1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. AB’den Türkiye-Libya Mutabakatına 'hukuksuzluk' ithamı
AB’den Türkiye-Libya Mutabakatına 'hukuksuzluk' ithamı

AB’den Türkiye-Libya Mutabakatına 'hukuksuzluk' ithamı

Araştırmacı Zeynep Gizem Özpınar, Avrupa Birliği'nin Türkiye-Libya deniz yetki alanları mutabakatına yönelik "hukuksuzluk" eleştirisini mercek altına aldı.

11 Temmuz 2025 Cuma 14:30A+A-

AB’den Türkiye-Libya Mutabakatına 'Hukuksuzluk' İthamı

Zeynep Gizem Özpınar / Fokus+


26 Haziran 2025 tarihinde Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi, Brüksel’de gerçekleşti ve zirve sonunda yayımlanan sonuç bildirisinde Türkiye-Libya arasında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”na yönelik “hukuksuz” nitelemesinde bulunuldu.  

Bildiride mutabakatın “üçüncü devletlerin egemenlik haklarını ihlal ettiğini, deniz hukukuna uymadığını ve üçüncü devletler için herhangi bir yasal sonuç doğuramayacağı” belirtildi. Söz konusu ifade, Türkiye Cumhuriyeti bakanlık kaynakları tarafından kesin bir dille reddedilmiş, bu tür ifadelerin Türkiye’nin egemenlik haklarını ve uluslararası hukuk çerçevesindeki meşru çıkarlarını yok saydığı belirtilmiştir.  

Bu durum, teknik ve hukuki bir deniz yetki sınırlandırması meselesi olmanın ötesinde Doğu Akdeniz’de süregelen jeopolitik güç mücadelesinin, enerji kaynaklarının paylaşımı üzerindeki stratejik rekabetin ve bölgesel nüfuz alanları üzerindeki egemenlik tartışmalarının bir yansımasıdır.  

Türkiye ile Libya’nın meşru temsilcisi olan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında imzalanan bu mutabakat, Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde de kayda geçirilmiş ve bu şekilde uluslararası hukuk açısından geçerlilik kazanmıştır. Buna rağmen AB’nin zirve bildirgesinde bu anlaşmaya karşı “hukuki temelden yoksun” şeklinde değerlendirmede bulunması, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) maksimalist tezlerini destekleme politikasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.  

Türkiye açısından mutabakatın stratejik ve hukuki zemini  

27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye-Libya arasında yapılan mutabakat, uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan devletlerin karşılıklı rızaya dayalı ikili anlaşma yapma hakkı çerçevesinde şekillenmiştir. Anlaşma, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarını belirleme ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) tesis etme stratejisinin en önemli halkalarından birini oluşturmaktadır.  

Söz konusu mutabakat, Girit adasının güneyinden başlayarak Libya’nın kuzey kıyılarına kadar uzanan bir deniz hattını esas alarak, Türkiye ile Libya arasında karşılıklı kıyı uzunlukları, coğrafi yakınlık ve hakkaniyet ilkeleri temelinde bir sınırlandırma yapmıştır. Bu mutabakatla, Türkiye Doğu Akdeniz'deki doğal gaz ve hidrokarbon kaynaklarına erişim konusunda uluslararası hukuka dayalı pozisyonunu pekiştirmiş, bölgedeki enerji güvenliği ve deniz yetki alanlarının paylaşımı konusunda daha aktif ve iddialı bir diplomatik duruş sergilemiştir. Ayrıca, anlaşma 27 Aralık 2019 tarihinde Birleşmiş Milletler Sekretaryası'na sunularak kayda geçirilmiş ve böylece uluslararası düzeyde tescillenmiştir.  

AB’nin, mutabakatı “hukuksuz” olarak nitelendirmesi, esasen teknik bir değerlendirme değil Yunanistan ve GKRY tezlerini merkeze alan siyasi bir tercihin ifadesidir. Atina ve Lefkoşa’nın, adaların (özellikle Meis Adası gibi yüzölçümü ve anakara bağlantısı sınırlı olan yerleşimlerin) geniş MEB hakları üretebileceği yönündeki maksimalist ve deniz hukukunun ruhuna aykırı iddiaları, Türkiye tarafından uzun süredir kabul edilmemekte ve bu durumun 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin (UNCLOS) hakkaniyet ilkesiyle çeliştiği savunulmaktadır. Türkiye her ne kadar UNCLOS’a taraf olmasa da sözleşmenin örf ve âdet hukuku haline gelmiş ilkelerine bağlı kalarak, “coğrafi denge”, “nispi kıyı uzunluğu” ve “karşılıklılık” gibi kriterleri esas alan bir yaklaşımı benimsemektedir.  

