1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Adem Özköse'den Grup Yürüyüş Röportajı
Adem Özköseden Grup Yürüyüş Röportajı

Adem Özköse'den Grup Yürüyüş Röportajı

Adem Özköse, Grup Yürüyüş elemanı M. Ali Aslan ile Hurriyya'yı Suriye direnişini, müzik tarzlarını ve Gezi eylemlerini konuştu.

31 Temmuz 2013 Çarşamba 19:35A+A-

Grup Yürüyüş’ün kurucularından Mehmet Ali Aslan Sancaktar’a verdiği röportajda İslam dünyasının direniş gerçeğine dikkat çekerek “yaptığımız marşlarla direnenlerin sesine ses veriyoruz” dedi. 

Röportaj: Adem Özköse / Sancaktar

Sanatı ulvi bir dava, soylu bir ideal için yapan; marşlarını, ezgilerini mazlumlar, ezilenler, Müslüman halklar için seslendiren Grup Yürüyüş bu sefer de “Hurriyya” isimli çalışmasıyla sevenleriyle buluştu.  Pop star olmanın, tanınmanın, bilinmenin, övülmenin, hep bahsedilmenin, hayranlar kazanmanın idealize edildiği sanat camiasında çizgisini bozmadan, her daim daha da gelişerek yoluna devam ediyor Grup Yürüyüş. Onların seslendirdiği parçaları dinledikçe yeryüzünün dört bir yanındaki insanların acılarını daha bir hissediyor; emperyalizme, siyonizme, diktatörlere, zalimlere karşı direnenlerle dayanışma azmimiz daha bir artıyor. Biz de grubun kurucularından arkadaşımız, kardeşimiz Mehmet Ali Aslan’la Grup Yürüyüş’ü, Ortadoğu İntifadaları’nı, Suriye direnişini, müzik tarzlarını, sanat camiasını Gezi eylemlerini konuştuk.

ozgurder-bagcilar_suriye-gecesi_01-grup-yuruyus.jpg

Mehmet Ali röportaja Grup Yürüyüş’ün kuruluş hikâyesiyle başlayalım. Grup Yürüyüş’teki arkadaşlar nasıl bir araya geldiler, Grup Yürüyüş nasıl ortaya çıktı?

Grup Yürüyüş’ün hikâyesi, ABD’nin İslam coğrafyasındaki varlığına, Siyonist işgale ve Türkiye’de hak ve özgürlükler alanında yaşanan yasaklara karşı ortaya konan tepkiler; yapılan eylemler, mitinglerle başladı. ABD’nin Afganistan ve Irak işgali süreci, Filistin’de yaşanan Aksa İntifadası ve başta başörtüsü yasağı olmak üzere Türkiye’de devam eden baskıcı uygulamalar çerçevesinde meydanlarda, parklarda, kimi zaman cezaevi önlerinde, salon etkinliklerinde ortaya konan tepkiler Grup Yürüyüş’teki arkadaşları bir araya getiren en belirleyici unsurdu. Amatör düzeyde gitar, flüt, bağlama gibi enstrümanları çalan birkaç arkadaş olarak bahsettiğim etkinliklerde direniş temalı marşlar söyleyerek başladı bu yürüyüş. Yaklaşık iki sene Özgür-Der Müzik Grubu olarak bu etkinliklerde görev aldık. Ardından 2004’te Grup Yürüyüş adını aldık ve çalışmalarımızı bir albümde toplamak üzere yola koyulduk. 2005’te yayınladığımız “Umuda Yürüyüş” adlı albümümüz bu sürecin ilk meyvesi oldu.

Grup Yürüyüş’ün özgürlüğe, sokağa, devrime, mazlumların sorunlarına dikkat çekmeye çalışan bir müzik tarzı var. Tam olarak ne yapmaya çalışıyorsunuz?

