1. YAZARLAR

  2. Yavuz Bahadıroğlu

  3. “Umudumuz” Kılıçdaroğlu mu?
Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

“Umudumuz” Kılıçdaroğlu mu?

22 Mayıs 2010 Cumartesi 03:34A+A-

CHP’nin Atatürk’ten sonraki umudu İsmet İnönü idi...

İstiklâl Savaşı’ndan 17 yıl önce çıkılmış, cumhuriyet kurulalı da hayli zaman olmuştu… Devrimler de artık oturmuştu. Memleket baskı sonucu “süt liman”dı...
İsmet Paşa ekonomiyi derleyip toparlayabilir, memleketi, dünyanın gidişatına uygun biçimde “demokrasi”ye geçirebilir, en azından “polis-jandarma devleti” imajını silip, özgür dünyaya entegre edebilirdi... İlk günlerde atadan kalma CHP’li basının (o tarihte henüz “medya” yoktur) pompaladığı hava da buydu... Görünüşe göre rüzgâr, İnönü’nün yelkenlerini şişiriyordu...
Sonra görüldü ki, yelkenlerini değil, sadece siyasal “ego”sunu şişirmiş... Cumhurbaşkanı sıfatıyla bile yetinmemiş, “Milli Şef” unvanını da almış.
“Birinci Adam” olmaya o kadar meraklıymış ki, ilk iş olarak paradan, puldan ve devlet dairelerinden Atatürk’ün resimlerini kaldırıp kendi resimlerini koydurmuş.
Ya kalkınma projesi?.. Ekonomik refah plânı?.. Toplumun gelirini arttırma çabası?.. Sanayileşme hamlesi?.. Üretimi arttırma tedbirleri?.. İhracat atağı?..
Hak getire!
Peki ya icraat?..
Bakın o var işte!..
“İcraat” adına evler basılıyor, “dini siyasete âlet” ithamıyla kendi halinde gariban dindarlar kelepçeleniyor, sahilden balık tutanlar bile içeri atılıyor, “Bir gün savaş çıkabilir” gerekçesiyle depolanan erzak çürütülüp denize dökülüyor, denizden kepçelerle bunları toplayıp karınlarını doyurmaya çalışan fakir-fukara coplanıyor, camilerde çocuklara gizli gizli elif-be öğretmeye çalışan Oflu Hoca’lar tartaklanıyordu...
Öte yandan ders kitapları (örneğin “Tarih II” isimli lise kitabı) Allah’ı inkârla dolduruluyor, Kâbe “tavla zarı”na benzetiliyor, Kur’an “Muhammed’in koyduğu prensipler” olarak tanımlanıyordu...
Müslüman vatandaşlara bunlar yapılırken, “Varlık Vergisi” marifetiyle gayrimüslimlerin soluğu kesiliyordu.
Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler “kötü adam” ilân ediliyor, 1942 yazı boyunca yandaş gazetelerde hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk, soygunculukla suçlanıyordu.
Hemen her gün ve her gazetede “karaborsacı Yahudi”, “fırsatçı Rum”, “vurguncu Ermeni” tiplemelerini içeren haber ve karikatürler yayınlanıyordu.
Akıl almaz bir ırkçılık ve ayrımcılık da vardı...
İsmet Paşa’nın Başbakanı Saracoğlu, 5 Ağustos 1942’de okuduğu hükümet programında, “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir” derken, Maliye Bakanlığı, savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde ettiği iddia edilen kimselerin dökümünün yapılmasını, Müslümanların karşısına “M”, gayrımüslimlerin “G”, dönmelerin “D” harfinin konulmasını talep ediyordu (Bu utanç verici talebi 12 Eylül 1942’de İstanbul Defterdarlığı görevine atanan Faik Ökte’nin anılarında öğreniyoruz).
15 gün içinde Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen gayrimüslimlerin mallarına el konuyor, icra yoluyla haraç-mezat satılıyor, bu da yetmezse, devlet işlerinde ücretsiz çalıştırılmak üzere, çalışma kamplarına gönderiliyor, aileleri Aşkale’ye, kendileri Eskişehir’e sürülüyordu (Böylece, 900 gayrimüslim 8 Ağustos 1943’te yük vagonlarıyla Eskişehir/Sivrihisar’a nakledildi. Orada 10 ay kaldılar. Bu uygulama ancak dünyada yankılandıktan ve şiddetle eleştirildikten sonra kaldırıldı).
İsmet İnönü’den sonra ortaya Bülent Ecevit’i çıkardılar. Sınırsızca umutlaştırdılar: “Umudumuz Karaoğlan” sloganı gazetelerden taşıp dağlara-taşlara ulaştı...
Akıl almaz propaganda yöntemleriyle seçmeni etkileyerek, Ecevit’i nihayet ite-kaka iktidar yaptılar...
Ecevit iktidarında “icraat” namına akılda kalan şey, derin bir akaryakıt kıtlığıdır (hem de Başbakan Ecevit’i ve dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal’ı makamlarında palto ile oturmaya mecbur edecek kadar derin)...
Ve tüpgaz başta olmak üzere sigara, margarin, şeker, çay kuyrukları...
Kulaklarda ise hem acıtıcı, hem de incitici bir çığlık kaldı: “Biri bu kadına (“kadın” dediği milletin pâk oylarıyla seçilmiş “milletvekili” Merve Kavakçı’ydı) haddini bildirsin!”
Ecevit’in bunlardan başka hiçbir “olumlu” icraatı yoktur!
Sonra sırasıyla diğerleri geldi: Hepsi de başlangıçta Çiftetelli Medyası ile yazarlarının “umud”uydu. Lâkaplar taktılar, dünya önderlerine benzettiler, büyüttükçe büyüttüler; hatta önlerinde “şapka” çıkarttılar (Bu şapka hikâyesi çok komiktir: Ecevit’in Başbakan olduğu [III. Ecevit hükümeti] 1978’de meydana gelmiştir. O tarihte Baykal Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’dır. Gazeteler bir telefonla akaryakıt dolu tankeri çevirip Türkiye’ye yönlendirdiğini yazmış, asırlık çınar Hasan Pulur da bu hayali “icraat” karşısında kendinden geçip şapkasını çıkarmış, “Bu başarı karşısında şapka çıkartıyorum” diye yazmıştır. Tabii CHP iktidarının bu tek icraatı da fos çıkmış, Pulur ustamız şapkasını tekrar başına geçirmek zorunda kalmıştır).
Ama hiçbirinin bir hayrını, hiçbir eserini görmedik!
Laf u güzafı bırakın: Bana yıllar boyu iktidarda kalmış CHP’nin, hangi iktidar dönemine ait olursa olsun, tek bir eserini gösterin.
Kılıçdaroğlu’na âcizane tavsiyem ise bu şişirmelere, rüzgâr-müzgâr lâflarına kendini fazla kaptırmasın. Cilâlı lafların cilâsı çabuk dökülür.

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT