiz iletme

3-Tebyin: İlahi mesajı açıklama

4-Davet: İlahi mesajı insana taşıma

5-Talim: İnsana ilahi mesajı yaşayarak öğretme

6-Tezkiye: İnsanı bilinç, duygu ve eylem düzeyinde arındırma.

Peygamberlerin talim ve tebyin görevleri gereği öğretmen misyonu olduğunu açıktır. Zaten Hz. Muhammed(SAV) de İbn-i Habel ve İbn-i Macenin rivayet ettiği bir hadiste “Allah beni muallim olarak göndermiş bulunuyor.” buyurur.

O öyle bir öğretmendir ki O’nu Allah eğitmiştir. Vahyin iniş sürecinin öncesinde ve başlangıcında Hz. Peygamberin eğitmenliğe hazırlanması önemli bir husustur. Bu ilk emir ile “Oku” ile başlayan süreç fiili olarak eğitilme ve eğitme görevinin başlangıcıdır.

Bu emir bildiğiniz gibi birçok anlamı taşır. Sadece yazılı bir metni telaffuz etmek değildir. Onu anlamayı da kapsar. Aynı zamanda sorgulamayı, düşünmeyi, hayatı anlama çabasını da içerir. Eşyayı, doğayı, insanı, yaratanı anlama çabasıdır. İnsanın temel sorularından biri  “ben kimim?” sorusudur ve bu soru O şerefli elçiyi Hira’ya götüren sorulardan biridir diyebiliriz. Yaradan Rabbinin adıyla, Rabbinin adına oku denilerek sorulara cevap veren kılavuzunun ilahi vahiy olduğu bildiriliyordu kendisine. İlk inen ayetlerde Rabbinin kerem sahibi olduğunun hatırlatılması ve kaleme atıf eğitim açısından üzerinde düşünülmesi gereken hususlardandır. Yine ilk gelen ayetlerde Rab sıfatının geçmesi konumuz açısından önemlidir. Rabbin anlamlarından birisi de terbiye edendir.

Bu kendini ve etrafını anlama çabası zikredildiğinde hemen akla geliveren meşhur söz:

رَبَّهُ عَرَفَ فَقَدْ نَفْسَهُ عَرَفَ مَنْ : Nefsini, kendini bilen, Rabbini bilir"

Bu söz hadis diye bilinse de bilinen hiçbir hadis kitabında yer almamış, bu sözü peygamberimize ulaştıran bir senede ulaşılamamıştır. İbn-i Teymiyye bu sözü kitaplarına almış âlimlerden biridir. Fakat o, bu sözü başta hadis olarak kabul etmişse de daha sonra bu kanaatini değiştirdiği görülmektedir.

Allah Resulüne ilk inzal ettiği ayetlerle önce insanın kim olduğunu öğretti. Kendini ve Allah’ı tanıyan, hayatı doğru anlamlandıran insanın davranışlarının bu temel ilkeye uygun düzenlenmesi mümkündür. Bu en önemli eğitimdir. Başka bir ifadeyle kişinin en temel eğitim meselesi imandır. Peygamberimiz insanları eğitmeye imana davet ile başladı. Davetin özü tevhid ilkesini benimseme ve şirkten uzak durma çağrısı idi. Aynı zamanda ahireti hatırlatıp salih amellere çağırdı. Bu konuda birazdan peygamberimizin sahabelerin davranışlarını değiştirirken kullandığı yöntemlerden daha somut örneklerle bahsetmeye çalışacağım. Ama eğitimin İnsanları belli amaçlara göre yetiştirme ve istenilen davranışları gösterme süreci olarak benimsenen genel tanımını dikkate alırsak sahih bir itikadı benimsetmek, şirkten uzak insanlar yetiştirmek en temel meseledir. Peygamberimiz de bunu yapmaya çalışmıştır. İnsanı insan eden doğru bir imanı benimsetmeden eğitim başarıya ulaşamaz.

Peygamberimiz risalet misyonunu üstlendikten sonra kendini şekillendiren ilahi vahye uygun olarak önce kendi yakın çevresinden tebliğine başladı. Hz Hatice, Zeyd ve Ali’nin iman etmeleri, Kureyşi davet hatırlanmalıdır. Bu bize de ışık tutacak önemli bir husus. Önce kendimiz. Kendi ailemiz, çocuklarımız bizim anlattığımız, çağırdığımız ilkelere uygun davranmalıdır. Bu konuda her zaman yüzde yüz başarının mümkün olmadığı peygamberler tarihinde ve Rasulullah Efendimizin hayatında da görülecektir. Önemli olan ilk muhataplarımızın ailemiz olması, bu konuda ihmal göstermememiz. Mum dibini ışıtmaz diyerek başkalarıyla ilgilenirken kendi ailemizi çocuklarımızı ihmal etmek Nebevi metoda uygun değildir.

