1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Bedriye Yılmaz’la Örtünmenin Anlamları Üzerine...
Bedriye Yılmaz’la Örtünmenin Anlamları Üzerine...

Bedriye Yılmaz’la Örtünmenin Anlamları Üzerine...

Bu yüzyılda, sorgulama, yasaklama ve savunma tutumları içerisinde başörtüsü, doğal tarihî sürecinde edindiğinden çok daha fazla anlamı (simgeselliği) oldukça hızlı bir şekilde edinmiştir. Bu konu çerçevesinde Bedriye Yılmaz’la Örtünmenin Anlamları kitabın

24 Mayıs 2009 Pazar 22:28A+A-

Binlerce yıldır çeşitli coğrafyalarda varlığını çeşitli şekillerde sürdüren baş örtme geleneği, son yüz yılda belirgin bir sorgulama nesnesi ve sorun olarak karşımızda durmaktadır. Meşrutiyet döneminde peçe, Cumhuriyetin ilk döneminde çarşaf, Cumhuriyetin ikinci döneminde ise değişen isimleriyle başörtüsü ve örtünen Müslüman kadınlar kendilerini farklı sorgulamaların odağında birer "nesne" olarak algılanmışlardır. Bu yüzyılda, sorgulama, yasaklama ve savunma tutumları içerisinde başörtüsü, doğal tarihî sürecinde edindiğinden çok daha fazla anlamı (simgeselliği) oldukça hızlı bir şekilde edinmiştir. Bu konu çerçevesinde Bedriye Yılmaz'la Örtünmenin Anlamları kitabını konuştuk.

Önce kitabınızın oluşumundan başlayalım. Lisansüstü eğitimde tez konusu olarak örtünme konusunu seçme nedeniniz nedir?

Tez çalışması olarak seçtiğim konu son yarım asrın en çok tartışılanlar listesinin üstlerinde yer alıyor ve bu tartışmalar genelde sağlam bir zeminde yapılmadığı gibi bir metodoloji de takip etmiyor, ayrıca ehil kimseler tarafından yapılmıyor. Tabiri caizse sazın her telinden farklı bir ses çıkıyor –bu normal olsa da- fakat bu sazın akordu bozuk ve saz çalma konusunda hiçbir ehliyeti olmayanlar, hatta sazdan hoşlanmayanlar dahi o sazın tellerine dokunuyor. Kendini seküler-laik kimlikle tanımlayan başörtüsü karşıtlarından başörtüsünün esasen Kur'an'da olmadığına dair konuşma ve yazılara şahit olduk, üstelik bunlar dini literatüre hâkimmiş edasıyla ayet ve hadisler zikredilerek yapılıyordu. İşte tüm bu tartışmalar bizi konuyla ilgili Kur'an ayetlerinin Tefsir ilmine göre nasıl ele alındığını ortaya koyma çabasına götürdü. Ayrıca bu akortsuz durumun ortaya çıkışını anlayabilmek için durumu ortaya çıkartan süreç ve yorumlar ele alınmalıydı.

Modern yorumcudan muradınız nedir? Bunun farklı görünümleri örtünme bağlamında hangi yaklaşımları ortaya koymaktadırlar?

Genel olarak son yüzyılda (modern dönem) yaşayan ve yorumlarını bu döneme ait söylemler üzerine kuran yorumcuyu kastediyorum. Tefsir metodolojisi açısından Kur'an ayetleri nazil oldukları, başka bir deyişle içine indikleri tarihsel-dilsel bağlamı ile ele alınır. Bu bağlamı dikkate almadan, sırf ayetin metni üzerinden yapılan yorumlar tefsir değil te'vil olarak kabul edilir. Buna göre ayetleri metinsel olarak ele alan modern yorumcunun yaptığı işe tefsir denilemez. Bu tür metinsel yorumlamalarda bir ayetten, içine indiği dönemden farklı olduğu gibi, birbirinden farklı, hatta birbirine zıt anlamlar üretilebilmektedir. Örneğin Nur:31. ayette başörtüsüne dair bir atfın bulunmadığından söz eden yorumculardan, bu ayette kadının yüzüyle birlikte tüm vücudunun örtülmesinin farziyetini bulanlara kadar geniş bir yelpazeyi gördük. Bu yorumlar kadının sosyal yaşamı, görevleri gibi alanlara da taşınarak birçok farklı yorum söz konusu ayetler üzerinden üretilegeldi.

