
İki ucube siyasa: Yahudiler ve ‘Dürzi Siyonizmi’
“İsrail’in kuruluşundan itibaren oluşturulan bazı mitlere dayalı olarak kayda değer bir Dürzi nüfusun İsrail’e yakınlık hissettiği aşikâr.”
İki Ucube Siyasa: Yahudiler ve ‘Dürzi Siyonizmi’
Mustafa Ekici / Kritik Bakış
İsrail’in kuruluşundan itibaren oluşturulan bazı mitlere dayalı olarak kayda değer bir Dürzi nüfusun İsrail’e yakınlık hissettiği aşikâr. Özellikle İsrail içinde yerleşik Dürzi popülasyon ve onlarla bağlantılı olarak Golan eteklerinde ve Cebel el-Şeyh’teki Dürzi toplumu, söz konusu çatışma dinamiği için stratejiktir. Ancak tablo, İsrail ve bazı ‘Siyonist’ Dürzi liderlerin ortaya koymaya çalıştıklarından daha karmaşıktır.
14 yıllık kanlı bir iç savaşın ardından gelen Suriye devrimi, Birinci Dünya Savaşının galipleri tarafından dayatılan bölgesel düzeni temelinden sarsmaktadır. Devrimin Ortadoğu’da yol açtığı büyük tektonik sarsıntılar sadece devletleri değil, bölgenin azınlıklarını da tıpkı Birinci Cihan Harbi sonrasındakine benzer savrulmalar ve kışkırtmalarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu manada Suriye’nin kadim azınlıkları Dürziler ve Nusayriler, söz konusu büyük sarsıntıların yarattığı yeni pozisyonlanmada, bölge devletleri ve dışardan bölgeye etki etmek isteyen uluslararası güçler için geçmişte olduğu gibi yeniden kıymet kazanmış durumdalar. Söz konusu kıymet esas olarak bu azınlıkların manivela olarak kullanım değeridir.
Suriye iç savaşı boyunca gerek rejimin gerekse bölgesel/uluslararası güçlerin sıklıkla araçsallaştırdığı azınlıklara dayalı çatışma dinamiğinin, Suriye Devrimi sonrasında yeniden harekete geçirilmek istendiği gözlenmektedir. Bu bağlamda, ülkenin güney sınırları boyunca yerleşik parçalı bir demografik yapı olarak Dürziler üzerinden yeni bir çatışma dinamiği tetiklemek için İsrail’in askeri ve istihbari faaliyetleri dikkat çekicidir.
İsrail’in kuruluşundan itibaren oluşturulan bazı mitlere dayalı olarak kayda değer bir Dürzi nüfusun İsrail’e yakınlık hissettiği aşikâr. Özellikle İsrail içinde yerleşik Dürzi popülasyon ve onlarla bağlantılı olarak Golan eteklerinde ve Cebel el-Şeyh’teki Dürzi toplumu, söz konusu çatışma dinamiği için stratejiktir. Ancak tablo, İsrail ve bazı ‘Siyonist’ Dürzi liderlerin ortaya koymaya çalıştıklarından daha karmaşıktır.