Peygamberimizin eğitim için kurumsal yapılar ürettiğini söylemek abartı olmasa gerek. Mekke’de Darul Erkam, Medine’de Mescid-i Nebi ve Suffa hepimizin bildiği yapılardır. Tabiri caizse Peygamberimizin buralarda eğittiği sahabeler daha sonra eğitimci olarak başka yerlerde görev yapmışlar, Allah’ın dinini başka coğrafyalardaki insanlara ulaştırmışlardır. Bugün dernekler, vakıflar gibi yapılar bu işlevi gören ve destek olunması gereken önemli yapılardır. Hepimizin yetişmesinde önemli katkıları olan öğrenci evleri, yurtlar hepsi bu kapsamın içine girer. Burada da dikkate edilmesi gereken iki hususu hatırlatmak isterim:  Öncelikle bu kurumsal yapılar bir araç olup asla amaç değildir. Bu gözden kaçırıldığında farklı anlamlar yüklenen adeta kutsanan yapılar ortaya çıkabilmektedir.

Bir diğer husus da elbette bu yapılar kendimizin ve ailemizin eğitimine, İslami hassasiyetlerimizin korunmasına çok önemli katkıları olan bu yapılara bazı bireysel sorumluluklarımızı yükleyip kendimiz tamamen kenara çekilemeyiz. Biraz ifade ettiğimiz gibi mum dibini de ışıtmalıdır. Çocuklarımızı falanca derneğe, şu vakfa, bilmem ne yurduna gönderip siz bunu adam edin, eğitin demek asla Müslümanca bir yaklaşım değildir. Elbette bu  kurumlardan istifade edeceğiz, zaten bu kurumlar bunlar bu iş için var olmalı. Ama bizim hiç devrede olmadığımız bir eğitim modeli kabul edilemez. Hayatın bütün koşuşturmacası, günlük meşgale ve yorgunluklara rağmen çocuklarımızla birebir ilgilenmek onlarla gerektiğinde programlar yapmak bizim ebeveyn olarak temel sorumluluğumuz. Program derken çok detaylı, kapsamlı şeyler olmasına gerek yok, beraber bir makale okumak, bir ayeti, hadisi değerlendirmek, Müslümanların sıkıntıları ile ilgili gündemi konuşmak gibi kolay işler büyük sonuçlar elde etmemizi sağlar.

Şimdi bu genel girişten sonra Peygamberimizin Allah’ın dinini tebliğ ederken gerçekleştirdiği uygulamaları başka bir ifade ile eğitim ile ilgili sünnetlerinden örnekler sunmaya çalışacağım:

1-Muhatabının vasıflarını dikkate alma ve onu tanıma: Peygamberimiz muhataplarının bilgi düzeyini, içinde bulunduğu toplumun özelliklerini, sosyal yaşantısını, ihtiyaçlarını,  önceliklerini dikkate alırdı.  Mescide ihtiyaç gideren adama tavrı buna örnektir. Peygamberimiz kendisine sorulan aynı içerikli sorulara farklı cevaplar verdiğine dair bilgilerimiz var. Bu bir çelişki değil, muhatabın ihtiyacını dikkate almaktır. Örnek en faziletli amel hangisidir? Allah’ı razı etmek için ne yapmalıyım sorularına verdiği cevaplar. Bir hadisi şerifte  “İnsanlarla, akıllarının ereceği (anlayacağı) ölçüde konuşun.” buyurması da bu ilkenin tezahürüdür. Öncelikleri doğru belirlemek, ihtiyacını, seviyesini dikkate alarak ilgilenmek önemlidir. Et çok besleyicidir ama 5-6 aylık bebeğe et yediremeyiz. (Günümüzde bilgisi yetersiz kişilere cihad kavramını anlatarak işe başlanması ya da çocuğun soyut düşünme evresine girmeden şeytandan, melekten, cinden detaylı bilgi verilmesi olumsuz örneklerdendir.)

 2- Kolaylaştırma: Kuranın tedriciliği; imani meselelerden ibadetlere ait hükümlere ictimai ve iktisadi konulara uzanan bir sıra takibi hepimizin malumudur. Birçok ayette de Allah’ın bizim için kolaylık dilediği açıkça belirtilir. Hastaların ve seferdekilerin orucunu bahsedildiği Bakara 185.ayette (yüridullahu bikul yüsra….)  Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez ibaresi yer alır. Yine Bakara 286   (La yükellifullahu…..) “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” Nisa 28 “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” Hacc 78 “Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” Sünnet zaten Kuranın hayata aktarılması olduğuna göre Peygamberimiz de bu esaslara tebliğinde uygulamış ve eğitim metodunda yer vermiştir. Peygamberimiz bir konuda iki seçenek arasında kaldığında, toplumu için kolay olanı seçerdi. Bir keresinde namaz kıldırmaktaydı. Arka saflardan bir çocuğun ağlaması duyuldu. Bunun üzerine namazı kısa tuttu. Yine bir gün bazı insanlar gelerek imamlarının namazı çok uzun kıldırdığından şikayet ettiler. Peygamberimiz imama: Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin” dedi.

Necidli bir adam ile peygamberimiz arasında geçen konuşma eğitmenin tutumu konusunda bize ışık tutmaktadır: Kütüb-i Sittenin tamamında yer alan rivayetlere göre saçları darmadağınık (fakir görünüşlü) bu adam peygamberimize bir Müslümanın yerine getirmesi gerekenlerin neler olduğunu sormuş.

