
Zaman, Taleplerimizi Yükseltme Zamanıdır!
“Referandumun getirdiği sonuç şudur ki, sivil-askeri vesayetle ayakta tutulmaya çalışılan darbeci düzenin toplum nezdinde meşruiyeti kalmamıştır.”
Zaman, Taleplerimizi Daha Gür Biçimde Yükseltme Zamanıdır!
Aylardır Türkiye gündemine damgasını vuran Anayasa değişikliği referandumu nihayet son buldu. Haddi zatında Türkiye toplumunda görülen önemli saflaşmaları da daha bir görünür kılan referandum süreci sonucunda statükocu cephe bir kez daha sarsıntıya uğradı. Muhtemelen bundan sonraki süreci lehine çevirmek ve kendisini tatmin etmek için yüzde 42'lik "hayır" oranına dikkat çekerek bunu gündemleştirecektir. Dolayısıyla hükümetin kısa ve orta vadede kalkışacağı muhtemel yeni yasal düzenlemeleri de "Türkiye'nin yarısı" vurgusundan hareketle uzlaşma, konsensüs, mutabakat vb. kalıplarla oyalamaya çalışacaktır. Özetle AK Parti üzerinden İslam düşmanlığında ittifak etmiş Kemalist, aydınlanmacı ve ulusalcı güçlerin oluşturduğu cephe referandum sonucunda her ne kadar bozguna uğramışsa da bundan böyle boş duracak değildir. Hükümetin de bunu doğru okuması ve rehavete kapılmadan acilen özellikle de hukuki planda gerçekleştireceği yeni yasal düzenlemeler ile süreci besleyip pekiştirecek önlemler alması hayati önem taşımaktadır. Bu süreçte hükümetin birinci olarak geçmişte çok sık düştüğü sonuçsuz mutabakat vurgularına, bürokratik oligarşiyi güçlendiren kurumlar arası mutabakat arayışları yanlışına tekrar düşmekten kaçınması, sivil-askeri statükocu güçlere karşı dik durduğunu kanıtlayan beyan ve icraatlarda bulunması gerekmekte. İkinci olarak da zaten gerilemiş ve referandum sonucunda da moral açısından iyice zayıflatılmış militarist yapıyı cesaretlendirme anlamına gelebilecek tutum ve beyanlardan sakınarak süreci pekiştirecek ve değişime kapalı statükocuları daha da gerilere püskürtecek adımlar atması önem kazanmaktadır. Ayrıca yaklaşmakta olan 2011 genel seçimi ile birlikte düşünüldüğünde süreci ilerletmek hükümet açısından politik bir gerekliliktir. Ve aynı zamanda yoğun baskı, manipülasyon ve propagandalara rağmen referanduma olumlu yönde katılım gösteren kitlelere karşı samimiyetini ispatlaması noktasında da ahlaki bir sorumluluk arz etmektedir.
Baskı, Tehdit, Şiddet, Şantaj; "Hayır" Cephesinin Referandum İcraatında Yok, Yok!
Referandum öncesinde süreci boşa çıkarmaya yönelik ortaya koyduğu icraatlarıyla bıkkınlık uyandıran "Hayır" cephesinin bileşenleri referandum esnasındaysa bir adım daha ileri atarak icraatlar zincirine baskı, tehdit, şantaj ve şiddet halkalarını katarak bunu toplumun boynuna asmaya kalkıştılar. Referandum öncesinde özellikle de İstanbul'da asılmasına tanık olduğumuz pankartlardan biri dikkat çekiyordu. MHP'nin astığı içeriğinden anlaşılan bu ırkçı pankartta "Türküm Demeye Gocunanların Yönetimine Hayır!" deniliyordu. Ancak ne hikmettir ki ırkçılık yüklü bu ve benzeri pankartlara rağmen Kürtleri temsil ettiğini iddia eden bir hareket, BDP de Türk milliyetçisi MHP ile paralelleşmekten geri durmamıştı. ÖDP, Halkevleri gibi örgütler bünyesinde toplanmış Sol Kemalistler referandum arifesinde toplantı basıp konuşmacılara sataşma, saldırma siyasetiyle öne çıkarken yine referandum arifesinde düzenin resmi kurumlarından YSK, seçim alanlarını kamusal alan ilan ederek başörtüsüne geçit vermeyeceğini ve bin yıl da sürse 28 Şubat'ı sürdürmeye niyetli olduklarını bir kez daha kanıtladı! Başta İzmir olmak üzere Ege ve Marmara bölgesinin çeşitli illerinde CHP ve MHP'den düzen muhafızları da okulları teftişçi edasıyla kolaçan ederek başörtülü sandık başkanı adaylarını engellemeye çalıştılar. Bölge illerinden medyaya yansıyan referandum görüntüleri de bu tabloyu pekiştirir mahiyetteydi. Urfa'da BDP'li milletvekili İbrahim Binici'nin de dahil olduğu bir grup, okul basıp çeşitli bahanelerle oy sandığını camdan aşağı atarken Mersin'de ise oy kullanmanın önüne geçmek için Kürt mahallelerinde baskı ve tehditle kalınmayarak insanların mallarına molotoflu saldırılar düzenlendi. Özellikle de bölge illerinde BDP içerisine yuvalanmış PKK'li bağnazların kameralara ve gazete manşetlerine yansıyan görüntüleri AK Parti şahsında İslam düşmanlığında ittifak etmiş "ilerici güçler"in akıl tutulmasını göstermesi açısından ibretamizdi. Referandum sürecinde tedhişe kalkışanların bir kısmı da Bursa'da Akın Birdal'a kafa atma kabadayılığına soyunan Bilgehan Şimşek tipinde de görüldüğü gibi nam salmak, kahramanlaşmak amacıyla öne çıkmışlardı.