 Örtünmeyi temellendirirken arkeolojik buluntulara/kalıtlara da değiniyorsunuz. Bu çerçevede Muazzez İlmiye Çığ'ın yaklaşımlarını da kısmen kritize ediyorsunuz. Bu güne değin Muazzez İlmiye Çığ'ın yaklaşımlarını bütüncül olarak değerlendiren bir çalışmanın yapılmamış olması bir eksiklik gibi… Ne dersiniz?

Bu yazarın yazdıklarının bilimsel herhangi bir tutarlılığı olmadığı için bu tür bir değerlendirme çalışmasının yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğunu düşünmüyorum. Bu konuda bir yazı yazılıp özellikle ciddiye alanlara ulaşması sağlanırsa iyi olabilir tabii.

Peki Kur'an ve arkeoloji noktasında çalışmalar var mı?

Bilmiyorum, bu konuda bir araştırmam olmadı. Ancak örtünmeyle ilgili yapılan bazı araştırmalarda milattan önce birkaç bin yıl öncesiyle tarihlenen örtülü kadın heykellerinin resimlerini gördüm. Bunların kaynakları söz konusu araştırmalarda mevcut. Bunların bir kısmına bulundukları müzelerde de şahit oldum. Yazılı metinler gibi bu eserler de uzun bir tarih sürecindeki örtünmenin varlığını gösteriyor.

Tekrar örtünme konusuna dönecek olursak Aydınlanma dönemine değin hürlükle ilgili bir görünüm olan örtünmenin Aydınlanma sonrasında hür olmama durumu ile ilişkilendirilmesi süreci nasıl oluşmuştur?

Batı dünyasında Aydınlanma süreci dinin sorgulanmasıyla birlikte başlamıştı. İncil'de kadının örtünmesi Pavlus'un Korintlilere yazdığı 1. mektup içinde geçer. Bu metne göre başörtüsü hiçbir ilahi dinin metninde görülmeyen bir sebebe; kadının yaratılışına bağlanmıştır. Buna göre kadın erkek için vardır ve başörtüsü de bunun içindir. Başka bir deyişle yaygın Hıristiyan anlayışına göre başörtüsü kadının erkeğe boyun eğişini sembolize eder. Kutsal metindeki bu ifadeler ve aydınlanmacı yaklaşımın tepkisel tutumuyla birlikte Batılı zihinde başörtüsü uygulaması kadının köleliğini ve toplum dışına itilişini ifade ediyor. Batı'nın aksine Doğu'da başörtüsü kadının saygınlığının ifadesiydi. Batı keşfetme ve sahip olma tutkusuyla doğuya seferler düzenlemeye başladı. Önüne çıkan her kapalı şeyi kendisi için açmak, bir anlamda tanımak ve almak isteyen batı, doğulu kadını adeta doğunun kendisiyle özdeşleştirip, onun örtüsünü çıkartmayı bir hedef edindi. Batının bu girişimlerini Frantz Fanon çok güzel aktarır. Ne yazık ki Tanzimat'tan itibaren kapılarımızı batıya açtık. Yenilmişlik psikolojisi ve içimizdeki batıcıların çabalarıyla bizden olmayan bakış açıları bazılarımızın gözlerine yerleşmeye başladı ve bu gözler kendi kültürüne yabancı gözlerle bakmaya başladı. Slavoj Zizek'in ifadesiyle bu "Yamuk Bakış"  başörtüsünün ifade ettiği saygınlığı, hürlüğü ezilmeyle, mahkûmiyetle değiştirdi. Bu bakışın iktidara dönüşmesinin de etkisiyle başörtüsü,  bugünlere sorunlu bir serüvenle taşındı.

İlk dönem ile klasik dönem arasında nasıl bir ayırım yapıyorsunuz

Kur'an'ın nazil olduğu Hz. Peygamber ve ashabının, ardından tabiin ve tebe-i tabiinin yaşadığı zaman dilimi ilk dönem olarak isimlendirilmiştir. Bu dönem genel olarak hicri ikinci asrın sonlarına kadar ele alınmıştır. Bu dönemi takip eden İslam ilimlerine ait farklı disiplinler altında müstakil eserlerin verildiği zaman dilimi ise klasik dönem olarak isimlendirilmiştir. Çalışmamı tefsir disiplini içinde yaptığımdan, özellikle bu döneme ait tefsir eserlerinden yararlandım. Bunlar, Taberi, İbn Kesir, Zemahşeri, F. Razi, Kurtubi, Cessas gibi tefsirlerdir.

Bu eserler hicri üçüncü asır ile sekizinci asırlar arasında tarihlenmiştir. Hz. Peygamber döneminde vahiy canlıdır, sahabe vahyin ne dediğini anlar, anlamadığını Hz. Peygambere sorar. Bu nedenle vahyin anlaşılıp uygulanması konusunda bu dönemde sorun bulunmaz. Zamanın yakınlığı ve rivayet geleneğiyle ilk dönemin sonlarına kadar durum benzer şekilde devam eder. Klasik dönem, İslam İlimlerinin disiplinler halinde belirginleştiği bir dönemdir. Zaman olarak Hz. Peygamber döneminden uzaklaşılmaya başlanmıştır, şart ve durumlar farklılaşmıştır. Dilde farklılıklar ortaya çıkmış, bu nedenle klasik dönem tefsirlerinde Kur'an ayetleriyle ilgili dilsel açıklamalar yer almıştır. Fakat rivayet geleneği eserler içinde devam etmektedir. Özellikle hicri üçüncü asırda yaşayan Taberi hacimli tefsirini hadis rivayetleriyle yazmıştır. Böylece Taberi Kur'an'ın anlaşılması açısından Hz. Peygamber ve ona yakın dönemi sonraki asırlara taşıyan bir köprü olmuştur. Ardından İbn Kesir benzer bir görevi üstlenmiştir. Taberi ve İbn Kesir gibi rivayet tefsirleri betimleyici yönleriyle bize ilk dönemi açarlar. Zemahşeri ve F. Razi gibi dirayet tefsirlerinde de bir takım farklarla bu durumu görmek mümkündür. Ahkâm tefsiri olarak bilinen Kurtubi ve Cessas ise bir anlamda fıkıh eserleridir ve normatif, diğer bir deyişle kural koyucu ifadelere sahiptirler.

Kuran ve örtünme bağlamında ilk dönemin dikkate alınması gerektiğini ifade ediyorsunuz… Peki, ilk dönem ve klasik dönem müfessirleri örtünme ile ilgili ayetlere genel olarak nasıl yaklaşmışlardır?

Biraz önce belirttiğim gibi ilk dönem Kur'an ifadelerinin anlaşılmasındaki yerinden dolayı önemli. Çünkü vahyin içine doğduğu dönem. Bu döneme sadece sebeb-i nüzul çerçevesinde baktığımızda bile önemini anlayabiliriz. Bir kadın kocasıyla ilgili olarak Hz. Peygamberle tartışıyor, Allah'a şikâyetçi oluyor ve Allah onu işittiğini söyleyerek duruma müdahale ediyor ve bu durum aynen Kur'an ayetinde yer alıyor. Ayetlere sebep olmuş, sonuçlarını aynen yaşamış bir dönem.

Hz. Peygamber döneminde bisetin 18. yılında gelen Nur: 31. ayetten önce de bazı kadınlar başlarını, bazıları yüzleriyle birlikte başlarını örter. Bazı kadınlar ise başlarına aldıkları başörtüleri arkalarına salarak dekoltelerini açar. Döneme ait anlatımlara göre elbise yakaları oldukça geniş olduğundan göğüsleri de kısmen görülür. Ayrıca bu kadınlar çeşitli takılarla süslenip kırıtarak yürürler. Ayet bu kadınların durumlarını düzeltmeleri gereğiyle gelir. Ayetin gelişiyle Müslüman kadınlar eksik olan örtünmelerini çeşitli şekillerde tamamlarlar. Ayette geçen ifadelerle ilgili olarak ilk dönem müfessirlerinden birbirine benzer sayılabilecek açıklamalar gelmiştir. Genel olarak hür kadınlar el, yüz ve ayakları dışında örtünmektedirler. Cariye (hizmetçi) kadınlar örtünmezler. Hizmetçi kadınlarla birlikte Medine'de örtülü, örtüsüz gayrimüslim kadınların çokluğu da dikkate alınırsa bazılarının sandığı gibi erkek gözü, açık kadın görmüyor değildir. Buna rağmen bu dönemde sonradan ortaya çıkan fitne söylemi görülmez. Örtünmenin içinde geçtiği ayetler tüm mesajıyla birlikte bütün olarak ele alınır. Ayet bağlamında iffet, cinsellik gibi konular ilk dönemde fazlaca üzerinde durulan konular değildir. Bu ayetin tefsirinde ilk ve klasik dönem müfessirleri arasında çok belirgin bir fark bulunmaz. Kadının erkek köle yanında örtünmesi konusunda farklılık vardır. Hz. Peygamber ve tabiin döneminde kadınlar genel olarak erkek köle yanında örtünmezken; bundan sonraki dönemde örtünmeleri gerektiğini söyleyenler olmuştur. Ayrıca ilk dönemde Ahzab:33. ayetteki "karne fi buyutikunne" ifadesi kadınların evlerinde oturması şeklinde anlaşılmamış ve uygulanmamıştır. Klasik dönemde bu ifadeyi oturmakla açıklayanlara rastlanır. Bir de ilk dönemde işlenmeyen 'kadının sesinin haramlığı' gibi konular işlenmeye başlar.  Kısaca ilk dönemden sonra kadının davranışları konusunda kısıtlayıcı bir durumun ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir.

Modern dönem örtünme yorumları denildiğinde akla neler gelir?

Çalışmamda bununla özellikle konuyla ilgili Kur'an ayetlerinin metinleri üzerinden yapılan yorumları, diğer bir ifadeyle bu yüzyıldaki metinselci yorumları kastettim.  Bunların en karakteristik özelliği, ayeti anlamlandırırken onun tarihsel-dilsel bağlamından ziyade yorumcunun içinde bulunduğu sosyo-kültürel, sosyo-psikolojik durumu dikkate almasıdır. Bize göre sağlıklı bir modern yorum, öncelikle ayetin anlamını içine doğduğu yerde aramak ve ardından bugünkü durumu dikkate almakla yapılabilir. İlk dönemde örtünmeyle ilgili olan ayetlerin yorumlarında yer almayan birçok mesele modern dönemde bu ayetlerin yorumlarında ele alındı. Üstelik bu yorumların önemli bir kısmı normatif bir yapıya sahip. Bunlar, kadının ev dışında çalışıp çalışmaması, ev içi ve dışındaki yaşamının sınırları, kadının mahremi olduğu ve olmadığı erkeklerle olan ilişkileri, kadının fitne kaynağı oluşu, fitne, cinsellik, haremlik-selamlık, kadın hakları, başörtüsünün emredilip emredilmediği, çarşaf v.b.

Meşrutiyet dönemi İslamcılarının örtünme yorumları nasıldır? Bu yorumlar sonraki İslamcıları hangi noktalarda etkilemiştir? Bu yorumlardan bir kısmının süreklilik kazanmasının olumsuzlukları olmuş mudur sizce?

