1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yılbaşı ritüelleri ve Müslüman toplumda normalleşen yabancılaşma
Yılbaşı ritüelleri ve Müslüman toplumda normalleşen yabancılaşma

Yılbaşı ritüelleri ve Müslüman toplumda normalleşen yabancılaşma

Yaşar Değirmenci, yılbaşı uygulamalarının Müslüman toplumun kimliğini, ahlaki yapısını ve iman merkezli hayat tasavvurunu aşındıran kültürel bir kuşatmaya dönüştüğünü ifade ediyor.

31 Aralık 2025 Çarşamba 22:32A+A-

Yaşar Değirmenci/Yeni Akit

Yılbaşı çılgınlığından kurtulun!


Her toplumun kendine özgü bir kimliği vardır. Milletler, bu kimlikle tarihteki yerlerini alırlar. Millî ve manevi değerlerini bu kimlikle muhafaza eder, aile olmayı bu kimlikle sağlar; sanat ve mimarilerini, şehir ve medeniyetlerini bu kimlikle oluştururlar. Geleceklerini bu kimlikle ayakta tutarlar. Bizi biz yapan, bizi millet kılan, birlik ve beraberlik içinde kardeşçe yaşamamızı sağlayan Müslüman kimliğimizdir. Tarih sahnesinden silinen milletler, önce yabancı kültürlerin etkisi altına girmişler, sonra kimliklerine yabancılaşmışlardır. 


Bugün, insanlık, ahlaki bir yozlaşma ile karşı karşıyadır. Sınır tanımayan bir tarzda gerçekleştirilen eğlencelerle tertemiz yaratılan fıtrat bozulmuştur. Özüne ve kültürüne yabancı, kimliksiz nesiller oluşturulmaya çalışılmaktadır. 


Yılbaşı için yapılanlar; değerlerimiz ve kimliğimizle bağdaşmayan eğlencelerle hayatımızı zayi ettiğimiz günlere dönüştürüldü. Bu günler; inancımızda ve kültürümüzde yeri olmayan sembollerle evlerin, işyerlerinin ve sokakların donatıldığı bir ortama çevrildi. Bu günler; bedenimize ve ruhumuza zarar veren alkolün tüketildiği bir zaman dilimi haline getirildi. Bu günler; içinde alın teri olmayan, kendisiyle hayır yapılamayan, adı ne olursa olsun kumar, piyango ve şans oyunlarının oynandığı bir hâle dönüştürüldü. Yılbaşı vesilesiyle Batı-Hristiyan ülkelerinin, Hristiyânî-pagan sembolleri ülkede her tarafı hızla kapladı. 


Yılbaşı, tam bir çılgınlığa dönüştü bu ülkede! Her yerde ürpertici bir yılbaşı çılgınlığı yaşanıyor. Kapitalist haz, hız, hırs ve tüketim endüstrisi, Batı’nın yeni bir barbarlık biçimi üreterek kitleleri Batı’nın kölelerine dönüştürdü. Toplum da uyuşturulduğu âdeta hipnotize edildiği için ne hâle getirildiğini bile bilemez halde. 


Çarşıda-pazarda, işyerlerinde, alış-veriş merkezlerinde, televizyon ekranlarında, sosyal medyada, velhâsıl, her yerde Noel Baba soytarıları cirit atabiliyor ülkemizde! Sadece işyerlerinde, resmî veya gayr-ı resmî kurumlarda değil, sitelerde, büyük yerleşim merkezlerinde -hatta evlerde bile- devâsâ çam ağaçları dikildi; sokaklar, caddeler Noel Baba figürlerinden geçilmez oldu! Bu soytarılık, bu özenti, bu aşağılık kompleksi bir toplumun zihnî, kültürel ve sosyal bakımlardan tefessüh edişinin, Batı’nın emrine girip uşaklığını yapışın, sürüklenişinin, göstergesi. Kumarsız, içkisiz, harama bulaşmadan yılbaşı hayal mi?