 Resulullah (SAV), onun sorusuna cevâben;- Bir gün bir gecede beş vakit namaz kılmaktır,  buyurdu. Adam;- Üzerimde bu namazdan başkası var mı? dedi. Hayır, tatavvuan/nafile olmak üzere kendiliğinden kılarsan kılarsın buyurdu.

Sonra da;- Bir de ramazan orucunu tutmaktır, buyurdu. Adam;- Üzerimde bu oruçtan başkası var mı? dedi.- Hayır, tatavvuan /nafile olarak kendiliğinden tutarsan tutarsın, buyurdu.

Resulullah (SAV) zekâtı da ona söyledi. O da yine;- Üzerimde bu zekattan başkası var mı? diye sordu.- Hayır, tatavvuan /nafile olarak kendiliğinden verirsen verirsin, buyurdu.

Bunun üzerine Necidli kalkıp giderken;- Vallahi, bunlardan ne fazla ne eksik bir şey yapmam!” dedi. (Onun bu sözlerini duyunca ) Peygamberimiz: - Eğer doğru söylüyorsa/dediğini yaparsa, kurtuldu demektir! Buyurdu .( Buhârî, İman 34, Savm 1, Müslim, İman 8-9; Nesâî, Salât 4, Sıyâm 1, İman 23; Ebû Davud, Salât 1)

Prof. İsmail Lütfi Çakan Hoca bu hadisle ilgili şu yorumu yapıyor: Buradan hareketle, haramlardan kaçınmayı da içeren “farzlara özen göstermek” ilkesine uyarak cennete girilebileceği müjdesini, günümüzün değerler ve davranışlar karmaşası içinde kıvranan insanlarına, dünya ve âhiretin mutluluğu açısından büyük bir imkan, iyi bir başlangıç noktası olarak telkin ve tavsiye etmek isabetli olacaktır. Böylesi bir telkin, büyük bir ihtimalle “dindarlık çağrısı”, dini yaşama teşviki olarak olumlu etkiler doğuracaktır. Zira farzları gereği gibi yerine getirmeyi başaran kişinin, nâfilelere ilgi duyup yönelmesi pek tabiîdir. O halde çağın tebliğ ve irşad hizmetleri -rahmetli Mahir İz hocamızın ısrarla üzerinde durduğu gibi- farzları önceleyen bir çizgiyi dikkate alırsa, gerçekten doğru ve güncel bir tebliğ yöntemi izlenmiş olur. (Altınoluk Dergisi 2006 - Agustos, Sayı: 246)

Hadisi Şerif’in fıkıh ile ilgili değerlendirmesi konumuzun dışında olduğu için o alana girmeden eğitim ile ilgili değerlendirmiş olduk.

Kolaylaştırmak hafife almak, taviz vermek anlamına asla gelmez. Peygamberimizin kızı Fatıma’ya namaz konusundaki hatırlatmaları, sabır telkini vb. hususlar bunun en güzel örneğidir. Ergen olup sorumluluk çağına giren evladımıza kıyamayıp sabah namazını sonra kılar diye uyandırmamak, sıcak yaz günlerinde oruca dayanamaz diye bazı günler oruç tutturmamak elbette kolaylaştırmak değildir.

3-İyi Muamele.:  Al-i İmran 159: “Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”  Surenin bu bölümünde Uhud savaşını anlatan ayetler yer almaktadır. Bu ayette savaşta kendi emrini dinlemeyenlere karşı tutumu belirtilir. Amcasını şehit edilmesine varan bir hata karşısındaki tutum bile bu…. Kaba ve katı kalpli bir kimse –başka bazı erdemlere sahip olsa da– muhataplarında nefret uyandırır.Ayette istişareden bahsedilmesi de üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir konu. O bir peygamber ama Rabbi ona istişare et diyor. İstişare, onları dikkate alma, değer verme eğittiğimiz kitle ile kurduğumuz bağ açısından önemli bir unsurlar.

Ancak bu ayette muhataplar peygamberimizin sahabesi, eğittiği insanlardır. İslam düşmanları, islam davasına açıkça düşmanlık edenler bu ayetin direk muhatabı değildir. Fetih 29 “Muhammed, Allah'ın Resülüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.” Kuranın diğer ayetleri ele bütün olarak ele alındığında Müminlere inançları yüzünden baskı yapmayan, onları yurt ve yuvalarından çıkarmayanlara, İslâm’ın genel amaçları ve yüksek ahlâk ilkeleri çerçevesinde davranılacağı anlaşılmaktadır.

Kalem 9 “O halde yalanlayanlara boyun eğme. İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.”

Yani iyi muamele hoşgörü vb. kavramlarla sulandırılarak İslam dışı unsurlara onay verme, bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevirme gibi sonuçları doğurmamalıdır.