Onlara göre açık kadınları gören erkeklerin büyük çoğunluğunun kendilerini koruması oldukça zordur. Bu nedenle toplumda iffetin sağlanması, toplumun fitneden, fuhuştan korunması için kadınlar sıkı sıkı örtünmelidir. Örneğin Osmanlı'nın son şeyhulislamı Mustafa Sabri istihsanen yüzünü kapatan kadının fitne tehlikesi nedeniyle hukuken yüzünü kapatması zorunluluğundan bahseder. Mustafa Sabri o dönemde tartışılan peçeyle ilgili olarak "bugün örtülü hanımlar mağdurdur" cümlesini  "yarın insanlar fuhuşta mazur değiller midir?" cümlesiyle karşılayarak eleştirir. Çünkü ona göre erkeklik hisleri erkeklerden sökülüp alınamaz ve bazı erkeklerin bu nedenle fuhşa düşmesi kaçınılmaz olur. Bu bakış açısı açılma gibi aşırı örtünmenin de sonuç olarak cinselliği ürettiğini gösteriyor. Ayrıca İslamcılara göre kadının asli görevi anneliktir. Kadın kamusal alanda bulunup başarılı olmak için değil, evinde iyi bir eş ve anne olmak için eğitim almalıdır. Meşrutiyet döneminden sonraki İslamcıların önemli bir kısmında aynı söylemler göze çarpar. Örneğin fitne söylemi ve bununla kadının sosyal hayattan uzak tutulması, kadının asli görevinin annelik oluşu, iffetin tek taraflı olarak daha ziyade kadına yüklenmesi… Evet, tüm bunlar olumsuz sonuçlar üretmiştir. Bir kısım kadınlar bu söylemleri benimseyip kendilerini ev içi alanla sınırlandırırken; Bir kısım kadınlar da meslek edinme, toplumsal hayatta işlevsel roller alabilme noktasında hep bir mücadele içinde olmak zorunda kaldılar. Çocuklarının sorumluluğu nerdeyse tümüyle kendisine bırakılan annenin, mesleğini yapabilme ve sosyal görevler alabilmesi için süper kadına dönüşmesi gerekti. Üstelik örtüsünden dolayı yaşadığı engellenmeler, desteğe ihtiyacı olan bu kadının sözünü ettiğimiz İslamcı bakış tarafından yalnız bırakılması gibi nedenler, süperliğin en üst düzeyde hem duygusal, hem fiziksel bir süperlik olmasını gerektirdi. Bir noktadan sonra bunun imkânsızlığı çeşitli patolojiler, yeni durum ve tartışmalar üretti. Örneğin feminist söylem bunlardan biridir.

Örtünmenin masumiyetinden muradınız nedir, biraz açar mısınız?

Örtünmenin masumiyeti derken, onun tartışmalarla damgalanmamış iki yüz yıl ve daha öncesindeki halini kastediyorum. Binlerce yıl yaygın bir coğrafyada doğal bir süreci yaşayan örtünme ve örtülü kadın son yüzyılda pervasızca denebilecek tartışma ve sorgulamaların merkezinde bir nesneye dönüştürüldü. Yapılan sorgulama, yasaklama ve hatta savunmalarla üzerine doğal tarihi sürecindekinden çok daha fazla anlam yapıştırıldı. Örtünmeye yapışmış bu etiketler: İki yönlü bir baskı aracı,  örtülü kadın kocasının veya babasının baskısıyla bunu yapar ve ayrıca onun örtülü giyimi örtülü olmayan kadınlara psikolojik, hatta eylemsel bir baskı unsurudur. Siyasal simgedir. Kadının ikincilliğinin, mahkûmiyetinin ifadesidir. Gerilemenin sembolüdür, laik, cumhuriyetçi ülke için bir tehdittir… Bunları çoğaltmak mümkün. İşte üretilen tüm bu anlamların örtünmenin masumiyetini bozduğunu düşünüyorum. Bu masumiyetin yalnız örtünme karşıtlarınca yapılan negatif anlamlandırmalarla değil, aynı zamanda belki de bir tepki ya da savunma psikolojisinden kaynaklanan, olumlu görünen abartılı anlamlandırmalarla da bozulduğunu düşünüyorum. İslam'ın bayrağı, iffetin garantörü, fitnenin önüne geçen unsur… Bunları da çoğaltmak mümkün. Örtüsüyle birlikte bu anlamları giyen-giydiğini hisseden kadının psikolojisini durup bir düşünmek lazım.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çarşaf karşıtı kampanyanın atmışlı yıllarda tekrar varlık kazanmasını nasıl açıklarsınız?

Çarşaf karşıtlığı her iki dönemde de vardı. Cumhuriyetin ilk döneminde bu kampanyaların yanında, tek partili dönemin sert sindirme politikasıyla şehirler önemli ölçüde çarşaftan temizlendikten sonra, 50'li yıllarda çok partili döneme geçişle birlikte ortaya çıkan görece rahatlama ve köyden kente gerçekleşen yoğun göç dalgasıyla şehirlerde çarşaflıların görünümü artmış ve bunun üzerine yine karşı kampanyalar başlatılmıştı. Bernard Lewis, 50'li yılları, baskılarla örtülen Türkiye dindarlığının, kökleri sağlam bir İslam bilincine sahip halkıyla gün yüzüne çıkışı olarak betimler ve ona göre bu bilinç rakipsizdir.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın tesettür yorumu ile Said Nursi'nin tesettür yorumu arasında farklılıklar var mı? Bu dönemlerinin tartışmaları içinde anlamlı bir fark mı?