Uyuşturucu, hırsızlık, tefecilik, mahalle terörü, liselerde hatta ortaokullarda çığ gibi büyüyen ve kontrolden çıkma emareleri gösteren ekran terörü. Hâyânın, edebin, ahlâkın en güzel örneklerini dünyaya sunan bu toplum, çürüyüp yok oluyor!

Devlet, aileler, STK’lar, cemaatler, herkes üzerine düşen görevi yapamazsa, bu pasif nihilizm, uyuşturucu konformizm ve yok edici oportünizm ile yok olacağız hep birlikte toplum olarak. Uyuşturucu, alkol, fuhuş, kumar, cinayet, hırsızlık, tefecilik, sahtekârlık, cinayet, bahis ve şiddetin yerleşmesi, alıştırıldığı için toplumun ezici çoğunluğu rahatsız olmuyor. Şu ayet: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (66 Tahrim, 6) bir tavsiye değil, açık bir emirdir. Bir hatırlatma değil, ağır bir sorumluluktur. Ve bugün bu emrin karşısında: Ailemizi ateşten koruyamadık. Çocuklarımızı iyi okullara gönderdik ama iyi insan olmayı öğretemedik. Evlerimizi eşyayla doldurduk ama imanla dolduramadık. Gelecek kaygısıyla koşturduk, fakat ahiret kaygısını ihmal ettik. Aile, imanın ilk sığınağıdır. O sığınak yıkıldığında toplum da çöker, nesiller de savrulur. Çocuklarımız bizi değil, dizileri ve sosyal medyayı örnek alıyor. Evlatlarımızı Allah’a yaklaştıracak yerde, dünyaya teslim ettik. “İyi bir kul ol” demekten çok, “iyi para kazanan” dedik. Sonra ahlaki çöküş karşısında şaşkınlığa düştük. Maddi imkân sunduk ama istikamet gösteremedik. Sonra nesiller neden savruldu diye hayıflandık. “Herkes böyle yapıyor, zaman böyle” bahanesi geçmez mahşerde.


Evlerimizi yeniden iman merkezli inşa edelim. Çocuklarımızı namaza, edebe, Kur’an’a yönlendirelim. “Ey iman edenler!” hitabı hâlâ diri, hâlâ canlı.

Çürüyüp gidecek beden özenle beslenirken, kalp ve ruh ihmal edildi. Günahlarla ağırlaşan, gafletle kararan kalp neyle besleniyor? Hangi ayetle diriliyor, hangi secdeyle arınıyor? Kur’an bu çarpıklığı açıkça haber verir:



“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve mal ile evlat çoğaltma yarışıdır…” (57 Hadîd, 20) Biz süsü hayat, oyunu gerçek sanıyoruz. Allah’ın huzurunda hesap verecek o günü ve hesabı unutuyoruz. 

Rabbimiz bu gerçeği (26 Şuarâ, 88, 89) şöyle hatırlatır: “O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler kurtulur.”


Beyinler uyuştu, ruhlar iğdiş edildi, ne yaptığını bilemeyen komada bir insanlık dramı yaşanıyor. Taklit edenin, edilenden daha beter duruma düşüşünü görmek isteyen; ibretle dersler çıkararak düşünsün ve olanların olmaması için ‘ne yapabilirim? sorusunu sorsun.

Beden doydukça talepleri artıyor, kalp aç kaldıkça katılaşıyor. Merhamet azalıyor, vicdan susuyor, zulüm normalleşiyor. Modern insanın bunca imkâna rağmen huzursuz oluşunun sebebi de budur. Kalp vahiyden mahrum. Hiçbir şuurlu direnç göstermeden yapılanları kabulleniş, teslim oluş, rezilleşme özgürlüğüdür. 


Bilge Adam Aliya İzzetbegoviç o ünlü sözünü bu günleri görür gibi söylemiş. 

“Savaş, ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” Mesele kimlik, kişilik ve şahsiyet meselesi. Bu duruma niçin ve nasıl düşüldü? Bu sorunun cevabını herkes “Nefs Muhasebesi” yaparak vermeli. Hepimizin sorumlu olduğunu unutmadan.

HABERE YORUM KAT