Bu bağlamda AB’nin Türkiye-Libya mutabakatına yönelik “hukuksuz” ifadesi, yalnızca Türkiye’nin Doğu Akdeniz'deki egemenlik ve deniz yetki haklarını görmezden gelmekle kalmamakta, aynı zamanda bölgesel barış ve iş birliği çabalarına zarar verecek şekilde siyasi saiklerle şekillenen tek taraflı bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Türkiye ise bu tür nitelemelere karşı hem uluslararası hukuka uygun hem de stratejik çıkarlarını önceleyen çok boyutlu bir dış politika anlayışı çerçevesinde kararlı bir şekilde pozisyonunu sürdürmektedir.  

AB’nin tarafsızlıktan uzak duruşu  

AB’nin mutabakata “hukuksuz” nitelemesinde bulunması, birliğin Doğu Akdeniz’de tarafsızlık ilkesinden uzaklaşan bir tutum benimsediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Özellikle bildirgede kullanılan bu dil, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’e ilişkin maksimalist deniz yetki alanı iddialarını AB düzeyinde kurumsal bir pozisyona dönüştürdüğünü açık biçimde ortaya koymaktadır.  

AB’nin bu yaklaşımı, hukuki ve teknik değerlendirmelerden ziyade, siyasi dayanışma üzerinden şekillenmekte ve üye devletlerinden olan Yunanistan ve GKRY’nin çıkarlarını, diğer aktörlerin haklarını gözetmeden önceleyen bir çizgiye oturmaktadır. Bu durum, AB’nin kendi içinde savunduğu “çok taraflılık”, “uluslararası hukuk” ve “diyalog yoluyla çözüm” ilkeleriyle de çelişmektedir. Aynı zamanda, bu tür ifadeler, Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıkların tarafları arasında yürütülmesi gereken yapıcı diyaloğun önünü tıkamakta, teknik meseleleri siyasileştirerek bölgedeki diplomatik çözüm perspektifini zayıflatmaktadır.  

Türkiye, bu konudaki tutumunu yalnızca savunma refleksiyle değil Doğu Akdeniz’de uzun vadeli istikrar ve adil paylaşım temelinde bir denge kurulması gerektiği yönündeki yapıcı önerileriyle de ortaya koymaktadır. Ankara, her fırsatta ilgili tüm aktörlerle diyalog kapılarını açık tutmaya hazır olduğunu beyan etmiş ve bu tür deniz yetki alanı anlaşmazlıklarının, uluslararası hukuk ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini savunmuştur. Lakin AB’nin bu konudaki pozisyonu, Doğu Akdeniz'de hem hukuki hem siyasi olarak daha geniş bir bloklaşma ortamı oluşturmakta ve bölgesel güvenlik boyutuyla da olumsuz etki yaratmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’ye yöneltilen "hukuksuzluk" suçlaması, bölgesel enerji paylaşımı, deniz ticareti güvenliği ve NATO içi uyumu da olumsuz yönde etkileyebilir.  

Özetle, AB’nin bu tür açıklamalarla jeopolitik dengeyi daha da hassaslaştıran taraflı bir pozisyon alması, Doğu Akdeniz’deki barış, iş birliği ve deniz güvenliği mimarisini de zedelemektedir. Bu nedenle Türkiye, AB’yi maksimalist tezleri kurumsallaştırmak yerine, diyalog ve uzlaşı temelinde hareket etmeye davet etmektedir. AB bu taraflı tutumunu sürdürse dahi Türkiye, egemenlik haklarını hiçbir zaman müzakere konusu yapmayacak ve stratejik çıkarlarını koruma refleksini daha da sertleştirecektir.  

 

 

HABERE YORUM KAT