Hayat rehberimiz Kitab-ı Kerim’in bizzat kendisi bir özgürleşme çağrısı içerir. İlahi mesajın özü olan tevhid; Allah’a hakkıyla kul olabilmek için zulmün, tuğyanın, cahiliyenin boyunduruğundan kurtulmayı salık verir. Biz de Müslümanlardanız. Dolayısıyla müziğimiz bu çerçevede şekilleniyor. Siz Sancaktar’ı hangi amaçla çıkartıyorsanız ya da sen Müslüman coğrafyalardaki sorunları gündemimize taşımak için tüm riskleri göze alarak nasıl yollara düşüyorsan bizim müziğimizi şekillendiren kaygı da aynısı. Tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesine ses olabilmektir bütün kaygımız.

Bir taraftan İslam dünyasının acılarını seslendirirken diğer taraftan da zulme başkaldıran, kahramanlık destanları yazan, direnen insanların hikâyelerini anlatıyorsunuz. İslam dünyasının direnen yönüne bu kadar vurgu yapmanızın özel bir sebebi var mı?  

“Bu kadar acı yaşanırken böyle coşkulu marşları nasıl söylüyorsunuz?” diyenler oluyor. Maalesef bir hakikat olarak Müslüman coğrafyaların birçoğu büyük acılara duçar olmuş durumda. Bu acıların yüreklerimizi dağladığı da ortada. Biz şarkılarımızda bu acılarımıza dair ağıtlar da yakıyor, kıyılan çocuklarımıza hüzünlü ninniler de söylüyoruz. Ancak bir de direniş gerçeğimizi görmek gerektiğini düşünüyoruz. Bunun özellikle altını çiziyoruz. Acı, ağıt, mağduriyet edebiyatıyla sürekli sine dövmenin nasıl bir psikolojiye yol açacağı ortada. Öte yandan müminin ümitsizliğe kapılmaması ve karamsar ruh halinden uzak olması gerektiği Rabbimizin emri değil mi? Ve gerçekten direniş diye bir şey var! Uluslararası emperyalist güçleri, yenilmez sanılan Siyonist güçleri, işkenceci diktatörleri sarsan bir direnişten bahsediyoruz. Bu, bizleri heyecanlandırıyor. Şehadeti göze alan insanlarımızın, teslim olmak bilmez yiğitlerimizin hikâyesini, mücadelesini anlatmayacağız da neyi anlatacağız? Bundan daha değerli neye sahibiz ki? Mazlumların çığlığına canlarını ortaya koyarak koşan yürekli insanlarımızın sergilediği kahramanlıklar acılarımız kadar gerçek. Biz de en azından bu gerçekliğe ucundan da olsa bir ses vermeye çalışıyoruz.

Marşlar, ezgiler özellikle Ortadoğu’da yaşanan Müslüman halkların uyanış sürecinde, isyanlarında önemli bir araca dönüştü. Sokaklar, ayaklanan insanlar diktatörlere olan öfkelerini, umutlarını, özgürlüğe olan tutkularını marşlar, ezgiler aracılığıyla dillendirdiler. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Marşlar, destanlar, ağıtlar, ninniler hayatın kopmaz bir gerçeğidir. İnsanlar acılarına ağıtlar yakar, umutlarına marşlar söyler, mücadelelerine destanlar yazar. Bakın bir konu hakkında bildiri yazmak çok önemlidir. O konuya ilişkin tavrınızı açıkça ortaya koyarsınız. Ancak bu durum anlıktır. Şarkı yaptığınızda ise -tabi ki o hissiyatı karşılayan yeterlikteyse- duygularınızı hafızalara kazımış olursunuz. Müzik, duygularınızı ifade etme aracıdır. İnsan fıtratında güzele eğilim vardır. Güzel nimettir. Kitabımız sözü estetize ederek güzellikle söylemenin hakkını vermiştir. Tunus, Libya, Mısır, Yemen, Suriye tecrübesi bahsettiğiniz gibi marşların, sokaklara ve meydanlara verdiği motivasyonu, coşkuyu yeterince ortaya koymuştur. Bu süreçte özgürlük için yapılan şarkılar dilden dile dolaşmış ve anında yüz binler tarafından ezberlenerek meydanlarda hep bir ağızdan söylenmiştir. İnsanlar şehitlerini dahi marşlar söyleyerek uğurladılar. 

Grup Yürüyüş’ü sürekli olarak Suriye İntifadası’na destek programlarında sahne alırken görüyoruz. Ayrıca son albümünüz “Hurriyya”da da Suriye ile ilgili çok güzel marşlar var. Suriye sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Suriye bizim için büyük bir tarihtir. İki buçuk yıl süren ve halen sürmekte olan korkunç katliamlara, kıyımlara, barbarlığa karşı; üstelik tüm yalnız bırakılmışlığına ve yoksunluğuna rağmen kesintisiz bir direnişin sürdürüldüğünü tarih kaydetmemiştir. Her gün onlarca, yüzlerce insanınız, çocuk-kadın demeden katledilecek, şehirler bombalanacak, en acımasız işkencelere maruz kalacaksınız, kadınlarınız tutuklanacak ve akıbetleri belirsiz kalacak, milyonlar mülteci duruma düşecek ve siz yine de direneceksiniz. Bu bir tarih, bir destan. Yaşanan acıyı tarif etmek imkânsız. Nice babanın, çocuğunu elleriyle gömmek zorunda kaldığı bir yerden bahsediyoruz. Yine insanlar “Ya Allah” deyip direnmeye devam ediyorlar. Ümmet adına büyük bir onurdur Suriye. Öte yandan vicdansızlığın, merhametsizliğin, reel politikçi soğukkanlılığın, komplocu acziyetin, mezhepçi fanatizmin ümmetin önemli denebilecek bir kesimi içinde nasıl kök saldığını göstermesi açısından bir utancı ortaya çıkarmıştır Suriye. Nice ezberimizi bozan Suriye, bu yönüyle “furkan” olmuştur. Zalimlere karşı kıyam edenler ve zalimlerin yaktığı ateşe odun taşıyanlar… Bu nedenle “Hurriyya” albümümüzde çok istisnai bir yeri var Suriye’nin. Albümün adı dahi Suriye direnişine atıf içermektedir. Dera’da duvarlara “hurriyya” diye yazdıkları için önce parmakları kırılan ve ardından vahşice katledilen güzel yüzlü çocuklara; “Demek hurriyya (özgürlük) istiyorsun; al sana hurriyya!” alaylı gülüşmeleri eşliğinde Şebbihalar tarafından korkunç işkencelere maruz kalan direngen gençlere ithaftır “Hurriyya” albümümüz.

Peki, Ortadoğu İntifadaları esnasında ön plana çıkan, marşlarını beğendiğiniz gruplar, sanatçılar kimler?

Bu konuda yaşadığımız ülkede çok iyimser bir tablo yok maalesef. Sanat, yaşanan an’a tanıklık demektir. Bildiğim/dinlediğim kadarıyla Erdoğan Akın’ın Suriye için yaptığı “Fasbiru” diye bir şarkı var. Onun dışında şu ana kadar bu sürece tanıklık eden herhangi bir müzikal çalışmaya ben denk gelmedim. Fakat yurt dışında değerli ve istifade ettiğimiz çalışmalar oldu. Bu anlamda Mısır’dan UWK müzik grubunun Mübarek karşıtı şarkıları, Vasfi Massarani ve Yahya Havva’nın Suriye direnişi için yaptığı şarkılar, Gazze’den Fırkatu’l Ğuraba’nın Suriye için yaptığı şarkılar başlıcaları diyebiliriz. En önemlisi ve asıl istifade ettiklerimiz ise bizzat direniş meydanlarından yükselen seslerdi. Özellikle Suriye’de bu anlamda sokaklarda, meydanlarda ve cephelerde marşlar söyleyen çok sayıda kişiden bahsedilebilir. Hama’da yaptığı Esed karşıtı alaycı şarkılardan ötürü boğazı kesilerek şehit edilen ve “Yalla İrhal Ya Beşşar” şarkısı dilden dile dolaşan İbrahim Kaşuş ile; Humus’un gür sesi Abdulbasit Sarut’u direnişle sanatı buluşturan iki öncü isim olarak zikretmeliyiz.

Müzik tarzı olarak aynı kulvarı paylaştığınız Grup Yorum Esed’i destekleyen konserler verirken Grup Yürüyüş Esed yönetimine karşı mücadele veren Suriye halkının, direnişinin müziğini yapıyor. Direnenlerin müziğini yaptığını iddia eden Grup Yorum’un on binlerce insanın katili bir diktatörü desteklemek için konser vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Grup Yorum’un son yıllarda gerek Cumhuriyet Mitingleri esnasında gerekse Kemalist solun sponsorluğunda gerçekleştirdiği “Bağımsız Türkiye” konserlerinde verdiği mesajlar zaten hep Ergenekon zaviyesinden mesajlardı. İçinde bulunduğu siyasetin Baas diktatörlüğüyle irtibatı da artık gizlenemeyecek kadar aşikâr. Başından beri Esed’i en açıktan, şartsız ve şerhsiz bir şekilde destekledi. Ve nihayet çokça dile getirdiği Şebbihalara konser verme arzusuna ulaştı. Şarkıları cezaevi, işkence, zulüm, direniş, devrim, halk gibi yoğun vurgular içeren ve bu uğurda bedel ödemiş bir grup açısından halkının katili bir diktatörün fotoğrafı altında marş söylemek utanç verici olmalı. “Çocuklar halaya duracak” diyerek Tartus’taki Şebbihaları eğlendirdikleri esnada dahi Esed’in ordusu binaları çocukların üzerine yıkıyor ve Şebbihalar çocukları boğazlıyordu. Bundan daha büyük tutarsızlık, daha büyük ironi ve daha büyük ahlaksızlık olabilir mi? Ancak bu durumu onur addedenler için çok da söyleyecek bir şey olmasa gerek.

Bir dönem toplumun ezilen kesimlerinin sorunlarına, İslam dünyasının acılarına dair müzikler yapan, direniş marşları seslendiren ve İslami duyarlılığı önemseyen mahalleli bazı sanatçıların zamanla bu duyarlılığı terk edip star olma hülyalarına daldıklarına, sosyal meseleler yerine aşk-meşk, çiçek-böcek tarzını benimsediklerine şahit oluyoruz. Başlangıçta son derece idealist olan bu insanlar zamanla niçin idealizmlerini kaybediyorlar? Meşhur tabirle piyasa bunu mu dayatıyor?

Piyasa, rahatsız edici bir kavram ancak maalesef böyle bir “piyasa”nın varlığından söz edilebilir. Bu noktada kısmen bir dayatmanın da olduğu gerçek. Birçok yerde müziğinizi icra edebilmeniz için direniş, özgürlük çağrısı içeren şarkılardan uzak durmanız istenebiliyor. Öte yandan sahne sanatlarının da daha riskli ve kaygan bir alan olduğu ortada. Zamanla popüler kültürün “albenili” cazibesine kapılmadan toplumsal ve İslami duyarlıklı bir sanatı icra etmenin ise amiyane bir tabirle karın doyurmadığı keşfediliyor! Bu noktada yaptığınız sanatı hangi kaygıyla yaptığınız sorusu önem kazanıyor. Tabi ki hakkını vermek, istismarı önlemek gibi taleplerde adillik olduğu söylenebilir. Ancak öncelikli kaygı ticari kaygı olunca sanatın “meta”laşması ve ardından yozlaşmanın gelmesi kaçınılmaz oluyor. Üretilen değerlere pazarlama mantığıyla yaklaşınca da kapitalist bir yaşam tarzını içselleştirmeye başlıyorsunuz. Öte yandan bahsettiğin savrulmaların 28 Şubat sürecinde sadece müzik alanında değil genel anlamda birçok kişi/çevrede yaşandığı da ortada. Sahih bir İslami kimlik ve merhaleci bir mücadele anlayışından uzak olanların bu süreçte İslami kaygılarını ötelediklerini hatırlamak gerek.