Dürzilik, bin yıl evvel İran’dan gelen ve bölgeyi kasıp kavuran Şii dalganın kalıntılarından biridir. İslam’ın ezoterik yorumlarından biri olan Dürzilik, kapalı bir ‘sır’ tarikatıdır. Günümüze kadar varlıklarını koruyabilmiş olmalarının temelinde de söz konusu kapalı yapılarının etkisi büyük olmuştur. Akide olarak ana akım İslam inancının epey dışına savrulmuş olsa da Dürzilik, İslam kültür evreninin içinde yer almaktadır. Çoğunlukla Suriye, Lübnan ve işgal altındaki Filistin topraklarında (İsrail’de) yerleşik olan Dürzi popülasyonu, dünya çapında yaklaşık 1.2 milyon civarında tahmin edilmektedir. Kesin olmamakla birlikte Suriye nüfusunun yaklaşık %3’ünü (600.000 civarı) oluşturan Dürziler çoğunlukla dağlık ve kırsal bölgelerde mukimdir. Genel olarak Anti Lübnan dağının güney etekleri, Hawran platosu, Kuneytra’daki Hermon Dağı (Cebel el-Şeyh), Filistin’deki Celile Tepeleri ve Golan Dağı’nın engebeli arazilerinde yerleşik olan Dürzilerin çoğunluğu Süveyde vilayetinde (350.000 civarı) yerleşiktir. Şam’ın Güneydoğusundaki Jaramana, Sahnaya ve civarı da önemli bir Dürzi nüfus (150/200.000 civarında) barındırmaktadır. Bu kırsal ve engebeli arazide izole yerleşim stratejisi, merkezi iktidarın baskısından korunmanın yanı sıra, dini özerkliği korumanın bir yolu olarak da değerlendirilebilir. Suriye Dürzi toplumu, Lübnan Dürzilerine kıyasla daha izole bir yaşam sürdürmektedir. Dürzi toplum örgütlenmesinin temel otoriteleri olan siyasi (meşa’ihul zaman) ve dini (şeyhül-akl) otorite alanları, Lübnan Dürzilerine nazaran Suriye Dürzi toplumunda daha stabil ve görece özerk bir nitelik arz etmektedir. Suriye Dürzi toplumunda son iki yüzyılın uygulaması ile Şeyhül-akl makamının üç aile (Ceruba, Hinawi ve Haceri) arasında ardışık biçimde el değişmesi sonucu günümüzde üçlü bir Şeyhül-akl otoritesi yerleşmiştir.
Suriye’deki Dürzi toplumunun Suriye devrimine karşı siyasi duruşu iki ana grupta toplanabilir: birinci grup; yeni Suriye yönetimini reddeden ve Dürzi bölgesinin ‘özerkliğini’ savunanlar. Bu grubu, İsrail’deki Dürzi dini lider Muvaffak el -Tarif ve İsrail İstihbarat kurumlarıyla içli dışlı olan, uyuşturucu ticareti ile maruf, Venezuela doğumlu Şeyh Hikmet el- Hicri temsil ediyor. Teolojik olarak bu grubu ‘Dürzi Siyonistler’ olarak tanımlamak mümkündür. Bu siyasi gruba askeri olarak destek verenler ise, çoğunlukla yeni Suriye yönetimi tarafından kovuşturulmaktan çekinen ve Hikmet el- Hicri ile bağları bulunan devrik Esed rejimi artığı Dürzi asker ve subayların kurduğu Askeri Konsey. Süveyde’deki Askeri Konseyi oluşturan bu silahlı grup da şimdilik Hikmet el- Hicri ile aynı siyasi pozisyonu taşımaktadır. Ancak Muvaffak Tarif’in etkisindeki El Hicri’nin tabanına İsrail sempatisi (Dürzi Siyonizm’i) aşılama çabalarına karşın, Askeri Konsey ile arasında Arap Milliyetçiliği temelinde tarafların şimdilik görmezden geldiği bir ayrışma da bilinmektedir.
İkinci grup ise Suriye’nin birliğini ve merkezi yönetimi savunan Şeyh Yusuf el- Cerbu ve Şeyh Hamud el Hinnavi tarafından temsil edilmektedir. Leys Balus’un komuta ettiği Onurlu Adamlar (Rical el -Kerame) adlı askeri milis grubun da desteklediği bu yaklaşım, Arap Milliyetçiliği temelinde en büyük temsil tabanına sahip grup olarak biliniyor. Nitekim Devrimden hemen sonra İsrail’in yaptığı kışkırtmalarla alevlenen çatışmaları dindirmek için bütün Dürzi ileri gelenleriyle birlikte Hikmet el -Hicri’nin de onayladığı bildirilen (El Hicri bildiri okunmadan hemen önce salonu terk etmişti) açıklama grubun siyasi yaklaşımlarını şöyle ifade etmiştir: ‘Bölünmez bir parçası olduğumuz birleşik Suriye, bizim onurumuzdur. Suriyeliliğimiz ise şerefimizdir. Vatan sevgisi imandandır. Bölünmeyi, ayrılmayı veya kopmayı kesinlikle reddediyoruz.’ Grup aynı siyasi pozisyonunu bugün de korumaktadır.