4- Kaba, çirkin sözler ve bedduadan kaçınma: Peygamberimizin Enes b. Malik ile ilişkisi: Enes b. Malik Diyor ki : Allah Rasulü’ne 9–10 yıl hizmet ettim. Bir kere bana “Öf!” demedi. Yaptığım bir iş hakkında hiçbir zaman “Niçin böyle yaptın?”, yapmadığım iş hakkında ise “Şöyle yapsaydın ya!” ya da “Beceremedin, ne kötü yaptın!” dediğini duymadım. Özellikle anneleri gözü kör olası vb. Anadolu’da yaygın ifadelerden kaçınması eğitim açısından önemlidir. Tabii ki yanlışları görmezden geldiği onayladığı bu durum söz konusu olamaz. Eğer Peygamberimiz bir yanlışı görmezden gelmişse bile yani davranışın ardından hemen uyarmamışsa asla onayladığı anlamına gelmez. Bunu da daha sonra farklı biçimlerde hatırlatarak yine bir eğitim metodu olarak kullanmıştır.

5-Soru Sorma Ve Sorulan Sorulara Cevap Verme: Sorular eğitimin önemli bir unsurudur. Kuranda da sorular yer alır. Örneğin gördün mü?, görmedin mi? Nereye gidiyorsunuz? Hala akletmeyecek misiniz? Der ayetlerde.  Bu soruların kimi zaman birer cevap, kimi zaman birer hatırlatma ve dikkat çekmedir. 

Peygamberimizin çeşitli zamanlarda muhataplarına sorular yönelttiğini biliyoruz. 2002 yılında matbu hale gelmiş olan Betül BOZALİ’nin “Hz. Muhammed’in Soruları” başlıklı yüksek lisans tezi bu konuda önemli bir kaynaktır. 

Sevgili Peygamberimiz (sas) pek tabii olarak sorularının çoğunu Ashâb-ı Kirâm’a yöneltiyor. Gayr-i Müslimlere sorduğu sorular da bulunmakta. Ashâb-ı Kirâm’a yönelttiği soruları genel olarak eğitme, herhangi bir yanlışı düzeltme ve bilgi edinme amacı taşıyan sorular olarak gruplandırmamız mümkün. Sevgili Peygamberimiz herhangi bir konuda bilgi edinme amacı taşıyan sorularını zaman zaman bir eğitimci, bir devlet başkanı, bir aile reisi olarak soruyor. Bu sorular çeşitli başlıklar altında ele alınıp gruplandırılabilir. Ama biz sahabeleri eğitmek için soruları nasıl kullandığına kısaca değinelim. Modern eğitimciler “hazır olma” durumu diye ifade ettikleri bilgiyi almaya hazır ve istekli olmanın önemine dikkat çekerler.

Sevgili Peygamberimiz (sas) eğitilmeye hazır zihinler oluşturmak için zaman zaman uygun sorular yönlendiriyor ashâbına. Bir gün bineğinin terkisinde oturmakta olan Muaz bin Cebel’e vereceği önemli bilgi öncesinde ona şu soruyu yöneltiyor: “Muaz, Allah’ın kulları ve kulların da Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” Muaz “Bunu en iyi Allah ve Resûlü bilir” diyor. Artık öğrenmeye hazır hale gelen Muaz’a, Peygamberimiz (sas) konuyu şöyle açıklıyor: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakları ise kendisine hiçbir şeyi eş tutmayan kişiye azap etmemesidir.” (Buhârî, Cihad, 46; Müslim, İman, 48-51.)

Doğru ve güzel olanı öğretmek gibi, yanlış ve kötü olan şeyleri düzeltmek de genel olarak tebliğ kavramının içine girer. Nitekim âyet-i kerîmelerde Hz. Peygamber’in iyiliği emredip kötülükten men ettiği[7] aynı zamanda bunun mü’minlere ait bir özellik olduğu da vurgulanıyor.[8] Tabii ki yanlışı düzeltme konusunda nezaketi elden bırakmayan ve insanları kırmama noktasında azamî gayret gösteren Sevgili Peygamberimiz (sas) bu amaçla da etkili sorularını kullanıyor. Üsâme bin Zeyd’in, bir seriyye dönüşünde yaşadıkları pek çoğumuzun malûmudur. Hz. Üsâme (ra) karşılarına çıkan ve kılıçların kendisine doğrultulduğunu görünce kelime-i tevhid getiren kişiyi mızrağı ile öldürüyor. Üsâme bin Zeyd seriyye dönüşünde soluğu, çok özlediği Efendimiz’in yanında alıyor. İşte bu olay üzerine Sevgili Peygamberimizin gösterdiği tavır, konumuzun en etkili örneklerinden biridir. Hz. Peygamber düşünceli ve belki de biraz kızgın soruyor: “Sen o adamı lâ ilâhe illallah dedikten sonra mı öldürdün?” Üsâme üst üste gelen bu sorularla yaptığı yanlışı öyle bir idrak ediyor ki o günden önce değil, ancak o gün müslüman olmuş olmayı temenni ediyor.[ Buhârî, Meğâzî, 45; Müslim, İman, 158, 159.] Niyetler kalptedir ve insanların gerçek niyetlerini ancak Allah bilir. Nitekim Peygamber Efendimiz tekrar tekrar “Onun kalbini mi yardın (da kelime-i tevhidi kılıçlarınızın korkusuyla söylediğinden bu kadar eminsin)? buyurarak bu noktaya işaret etmiş olmalıdır.