Her yeni çalışmanızda farklı dillerden marşlar okuyorsunuz? Türkçenin yanında Kürtçe ve Arapça da marşlar seslendirerek insanlara bir mesaj mı vermek istiyorsunuz?

Filistin, Irak ya da Suriye, Mısır temalı bazı marşlarımızı bizzat buradaki direnişlerin kendi diliyle söyledik. Türkiye’de de malum ulusçu-tekçi bir dayatma yaşandı yakın döneme kadar. Şarkılarımız ağırlıkla Türkçe ancak dillere yasak konulamayacağını ve farklı duyguların, o duygunun diliyle daha iyi anlatılabileceğini düşünüyoruz. Dillerin Allah’ın ayeti olduğu gerçeğini unutmamalıyız.

Tanınan, meşhur birçok sanatçı Gezi eylemlerine destek verirken siz yaptığınız parçayla Gezi eylemcilerini eleştirdiniz. Gezi eylemleri ile ilgili bestelediğiniz “Ağaç Kurdu” isimli bir parçaya ne tür tepkiler geldi?

“Ağaç Kurdu”yla Gezi’deki gerçeğe, eylemlerin arka planına, çelişkilerine, darbeciler ve kapitalist öbeklerle bağlantısına işaret etmek istedik. Basit/amatör bir kayıt olmasına rağmen özellikle sosyal medyada çok konuşuldu, beğenildi. O şarkıdan sonraki ilk konserimizde en çok istenen şarkı oldu. Bununla birlikte çok az da olsa “Grup Yürüyüş bu şarkıyı niye yaptı?” diyenler de oldu. Ancak bizi yakından takip edenler böyle bir şarkı yapmamıza şaşırmamalıydılar. Türkiye’deki siyasal-sosyal sorunları önceki albümlerimizde de konserlerimizde de yoğun olarak işledik. İlk albümümüzde başörtüsü yasağı, F tipi cezaevleri, sokak çocukları, Kürt sorunu gibi konuları işlerken “Adanış Günü” adlı ikinci albümümüzde darbeleri, çeteleri, asit kuyularını ve yine yasakları konu edinen şarkılar yapmıştık ve “Ergenekon” adlı şarkımız dikkat çekmişti. Hakeza “Hurriyya”da da “Uludere’ye Ağıt” adlı bir şarkımız var. “Ağaç Kurdu” da bu minvalde bir şarkı.

Grup Yürüyüş İslami kesimin müzik geleneğine yeni bir tarz, estetik ve zenginlik kattı. Her yeni çalışmanızda gerek enstrüman, gerekse de müzik kalitesi açısından Grup Yürüyüş’ü çıtayı daha da yükseltmiş olarak görüyoruz. Bundan sonrası için ne tür hedefleriniz, hayalleriniz var?

Nezaketiniz ve teveccühünüz için teşekkür ediyoruz. Rabbimiz bu teveccühe layık olacak ve İslami mücadelemize katkı sağlayacak çalışmalar yapmamızı nasip etsin ve ayaklarımızı sabit kılsın. Çalışmalarımız bu şekilde devam edecek inşallah. Suriye’de kıyam devam ediyor. Mısır’da Müslüman kardeşlerimiz askerî darbeye karşı tarihî bir direniş sergiliyor. Mücadele sürdükçe biz özgürlük türküleri söylemeye devam edeceğiz. 1 Ağustos Perşembe günü Başakşehir Sular Vadisinde bir konserimiz olacak. Bunun yanı sıra uzun bir süredir Hatay, Kilis, Urfa gibi şehirlerde bulunan Suriyeli mültecilere, çocukların yüzü gülsün diye konser verme niyetimiz var. Bu niyetimizi talep olarak ilgili birimlere de ilettik. Prosedürler uygun mudur şimdilik bilemiyoruz fakat muhacir kardeşlerimizle dayanışma anlamında elimizden gelen katkıları sunmak için kollarımızı sıvamış bulunmaktayız.

 

 

HABERE YORUM KAT