
Uluslararası hukuk bir yol ayrımında: Gazze küresel bir hesaplaşmaya yol açabilir mi?
Uluslararası hukuki ve siyasi sistemin yeni standartlar, herkes için geçerli olan adalet ve herkesten beklenen hesap verebilirlik temelinde düzeltilmesi için bir fırsat var.
Ramzy Baroud’un Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.
Uluslararası hukuk ‘geçerlilik mücadelesi’ veriyor. Bu mücadelenin sonucu, İkinci Dünya Savaşı ile şekillenen ve hukukun egemen ülkeler tarafından seçici bir şekilde yorumlanmasıyla dünyanın tüm siyasi dinamiklerini değiştirebilir.
Prensip olarak, uluslararası hukuk, büyük ya da küçük tüm ülkeler arasındaki ilişkilerin yönetilmesinde, çatışmaların savaşa dönüşmeden çözüme kavuşturulmasında her zaman en üst düzeyde olmasa da önemli olmalıydı. Ayrıca, Batı sömürgeciliğinin Küresel Güney'i (ekonomik, politik ve sosyal bağlamlarda kullanılan bir terimdir ve gelişmekte olan veya düşük ve orta gelirli ülkeleri tanımlamak için kullanılır) yüzlerce yıl boyunca fiilen köleleştirmesine izin veren sömürü dönemine geri dönülmesini engellemek için de çalışmalıydı.
Ne yazık ki, teoride küresel uzlaşıyı yansıtması gereken uluslararası hukuk, barışa adanmış ve Güney'in sömürgelikten kurtulmasına gerçekten yatırım yapmış sayılmaz.
Irak ve Afganistan'ın işgalinden Libya savaşına ve geçmişteki ve günümüzdeki sayısız diğer örneğe kadar, BM genellikle güçlülerin zayıflara kendi iradelerini dayatmaları için bir platform olarak kullanıldı. BM Genel Kurulu'nun sık sık yaptığı gibi, küçük ülkeler toplu olarak karşı koyduklarında ise, Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisine, askeri ve ekonomik güce sahip olanlar, “güçlü olan haklıdır” düsturuna dayanarak geri kalanlara baskı yapmak için avantajlarını kullandılar.
Bu nedenle, Küresel Güney'deki pek çok entelektüel ve siyasetçinin, barış, insan hakları ve adalete sözde hizmet etmek bir yana, uluslararası hukukun her zaman önemsiz olduğunu savunduğunu görmek hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.
Bu ilgisizlik, İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere karşı 15 ay boyunca sürdürdüğü ve 160.000'den fazla insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olan acımasız soykırımla tam anlamıyla gözler önüne serildi.
Ancak Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) 26 Ocak 2024'te Gazze'deki “olası soykırım” hakkında bir soruşturma başlatması ve ardından 19 Temmuz'da İsrail'in Filistin'i işgalinin hukuka aykırı olduğuna dair kesin bir karar vermesiyle birlikte uluslararası sistem zayıf da olsa bir nabız atışı göstermeye başladı. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) kasım ayında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarması, Batı merkezli hukuk kurumlarının değişebileceğinin bir başka kanıtı oldu.
Amerika'nın tüm bunlara verdiği öfkeli tepki tahmin edilebilirdi.
Washington uzun yıllardır uluslararası hesap verebilirliğe karşı mücadele ediyor. George W. Bush yönetimindeki ABD Kongresi 2002 gibi erken bir tarihte ABD askerlerini, ABD'nin taraf olmadığı UCM tarafından “cezai kovuşturmaya karşı” koruyan bir yasa çıkardı. Lahey İşgal Yasası olarak adlandırılan bu yasa, UCM tarafından tutuklanan Amerikan vatandaşlarını ve askeri personeli kurtarmak için askeri güç kullanılmasına izin veriyordu.
Doğal olarak Washington'un uluslararası kurumlara baskı yapmak, tehdit etmek ya da cezalandırmak için aldığı önlemlerin birçoğu İsrail'i çeşitli kisveler altında korumakla bağlantılı olmuştur. Ancak İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırımın ardından ortaya çıkan küresel tepki ve hesap verebilirlik talepleri Batılı hükümetleri bir kez daha savunmaya itti. İsrail ilk kez, kendisini birçok açıdan parya devlet haline getiren türden bir incelemeyle karşı karşıya kaldı.
Birçok Batılı hükümet İsrail'e yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmek ve savaş makinesini beslemekten kaçınmak yerine, sadece uluslararası hukukun uygulanmasını savundukları için sivil topluma saldırdı.
Hedef alınanlar arasında BM'ye bağlı insan hakları savunucuları da vardı.
18 Şubat'ta Alman polisi, azılı bir suçluyu yakalamak üzereymiş gibi Berlin'deki Junge Welt'e baskın düzenledi. Tam teçhizatla binanın etrafını saran polisler, kendisini demokratik olarak gören bir ülkede asla yaşanmaması gereken tuhaf bir drama yol açtılar. Güvenlik seferberliğinin arkasındaki isim, İsrail'in Gazze'deki soykırımını açıkça eleştiren İtalyan avukat Francesca Albanese'den başkası değildi.
Bayan Albanese aynı zamanda BM'nin işgal altındaki Filistin topraklarına ilişkin mevcut Özel Raportörüdür. Eğer BM'nin müdahalesi olmasaydı, sadece İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği suçlardan sorumlu tutulmasını talep ettiği için bile tutuklanabilirdi.
Ancak Almanya bir istisna değildir. Başta ABD olmak üzere diğer Batılı güçler de bu ahlaki krizin bir parçası. Washington sadece İsrail'i ve kendisini uluslararası hukuk karşısında hesap vermekten korumak için değil, aynı zamanda İsrail'in davranışlarını sorgulama cüretini gösteren uluslararası kurumları, yargıçları ve yetkilileri cezalandırmak için de ciddi ve rahatsız edici adımlar atmıştır.
Nitekim 13 Şubat gibi kısa bir süre önce ABD, İsrail'e karşı tutumu nedeniyle UCM başsavcısına yaptırım uygulamıştır. Bazı tereddütlerin ardından Kerim Han; Netanyahu ve Gallant için tutuklama emri çıkartarak daha önce hiçbir UCM savcısının yapmadığını yaptı. Şu anda “insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları” nedeniyle aranıyorlar.
Ahlaki kriz, yargıçlar sanık haline geldiğinde derinleşiyor, zira Khan kendisini ABD yaptırımlarının yanı sıra Batı medyasının bitmek bilmeyen saldırı ve tacizlerinin hedefinde buldu.
Tüm bunlar ne kadar rahatsız edici olsa da, bir umut ışığı var.
Uluslararası hukuki ve siyasi sistemin yeni standartlar, herkes için geçerli olan adalet ve herkesten beklenen hesap verebilirlik temelinde düzeltilmesi için bir fırsat var.
İsrail'i desteklemeye devam edenler pratikte uluslararası hukuku tamamen reddetmiş durumdalar. Kararlarının sonuçları korkunçtur. Ancak insanlığın geri kalanı için Gazze savaşı küresel bir hesaplaşmayı tetikleyebilir ve askeri açıdan güçlü olanların değil, masum çocukların, kadınların ve yaşlıların anlamsızca öldürülmesini durdurma ihtiyacının şekillendirdiği daha adil bir dünyayı yeniden inşa etme fırsatı sağlayabilir.
* Ramzy Baroud, gazeteci ve Palestine Chronicle'ın editörüdür. Yazılmış beş kitabı vardır.





HABERE YORUM KAT