Kendi sorunlarını çözebilecek seviye ve kalitede insanlar yetiştirmeyi hedefleyen Peygamber Efendimizin, dikkatleri daima konunun temel noktasına çekmekte olduğu görülüyor.[ Konuyla ilgili örnekler için bkz. Buhârî, Hibe 12, 13; Müslim, Hibat, 9-19; Buhârî, İstiâbe, 9; Müslim, İman, 54; Buhârî, Cihad, 46; Müslim, Hacc, 58.] Böylece karşılaştığı her durumda ayrıntılı bir şekilde düşünebilen, konu veya olayın değişik yönlerini farkedebilen ve kapsamlı bir değerlendirme ile en doğru sonuca ulaşabilen bir ümmet, Muhammed ümmeti, Ashâb-ı Kirâm kimliği altında fert ve toplum bazında  yetişiyor. Sahabelerin Peygamberimizin bazı düşüncelerine karşı bu sizin görüşünüz mü vahiy mi diye sormaları bu anlayışın bu eğitimin ürünüdür.

Buna paralel olarak Sevgili Peygamberimiz (sas), kendisine soru soran bir sahâbîye cevap verme hususunda son derece titiz davranıyor. Soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi." Sorunun zamanlaması uygun değilse bile daha sonra “Az önce soru soran kişi nerede?” diyerek ilgili şahsı arıyor ve sorusunu cevaplandırıyor. [Buhârî, Zekât, 47; Müslim, Zekât, 121, 123. Buhârî, İlim, 2. ] 

Buradan 2 temel sonuca gidebiliriz:

Eğitimle ilgilendiğimiz, bir şeyler anlatmaya çalıştığımız kimselerin sorularına yılmadan bıkmadan, soruları eleştirmeden ama yeri geldiğinde düzelterek mutlaka cevaplamalı, bilmediğimiz konuları ise mutlaka öğrenerek daha sonra cevaplamalıyız. (Kehf Suresi 23-24 ayetlerine dikkat)

Eğittiğimiz kitleyi soru sormaya, öğrenmeye, sorgulamaya öğrenmeye teşvik etmeliyiz.

İlmi geleneğimizde güzel sorunun ilmin yarısı olduğu ifade edilir. Ama maalesef özellikle din eğitiminde çok soran yerine çok dinleyenin ve itiraz etmeyenin muteber sayıldığı anlayış daha egemen hale gelmiştir.

 Vernon adında bir fizyoloji profesörü Nobel ödülü almış. Öğrencilerinden biri, ödülden sonra ki ilk derste, hocaya şu soruyu sormuş: Fizyoloji alanında bu ülkede üç binin üzerinde bilim adamı var. Bu kadar bilim adamının arasında bu ödüle niçin siz layık görüldünüz? Sizi diğer bilim adamlarından ayıran özellik ne? Profesör yüzünde bir gülümsemeyle şu cevabı vermiş: Hepsini anneme borçluyum. Diğer çocukların anneleri, onlar okuldan dönünce, Söyle bakalım, öğretmenin sorularına iyi cevap verebildin mi? derken, annem,'Vernon bugün öğretmene iyi bir soru sordun mu? diye araştırırdı. Ben niçin nobel ödülü aldım? Beni diğerlerinden ayıran özellik ne? Bunu soruyorsunuz, değil mi? Beni diğerlerinden ayıran özellik, benim diğerlerinin sormadığı soruları sormam ve sormaya devam etmemdir.

6-Hataları Düzeltirken Bireysel Eleştiriler Yapmaktan Ve Rencide Temekten Kaçınma: Sevgili Peygamberimiz (sav) kimseyi küçümsemez, insanların hatalarını yüzlerine vurmazdı. Onları toplum içinde rencide etmezdi. Peygamberimiz, yanlışları ortaya koyarken, yanlış yapanı değil de, yapılan hatayı ön plana çıkarırdı. “İnsanlara ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar? Bazıları neden böyle yapıyor?” gibi genel ifadelerle o hatayı dile getirir, hoşnutsuzluğunu belirtir ve muhatabı uyarmaya çalışırdı. Yani genelleme yaparak hem o insanı üstü kapalı kırmadan uyarmış olurdu hem de aynı yanlışı başkalarının da yapmasını engellemiş olurdu.

Eleştirilerde doz kaçar, muhatabımız yanlışını düzelttiğimizden çok kendisini küçük gördüğümüz zehabına kapılırsa inatlaşma, hatada ısrar gibi davranışlar geliştirebilir.

Peygamberimizin Enes b. Malik ile ilişkisi: Allah Rasulü’ne 9–10 yıl hizmet ettim. Bir kere bana “Öf!” demedi. Yaptığım bir iş hakkında hiçbir zaman “Niçin böyle yaptın?”, yapmadığım iş hakkında ise “Şöyle yapsaydın ya!” ya da “Beceremedin, ne kötü yaptın!” dediğini duymadım.