Söz konusu grupların temsil kabiliyetleri ve güçlerine dair net veriler olmamakla birlikte, İsrail’in ve İsrail’e yanlamış durumdaki Muvaffak el -Tarif’in heveslerini kursaklarında bırakacak bir tablonun varlığı sır değildir. İsrail işbirlikçisi Dürzi liderler, savundukları düşkün siyasete ve ontolojik sapmaya, Suriye Dürzilerinden ortaklar bularak günah çıkarmaya çalışıyor gibidirler. İsrail ise, sonuçları itibariyle hem kendi iç bütünlüğüne zarar verecek hem de Dürzilere onlarca yıldan beri yaptığı yatırımı boşa çıkaracak, stratejiden yoksun, beyhude taktik hamlelerle fırsatçılık yapmaktadır. Yüzyılın başında Fransız Manda Yönetimi altında kısa süreliğine deneyimlenen dış destekli ‘özerk’ yapı, diğer azınlıklar gibi Dürzilere de kalıcı bir istikrar ve huzur getirmemiştir. İsrail’in anakronik biçimde yeniden canlandırmaya çalıştığı bu sömürge projesinin akıbetinin ilkiyle aynı olacağını söylemek kehanet olmayacaktır.
1925’te başını Dürzi lider Sultan Paşa el Atraş’ın çektiği Büyük İsyanla Arap Milliyetçiliği ideolojisi içinde eriyen Dürzi özerkliği projesinin, bugün yeniden İsrail destekli biçimde gündeme gelmesi bir deja vu’dan ibarettir. Hemen bütün tarihleri boyunca merkezi iktidarlar karşısında huzursuz bir pozisyonda olmuş Dürziler ve benzer azınlıklar üzerine kurulacak her plan kısa vadede ters tepmeye mahkumdur. Fransız Manda yönetimi Yüksek Komiseri Gabriel Puaux, 1939’da Fransız işgaline karşı patlayan olaylar üzerine bölgeyi ziyaret etmeye karar verir. Puaux’a verilen istihbarata göre Dürzilerin 3/2’si Dürzi otonomisini dolayısı ile Fransızları (işgali) desteklemektedir. Bu istihbarata güvenerek Cebel’de Dürzileri ziyaret ettiğinde Puaux’un karşılaştığı manzara ibretliktir; büyük umutla geçekleşen ziyarette beklenmedik bir kalabalık, hem de Fransızlarla iş birliği yapmış olan liderlerin öncülüğünde, kendisini aşağılayan slogan ve pankartlarla protesto etmişlerdi. Arkasında Armee Du Levant’ın (Fransız işgal ordusunun kurduğu Levant özel birliği) korumasında Fransız bayrakları sallayan küçük bir grup ise komiserin içinde bulunduğu durumun absürtlüğünün işareti olarak kayıtlara geçecekti. Aynı kaderi, büyük beklentilerle Kuneytra’daki dikenli tellerden Suriye içine sızan Mossad ajanları da yakın zamanda hayal kırıklığı ve acı kayıplarla yaşamışlardı.
Yahudi-Dürzi ilişkisi, tarafların ikiyüzlü biçimde iddia ettikleri gibi varoluşsal ve ontolojik bir ilişki değil, iki ‘kesintili toplumun’ korku, güvensizlik ve geleceğe dair belirsizlikler üzerinde temellenen, mit ve kurgularla bezenmiş ikircikli bir ilişkidir. Zamanın İsrail Genelkurmay 2. Başkanı ve Moşe Dayan’ın yeğeni Tümgeneral Uzi Dayan’ın anlattığı bir hikâye, bu ikircikli ilişkinin altını doldurmaya matuf masallara iyi bir örnektir:
‘İki babaya sahip olmak gibi hüzün verici bir şerefe eriştim. Biri babam Zurik Dayan, diğeri amcam ve sonradan İsrail Genelkurmay Başkanı olacak olan Moşe Dayan. Babam Zurik, ben yüz günlük bir bebekken Dürzilerle aramızda meydana gelen bir savaşta öldürüldü. O savaşta Dürzilerin komutan yardımcısı İsmail Kablan adında bir Dürzi’ydi. Babamın ölümünden bir süre sonra amcam Moşe Dürzilerle bir ittifak yaptı ve bu ittifak sonucu, Dürziler İsrail sınır polisi içinde istihdam edildiler. İsmail Kablan da bu birimin kurucularından biri oldu. Çok sonra İsmail’in oğlu Cihat, benim komutamda Hebron’daki (El Halil) Hz. İbrahim’in türbesine ilk ulaşan 4 subayımdan biriydi. Bu bana sonsuz bir keyif verdi.’