Tesettürün ontolojik yönüne vurgu yapmakta ortaklar. Elmalılı Hamdi Yazır, ayetlerin yorumunda her ne kadar normatif ifadeler kullansa da genelde klasik tefsirlere sadık kalırken; Said Nursi'nin oldukça farklı yorumları var. Kadınların çarşaf, ferace gibi giysileri giymeleri zorunluluğundan bahseden Hamdi Yazır; Ahzab:59'da geçen cilbabı tanımlarken çarşaf, ferace gibi kendi zamanının giysileri dışında "örtünmeyi sağlayan her tür giysi" ifadesini kullanır. Bu da Hamdi Yazır'ın yaşadığı ortamın etkisiyle birlikte mevcut tanımlara sadık kalabildiğini gösteriyor. Said Nursi'nin  tesettür risalesinde ayetleri, tepkisel bir tavırla 'bizim coğrafyamızda kadınlar açılırsa ne olur?' sorusuna çeşitli örneklerle cevap vererek yorumladığı görülür. Onun üzerinde durduğu toplumsal ahlaktır ve belirttiğim gibi tepkiseldir. Said Nursi, Avrupalı erkeklerin soğuk tabiatlı olup açık kadınlardan etkilenmemesinden, köylerimizdeki erkeklerin işlerinin çok olması ve kadınlarının çekici olmaması gibi nedenlerle tesettürsüzlüğün buralarda olumsuz sonuçlar doğurmamasından söz ederek şehirlerimizde ortaya çıkan açılmaların olumsuz sonuçlarına dikkat çekmeye çalışır. Bu örneklendirmeler örtünmeyi anlama noktasında gerçekten dikkate değer, örtünmenin ontolojik olmanın ötesinde sosyal, psikolojik v.b. farklı yönleri olduğuna işaret eder. Said Nursi'nin bu açıklamaları ve örtünmenin ontolojik olduğu şeklindeki yorumu birbiriyle çelişir görünüyor. Tefsirine bakarak Hamdi Yazır'ın gelişmeler karşısında rahatsız, tepkisel olmadığını söylememiz mümkün değil. Hamdi Yazır'ın yaşamına bakarsak yaşanan gelişmeler karşısında muzdarip olduğu, vefatına kadar kılık-kıyafet kanununa uymadığı için evinin yakınındaki camiiye gidip gelmenin dışında sokağa çıkmadığı anlatılır. Hamdi Yazır, resmi idarenin talebiyle hazırladığı tefsirine kişisel tepkilerini yazmamaya gayret etmiştir. Her iki yazarı bu şartlar altında anlamak gerekir.

Müslüman kadınların tesettürü savunma biçimlerinde 70'li yıllardan bu güne nasıl bir değişim yaşanmıştır?

Genel olarak,  70'lerde eğitimli iyi bir anne, iyi bir eş ve mesleğini iyi icra eden bir kadın olmalıdır, Allah'ın rızasını hedefleyerek örtünür, fakat şıktır. Kamu görevini yaparken başını açanlar vardır. 80'lerde oldukça sert muhalif bir dile sahiptir, giyinirken olabildiğince örtünmeyi esas alır, estetik onun için önemli değildir. 80'li yılların ortalarına kadar örtülü kadınların dilinde feminizm bulunmaz. Onlara göre feminizm batının sorunudur. 90'lara doğru feminizm savunulmaya başlar. 70-80'li yıllarda örtünme genelde "dinimin gereği" şeklinde savunulur. 90'lı yılların ortalarından itibaren tekrar şıklık ve estetik önemlidir. Fakat 70'lerdeki gibi artık iyi eş, iyi anne, başarılı kadın olmaktan pek söz edilmez. Artık önemli olan kamusal alanda ben de varım diyebilmek ve bulunmaktır. Feminizm artık savunulmaktadır. Tarih boyunca kadınların erkekler tarafından ezildiği, dinin ataerkil şekilde yorumlandığı dillendirilir. "Dinimin gereği örtünüyorum" savunusuna özgürlükçü savunular eklenmiştir. Hayat tarzlarına saygı, kadın hakları, farklı kimliklerin temsili gibi modern söylemler savunu aracı olmuştur.