7-Alternatif Gösterme:  Peygamberimizin henüz çocuk olan Rafi’ b. Amr (r.a.) ile aralarında geçen olay dikkate değer bir eğitim metodunu sunar. Bir gün Medine’de ensardan birinin bahçesindeki hurma ağaçlarını taşlamış, daha sonra bahçe sahibi Râfi’ b. Amr’ı (r.a.) Resulullah’ın huzuruna getirmişti. Adeta Efendimizin onu cezalandırmasını ister gibiydi. Allah Resulü (s.a.s.); “Yavrum! hurmayı neden taşladın?” diye sordu. Çocuk da, “Karnım açtı, yemek için taşladım” cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.); “Bir daha hurmaları taşlama, dibine dökülenlerden ye” buyurdular. Sonra çocuğun başını okşadı ve ona şöyle dua etti; “Allah’ım! Onun karnını doyur.” (Tirmizi, Büyu’, 54; İbn Mace, Ticaret, 67)  Bu olayda dinleme, anlama, ikna gibi bir çok eğitim unsuru var ama en dikkat çekicisi taşlama, yeme diyerek yasak koyma tavrı yerine dibine dökülenleri ye deyip alternatifi göstermesi önemlidir.

Özellikle çocukların eğitiminde yapılan yanlışlardan birisi de sürekli yasaklar koymaktır. Çocuğun hareket alanını daraltmaktır. Elbette ki, bir takım yanlışları karşısında çocuk uyarılmalı, yanlış yaptığı izah edilmelidir. Çocuğun yanlışları karşısında sessiz kalmak doğru değildir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken şey, yasaklara karşı alternatifler getirmek olmalıdır. Mesela; “duvarları çizme ama şu kağıda istediğini çizebilirsin”, “Salonda koşma, fakat koridorda koşabilirsin”, “bu filmi seyretme ama şu filmi seyredebilirsin” tarzında alternatifler sunulmalıdır.

Rafi’ b. Amr (r.a.) hadisesinde Kâinatın Efendisi (s.a.s.) çocuğu dinledikten sonra, onun yaptığının bir hata olduğunu ve bunu yapmaması gerektiğini söylüyor, fakat hemen alternatifini de ortaya koyuyor: “Hurmaları taşlama ama, altına düşenleri yiyebilirsin.” Karnı aç olan bir çocuğa hurmaları taşlamamasını, bu hurmalara dokunmamasını söyleseniz acaba ne kadar etkili olur.

Günümüzde çocukların etrafını kuşatmış olan tehlikeler ve zararlı alışkanlıklar karşısında sadece “yapma” demek çözüm olmayacaktır. Onlara alternatif olabilecek şeyler ortaya koymalıdır. “Sinemaya gitme, televizyon seyretme” demek yerine onların seyredebilecekleri alternatif filmler, belgeseller bulmalı, CD’ler hazırlamalıdır. Çocuklara “şuraya buraya gitme” demek yerine, onların gidebilecekleri ortamlar hazırlamalı, arzu edilen arkadaş çevresini meydana getirmelidir. Çocuklarımızı aile içinde eğitmenin yanında, toplum içinde muhafaza etmenin de yollarını aramalıyız.

Peygamberimizin bu olayda çocuğun başını okşaması da eğitim metodu açısından düşünülmeye değerdir. Çocuk böyle bir dokunuşla sevildiğini anlar, dokunan insanın kendine olan yakınlığını hisseder. Aynı zamanda kendini güvende hisseder, dokunan insan tarafından korunduğunu fark eder ve yalnız olmadığını anlar.

8-Sorumluluk Yükleme, Değer Verme:   Peygamberimiz eğittiği sahabeye değer verir, onlara güvenir, onlara sorumluluk yüklerdi.Onlara öz güven duygusu vermişti.Musab b. Umeyr bunun en güzel örneklerinden biridir. 18-20 yaşlarında Müslüman olan Musabı 25-26 yaşlarında Medine’ye öğretmen olarak gönderirken İslamı anlatamayacağı, bu işi başaramayacağı gibi bir kaygı taşımamıştır.