Sonuç olarak bu bağnazlığı "ilerici güçler"in o dillerinden düşürmedikleri "çağdaş değerler"in başında gelen demokrasi ibriğine vurup iç tutarlılık testine tabi tuttuğumuzda bunların demokrasi savunusunun bir kez daha kocaman bir palavradan ibaret olduğu ortaya çıkmaktadır. Adil bir bakışın Türkiye siyasi tarihinin en önemli aşağıdan yukarıya doğru demokrasi hamlesi olarak görebileceği Anayasa referandumunda "ilerici güçler" bir kez daha demokrasiye rağmen demokrasiyi muhafaza etmekte sınıfta kaldılar. Demokrasinin en temel gerekliliği olan farklı rakip unsurların eşit koşullarda yarışmasına tahammül etmeyerek referandumdan lehte sonuç çıkarmak için olmadık icraatlara, bağnazlıklara başvurdular. Ancak yine de tercihine başvurulan kitlelerin ezici çoğunluğu tarafından sandığa gömüldüler.
Taleplerimizi Daha Gür Biçimde Yükseltelim!
Referandumda Anayasa değişikliğine evet yönünde irade beyan eden kitlelerin bu tutumu aynı zamanda son zamanlarda öznesinin AK Parti olduğu darbecilerle mücadeleye destek verildiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu referandum bir yönüyle "Ergenekon'la mücadeleye devam edilsin mi, edilmesin mi? Kürt açılımı sürdürülsün mü, sürdürülmesin mi? Başörtüsü sorunu çözülsün mü, çözülmesin mi?" sorularını mündemiçtir. Hükümet bu toplumsal iradeyi doğru okumalı ve değişim politikalarına destek verdiğini ortaya koyan toplumun taleplerini karşılamalıdır. Bu noktada bir tür samimiyet göstergesi olarak değişim karşıtları sivil-askeri bürokrasi ile üstelik de eli bu kadar güçlüyken pazarlık anlamına gelebilecek tutumlardan sakınmalı, muhtemel uzlaşma tekliflerine ve tehditlerine boyun eğmediğini kamuoyuna göstermelidir. Unutulmasın ki –yerine neyin geçirildiği bir yana- 12 Eylül günü referanduma sunulan konu 12 Eylül Darbesi'nin getirdiği toplumsal, siyasal ve yasal düzenin sürdürülüp sürdürülmemesi sorusuydu. Sembolik anlamda da olsa toplumun ezici çoğunluğu 12 Eylül Darbesi'ne ve ortaya çıkardığı sosyal, siyasal ve hukuki yapılanmaya "hayır" diyerek statükonun meşruiyetini ortadan kaldırmış bulunmaktadır. O halde hükümet bu toplumsal ve hukuki yeni durumun da verdiği avantajla sivil-askeri bürokraside hâkim olan çeteci-Ergenekoncu-darbeci yapılanma ve buna bulaşan kişileri daha cesur bir şekilde yargılamalı ve yeni yasal düzenlemelerle Kürt sorunu, başörtüsü meselesi vb. toplumsal sorunların çözümüne yönelik adımları hızlandırmak durumundadır.
Yine bu bağlamda süreci pekiştirmeye dönük olarak özellikle de İslami duyarlılık sahibi kuruluşlar tarafından kamuoyu oluşturma çalışmaları yapılmalı ve sürdürüle gelen talepler daha örgütlü, istikrarlı ve daha gür bir biçimde yükseltilmelidir.
Diğer yandan bilindiği üzere yeni hukuki durum AYM'ye bireysel başvuru düzenlemesini getirmiş bulunmaktadır. Bu noktada değişime hukuki planda işlerlik kazandırmak ve başörtüsünü gündemleştirmek için AYM'ye bireysel başvuruların yapılması yoluna gidilmesi fonksiyonelliğe haiz olabilir.
Referandumun getirdiği sonuç şudur ki, sivil-askeri vesayetle ayakta tutulmaya çalışılan darbeci düzenin toplum nezdinde meşruiyeti kalmamıştır. Dolayısıyla yeni durum ve beraberinde getirdiği vasat hem hükümete hem de her kesimden değişim yanlılarına önemli sorumluluklar yüklemektedir. Müslümanlar olarak taleplerimizi şimdiki vasatta daha gür bir biçimde dillendirmeli, yükseltmeliyiz.
Çünkü unutulmasın ki, Türkiye'de su uyur ama darbeciler uyumaz!
HAŞİM AY / HAKSÖZ-HABER
HABERE YORUM KAT