Kitabınızdaki ilginç noktalardan biri de modern zamanlarda örfün olamayacağına ilişkin görüşler. Örtünme ve örf bağlamında modern zamanlar nasıl bir görünüm arz ediyor?

Örf'te doğal bir akışkanlık esastır ve örfler hep yerel olmuşlardır, coğrafyaya göre değişir. Başka yörelerin örfleri taklit edilmez. Zira örf geçmişten akarak gelip bilinendir (arife-maruf), başka yörenin ki örf olmaz, tanınmıyordur, uygulanmıyordur. Giyim konusunda modern zamanlara gelince… "Hadi biz de böyle giyinelim, çağdaş olalım" denilen bir batılı kadın giyimi için "örfümüz" denilebilir mi? Giyim, endüstrinin bir unsuru olarak büyük çaplı bir kazanç kapısı, bu kazanç modayla birlikte katlanarak büyüyor. Böylece küresel olarak ortaya çıkan ve sürekli değişen giyim stilleri tüm örflere meydan okuyarak yayılıyor. Üstelik değişim esasına dayalı moda, her değişiminde vücudun farklı alanlarına erotik değer kazandırarak vücudun cinsel uyarıcı işlevi açısından da insanları yönlendiriyor. Buna göre "örf" kapsamında değerlendirilen "alışılmış açıklık" anlamını yitiriyor. Oysa geleneksel toplumlarda vücudun erotik değer taşıyan kısımları daha sınırlı ve yüzyıllarca değişmiyor. Giyim konusunda bu küresel dayatmayla birlikte, örtünmeyi yasaklayan resmi dayatma var. Kısaca diyebilirim ki dayatmayla ortaya çıkmış bir giyim tarzının örf kapsamında değerlendirilmesi mümkün görünmüyor.

Başını örten kadınlar üzerine yapılan alan araştırmalarına nasıl yaklaşılmalı?

Alan araştırmalarında bilimsel tutarlılık kesinlikle çok önemli. Araştırmayı yapan kişinin araştırma yöntemini ve araştırmasının sınırlarını netleştirmiş olması ve bunu ilan etmesi gerekir. Sınırlı konular ve küçük gruplar için genellikle niteliksel mülakatlar yapılır, büyük gruplar için ise niceliksel anketler hazırlanır. İlkinde araştırmayı yapanın ön yargılarını araştırmasına müdâhil kılması, ikincisinde anket sorularının bilimsel tutarlılığa sahip olmayışı ve yanlış yerlerde, yanlış kişilere yönlendirilmesi araştırmayı yaralar. Çalışmamda örtünmeyi tecrübe edenlerle yapılmış mülakatlardan oluşan birkaç araştırmadan yararlandım. Bu araştırmalar örtünen hanımların niçin örtündüklerini ve yaşamlarına dair bazı ayrıntıları anlamaya yönelikti. Niteliksel araştırmalardı ve derinlemesine anlamaya yönelik açık uçlu sorularla kurulmuşlardı. Böylece araştırmaya katılanlar kendilerini ifade etme imkânı bulmuştu. Araştırmaya katılanların sınırları da belirtilmişti. Örtünme karşıtlarının ve bazı oryantalistlerin örtülü kadınlarla ilgili tanımlamalarının ardından, bu araştırmalardan yararlanarak örtülü kadınların kendilerini nasıl tanımladıklarını aktardım ki yaşanan durumun resmi daha iyi görülebilsin. Hatırlatmam uygun olacaksa örtülü kadınlar üzerindeki bu araştırmaların çoğunluğu örtülü olmayan yazarlar tarafından yapılmıştı ve sonuçlar örtünme karşıtlarının tanımlamalarının yanlışlığını gösterir niteliktedir.

 

Röportaj: ASIM ÖZ
Haksöz-Haber