Üsâme b. Zeyd bunun en muhteşem örneklerindendir.  Hz. Peygamber vefatına yakın bir zamanda Şam topraklarına gönderilmek üzere büyük bir ordu hazırlanmıştı. Ebû Bekir (ra), Ömer (ra),Ebu Ubeyde (ra), Sa’d b. Ebî Vakkas (ra) ve Saîd b. Zeyd (ra) gibi ashap önderlerinin de hazır bulunduğu ordunun komutanlığına Üsâme b. Zeyd tayin edildi. Bu esnada Üsâme (ra) 18 veya 20 yaşındaydı. Müslümanlardan bir kısmı “Peygamber, ilk muhacirlere bir çocuğu komutan tayin etti!” diyerek onun hakkında konuşmaya, komutanlığa yeterli olmadığı konusunda tenkitler dile getirmeye başladılar. O kadar ki, bu sözlerin tesiri altında kalan annesi Ümmü Eymen, Allah Rasûlü (sav)’ne gelerek Üsâme’nin biraz daha tecrübe kazandıktan sonra bu tür görevleri üstlenmesinin daha iyi olacağını bildirmiştir. Ancak Hz. Peygamber askerleri toplayarak onlara şu şekilde hitap etti: “Üsâme hakkındaki sözleriniz bana ulaştı. Siz onun komutanlığını tenkit ediyorsunuz. Gerçekte siz daha önce Mute savaşında babası Zeyd’in komutan olarak tercih edilmesinden de rahatsız olmuştunuz. Şunu biliniz ki, Üsâme komutanlığa lâyık bir kişidir. Aynen babasının daha önce komutanlığa lâyık olduğu gibi.” Allah Rasûlü (sav)’nün kesin talimatı üzere Üsâme (ra) sefere çıkmak için ordusunu hazırlamaya başladı. Ancak askerler hareket etmek üzere iken Hz. Peygamber’in vefat ettiği haberi geldi. Bunun üzerine Üsâme (ra) ordusuyla birlikte Medine’ye geri döndü. Rasûlullah (sav)’ın teçhiz ve tekfininde Hz. Ali (ra)’ye yardımcı oldu. Hz. Peygamber’in cesedini kabrine indirenler arasında yer aldı.

Henüz 15- 16 yaşlarında olan Zeyd bin Sabiti(r.a.) Peygamberimiz(a.s.) Yahudilerin konuştuğu İbranice ve Hıristiyanların konuştuğu Süryanice'yi öğrenmesini emretmiş ve o da çok kısa bir sürede öğrenmiştir. Zeyd genç yaşına rağmen hem Hz. Peygamber'in vefatına kadar onun vahiy kâtipliğini yapmış hem de onun tercümanlığını yapmıştır.

Peygamberimiz, 26 yaşında olan Muaz bin Cebel'i o gün sorunlu bir bölge olan Yemen'e vali olarak göndermiş ve Muaz(r.a.) bu görevi başarıyla yerine getirmiştir.

Eğittiğimiz insanların temel ihtiyaçlarını dahi bizim karşılamamız, aşıra korumacı ve sorumluluklarını üstlenici bir himaye onların kendi ayakları üzerinde duramaz hale getirir.

9-Tekrar Etmek, Yılmamak, Sabırlı Olma:  Tekrarlar bir konunun pekiştirilmesi için Kuranda da yer alan bir metottur. Aynı lafızlarla aynı ayetin tekrar edildiği sureler vardır. Rahman Suresi gibi. Peygamberimizin de bu metodu kullandığını biliyoruz. Konuşması içinde tekrarlara başvurmuştur. Veda hutbesindeki 3 kez şahit ol Ya Rab demesi, üzerinde en çok hakkı olan kişiyi soran sahabeye 3 kez annen cevabını vermesi gibi. Peygamberimizin tebliğ etmek için aynı kişilere yeniden yeniden gittiği ve anlattığı da vakidir. Eğitimci bir düşünceyi hemen kabul ettireceği, bir davranışı hemen kazandıracağı zehabına kapılmadan yılmadan bıkmadan çalışmalıdır. Ama aynı zamanda da yıldırmamalıdır.

10-Uygulayarak Ve Yaşayarak Göstermek, Davet Ettiği İlkelere Aykırı Davranmama: Peygamberimizi ahlakı malum olduğu gibi Kuran ahlakı idi. O çağırdığı Kuranın ahlaki ilkelerini de diğer esaslar gibi aynen tatbik etmiştir. İbadetleri de uygulayarak gösterdiğini biliyoruz. Örneğin İbn Mâce, Taharet bölümünde yer alan bir rivayete göre abdestin nasıl alınacağını soran bir kimseye, bizzat abdest alarak göstermiştir.  Hatta bazı rivayetler, bunu üç defa yaptığını nakleder. Peygamberimizin davet ettiği ilkeler aykırı davranması elbette düşünülemez. O aynı zamanda bunu öğütlemiştir de. Saff süresi 2.Ayeti O’nun ve onun yetiştirdiklerinin eğitimci kimliğinin oluşmasında etkili olan bir ayettir: “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” Niçin yapmadığınız şeyleri başkalarına söylüyorsunuz?” demek, “Madem yapmıyorsunuz, o halde söylemeyin” demek değildir. “Madem söylüyorsunuz o halde söylediklerinizi evvela siz yapın” demektir.Sigara içme deyip kendi  içen baba,  bakkaldan sigara aldıran öğretmen asla iyi bir eğitimci rol model olamazlar.  Özellikle küçüklerin işittiklerinden çok gördüklerini yaptıklarını unutmamalıyız.