İsrailli ve işbirlikçi Dürzi liderlerin propaganda ettikleri bu ve benzeri masallarla oluşturulan Dürzi-Yahudi ‘kan bağı’ miti, geçmişte Maruni Yahudi iş birliği üzerine temellendirilen ve 200 binden fazla can kaybına yol açan Lübnan iç savaşı kabusunun bir benzerine yol açmaya mahkumdur.
İsrailli yetkililer, Dürzileri baştan beri Suriye ile arasında bir tür ‘güvenlik tamponu’ olarak tanımladılar. Oysa bu hem coğrafi hem kültürel hem de siyasi bir cehalettir. Prensip olarak tampon bölge fikri, basitçe sınırdan dışarıya doğru ‘derinliği’ olan bir bölge anlamına gelir. Ancak her ‘tampon’ işgal edilecek yeni topraklar olarak kodlandığında iş gerçekten karmaşıklaşır, böylece basit bir güvenlik önlemi olarak tasarlanan durum, her tampon için yeni bir tampon, yeni bir koruma katmanı şeklinde devam eden bir tür jeopolitik saçmalığa dönüşür. İşte İsrail, toprak işgali ve yayılmacı doktrini ile, ayarttığı bazı Dürzi liderler ve bağlıları üzerinden, ileride Golan’la birleştirerek topraklarına katacağı bir ‘tampon’ hayal etmektedir. Kâğıt üzerinde gayet makul duran bu ‘tampon’ planı, birazcık harita ve demografi bilgisi olanların güleceği absürt bir Yahudi masalıdır. Süveyde ile İsrail sınırı arasında 2 milyondan fazla Sünni Arap’ın yaşadığı Dera, Kuneytra ve bağlı yüzlerce yerleşim bulunuyor. Bu devasa coğrafi ve demografik alanın havadan atılacak üç beş bomba ile ‘temizleneceğini’ düşünecek kadar gerçekten kopmuş Yahudiler için ancak akıl sağlığı dilenebilir.
1918’den beri coğrafya ve demografiyle savaşan Yahudilerin yüz yıl sonra vardıkları durak istikrarlı bir devlet ve toplum değildir. Tersine, oldukça kırılgan, geleceği belirsiz, siyasi, askeri, ekonomik hatta demografik süreklilik açısından dış desteğe hayati biçimde bağımlı, ucube bir pozisyon. Coğrafyayı ve demografiyi denklemden çıkarmanın tek yolu, şu anda Gazze’de yaptıkları gibi toptan bir soykırımla nüfusu yok etmek, toprağı ve toprağın hafızasını tamamen silmektir. Bedelini ödeyebilecek çok katmanlı bir güç varsa olacak olan budur ancak Yahudiler açısından bu seçeneğin imkansızlığı, kendini tekrar eden bir tür Sisifos eylemi manasızlığındadır. Coğrafya ve tarihle çatışan Yahudi koloni devleti İsrail’i ne Hristiyan Siyonistler ne Müslüman (!) Siyonistler ne de Dürzi Siyonistler yok olmaktan kurtaramayacaktır. Tarih yeniden hükmünü icra edecek ve Yahudi yeniden çıkınını sırtına vurup yollara düşecektir. Bu kadar ağır suçtan sonra kendine açık bir kapı bulabilecek mi onu da zaman gösterecektir.







HABERE YORUM KAT