11-Dert Edinmek, Çözüm Yolu Arama: Kehf Suresi 6. Ayette Allah Rasulüne “Bu söze inanmazlarsa arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap mı edeceksin.” Yani bu mesaja, Kurana inansınlar diye kendini mi paralayacaksın? diye sorar. İmanın eğitimin temel meselesi olduğuna vurgu yapmıştık. Peygamberimiz imana davet ettiği kişilerin inanmasını istiyor, bunu dert ediniyor. Hatta bu ayet iman etmeyenler yüzünden kendini helak edeceksin, bu kadar üzülme diye onu teselli eden bir ayet. Bana necilik, neme lazımcılık, ne halleri varsa görsünler yaklaşımı peygamberimizin bu tavrı ile çelişir.

12-Örnekler Vererek Anlatma :  Örneklemek , en iyi eğitim metotlarından biridir. Mesela namazın önemini güzel bir örnekle anlatmıştır:  "Ne dersiniz, birinizin kapısı önünde bir akarsu olsa sahibi orada günde beş defa yıkansa kirinden bir şey bırakır mı?" Orada bulunanlar: “Hayır, kir diye bir şey bırakmaz.” dediler. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):"Beş vakit namaz da işte böyledir. Onlarla Allah Teâlâ günahları siler, buyurdu."(6)

13-Olumlu Davranışları Ödüllendirme ve Takdir Etme: “Beğenilmek ve takdir edilmek” insanların çok önemsediği bir davranıştır. Bu duygu, çocuklarda daha önemlidir. Çocuklar, büyükler tarafından beğenildiklerinde memnun olurlar. Neyi doğru, neyi yanlış yaptıklarını büyüklerin beğenisine bakarak tayin ederler. İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Nebi (s.a.v.) tuvalete gitti. Ben de abdest alması için bir kaba su hazırladım. Daha sonra Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) su dolu kabı görünce kimin hazırlayıp koyduğunu sordu. Benim hazırladığımı öğrenince: 'Allah'ım, onun dindeki anlayışını artır.' diyerek bana dua etti.”

Bu konuda ifrat ve tefrit kaçırma diğer tüm konularda olduğu gibi önemlidir. Her davranış karşısında iltifat, ödül bunlar olmadığı zaman o davranışın terki gibi bir sonuç doğurur. Ancak güzellikleri görmezlikten gelen ebeveyn tutumu çocukta boş verme eğilimi oluşturur.

14-Yalan Vaatlerde Bulunmama: Aldatılmak ve kandırılmak hiç kimsenin hoşuna gitmez. Peygamberimiz (s.a.v.), “Aldatan bizden değildir.” buyurur. Peygamberimiz (s.a.v.), çocukların aldatılmasını istemez, onlara doğruyu söylerdi. Medine'de bir caddede yürürken bir kadının çocuğunu çağırdığını, fakat çocuğun annesini dinlemediğini gördü. Kadın, çocuğun eve gelmesini temin etmek için, “Eğer gelirsen sana şunları alacağım, bunları alacağım.” diyordu. Peygamberimiz (s.a.v.), kadına yaklaştı: “Gerçekten çocuğa vaat ettiklerini alabilecek misin?” Hayır, alamam." dedi kadıncağız. Efendimiz (s.a.v.), kadını uyardı: “Bilesin ki bu, yalan olarak yazılır.”

15- Dua Etme: Eğitimci muhataplarının Müslümanca bir bilgilenme ve bilinçlenme sahip olması, Müslümanca yaşaması için emeğini ortaya koyup yani fiili duayı bitirip kavli duaya geçer.  Peygamberimizin daha önce bahsettiğimiz Rafi’ b. Amr (r.a.) ile aralarında geçen olayın sonunda dua ettiğini gördük. Yine torunları Hasan ile Hüseyin (ra)'i öpüp onlara duâ ettiğini (Tirmizi, Menakib 31) bir defasında da Üsame b. Zeyd ile torunu Hasan'ı dizlerine oturtup onları bağrına basarak; "Ey Rabbim! Bunlara merhamet et. (Buhârî, Edeb 22) dediğini rivayetlerden öğrenmekteyiz. Eğitimci söz ve cabalarının neticeye ulaşmasını Allah’tan beklemelidir. Musa (as)’ın şu duası bu anlamda yol göstericidir. "Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar." (Taha Suresi 25-28)

 Ayrıca Hz. Peygamber (sav)’in sahabelere ve çocuklara dua yapmayı öğrettiğini de rivayetlerden öğreniyoruz. Bu şekildeki dualara örnek olarak Hz. Peygamber (sav)’in, Kays b. Sa'd b. Ubade isimli çocuğa öğrettiği şu duayı zikredebiliriz "-Sana Cennet kapılarından birini öğreteyim mi?” dedikten sonra,  Ona La Havle Vela Kuvvete İlla Billah “Allah'tan başka güç ve kudret sahibi yoktur” cümlesini öğretti.

Biz de sözlerimizi Rabbimizin ilahi mesajında öğrettiği dua ile noktalayalım: 

"Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni  rahmetinle salih kullarının arasına kat!" (Neml Suresi 19.Ayet)

"Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle"    (Furkan Suresi 74.Ayet)

Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla." (İbrahim Suresi 40-41 .Ayet)

 Seminer programı sorulan soruların cevaplanmasıyla sona erdi.

unnamed-005.jpg

HABERE YORUM KAT