1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. TR 1’de Mavi Marmara Konuşuldu
TR 1’de Mavi Marmara Konuşuldu

TR 1’de Mavi Marmara Konuşuldu

Mavi Marmara gemisinde bulunan yazarımız İbrahim Sediyani, Gazze yolculuğunda yaşadıklarını Almanya’da anlatmaya devam ediyor. Sediyani, son olarak TR 1'in konuğu oldu.

08 Temmuz 2010 Perşembe 10:49A+A-

"25. SAAT" PROGRAMINDA MAVİ MARMARA

 

Almanya'dan yayın yapan TR 1 televizyonuna çıkan Sediyani, 27 Mayıs – 3 Haziran günleri arasında Akdeniz açıklarında ve Filistin topraklarında yaşananları Alman ve göçmen kamuoyuyla paylaştı. TR 1 Genel Yayın Yönetmeni Zeki Şahin'in hazırlayıp sunduğu "25. Saat" programına canlı yayın konuğu olan Sediyani, yolculukta yaşananların yanısıra Gazze'deki dram ve Filistin'deki işgal hakkında bilgiler de verdi. İlgiyle takip edilen ve izleyicilerin canlı telefon bağlantılarıyla iştirak ettiği programda İbrahim Sediyani'nin geçen yıl Özedönüş Yayınevi arasında çıkan "Adını Arayan Coğrafya" kitabı ile Haksöz sitesi için kaleme aldığı gezi yazıları da konuşuldu. Kitabın ve gezi yazılarının tanıtıldığı programın en ilginç özelliği, Zeki Şahin ile İbrahim Sediyani'nin daha önce yıllarca Türkiye Gazetesi'nde birlikte çalışmış olmaları ve o dönemler Zeki Şahin'in Sediyani'nin yazıişleri müdürü olmasıydı.

 

Eski müdürünün programına konuk ettiği gazeteci, yazar, şair ve aktivist İbrahim Sediyani, "25. Saat" programında genel hatlarıyla şunları söyledi:

 

"ONUR VE ERDEM GEMİSİ"

 

"Mavi Marmara, gerçek mânâda bir barış gemisiydi. Bir onur ve erdem gemisiydi. Her dînden, her ırktan, her ülkeden, her kavimden, her meslek grubundan, sosyal sınıftan, her yaş grubundan yolcular vardı. En küçüğü 18 aylık, en büyüğü de 88 yaşında olmak üzere toplam 587 yolcuyduk. Yolcular 32 ayrı ülkeden insanlardılar."

 

"Mavi Marmara yolcuları, kendi toplumlarının ve geldikleri toprakların elit ve aydın kesimindendiler. Vatikan'da ikamet eden sürgündeki Qûdüs başpiskoposu Hilarion Capueci vardı, 1948'de işgal edilen Filistin topraklarındaki Müslümanlar'ın ve İslamî hareketin lideri Şeyh Raid Salah vardı, Beled partisinden Arap kökenli İsrail milletvekili Hanin Zuabi vardı, İsveç Uppsala Üniversitesi Dinler Tarihi öğretim üyesi prof. dr. Mattias Gardell vardı, Yunanistan Gazze gemisi organizasyon komitesi başkanı araştırmacı – yazar Dimitris Plionis vardı, IHH başkanı Bülent Yıldırım vardı, Mazlum – Der genel başkanı Ahmet Faruk Ünsal kardeşim vardı, Özgür – Der genel başkanı Rıdvan Kaya kardeşim vardı. Sanatçılar vardı, yazarlar vardı, parlamenterler vardı. 150 civarında bayan vardı, hanım kardeşlerimiz vardı. Onlar da dünyanın çeşitli ülkelerindendiler."

 

"GEMİNİN MUHATABI GAZZE HALKIYDI"

 

"Gemide öyle bir ortam oluşmuştu ki, o güzelliği anlatmak mümkün değil. Hatta gemi yola çıkmadan önce, gemiye 'Nûh'un Gemisi' ismini vermişlerdi. Tarihin ilk erdemli toplumu, ilk erdemli ülkesi bir gemide kurulmuştu; sonuncusunu da biz yine bir gemide kurduk. O yolculuk çok farklı bir yolculuktu. Hangi dînden, mezhebden, ırktan, kavimden veya sosyal sınıftan olursa olsun, herkesin herkese kardeş gözüyle baktığı bir toplum olmuştuk gemide. Farklılıkların çatışma sebebi olarak değil, bir zenginlik olarak görüldüğü bir ülke kurmuştuk denizin ortasında."

 

"Geminin amacı tamamen insanî bir amaçtı. Siyasî ve ideolojik hiçbir gayesi yoktu bu geminin. Geminin tek muhatabı Gazze halkıydı. Tek amacı da insanî yardımları oraya ulaştırmaktı."

 

"Gazze, işgal altındaki Filistin topraklarının özerk bir bölümü. Burada dört yıldır, 2006 yılından beri haksız ve hukuksuz bir ambargo var. Orada seçimler yapıldı ama tabiî seçimleri Batılılar'ın beğenmediği bir parti kazanınca, o partiyi hükûmete taşıyan halkı ambargoyla cezalandırma yoluna gittiler. Tabiî Batı'nın bu huyunu, emperyalist güçlerin bu tavırlarını tanıyoruz; bize yabancı değil. Biz bunu 1992'de Cezayir'de de gördük. Orda da serbest seçimler yapıldı. Seçimi İslamî Selamet Cephesi kazanınca ordu darbe yaptı; ülkeyi kan gölüne çevirdiler. Biz bunu hatta Türkiye'den de biliyoruz, Refah – Yol döneminden, 28 Şubat darbesinden. Yaparlar böyle seçimler, demokrasi derler. Beğenmedikleri hükûmetler işbaşına gelince de her tür vahşeti yapmayı kendilerine hak görürler."

 

İSRAİLLEŞEN İSRAİL

 

"İsrail biz daha Antalya'dan yola çıkmadan önce denizde 5 günlük askerî tatbikat başlattı. Saldırıdan bir gün önce de, 30 Mayıs günü 68. milde ateş talimi yaptı, uluslararası sularda. Biz İsrail'den müdahale bekliyorduk, ama bu deni korkunç bir saldırının ve katliamın yapılacağını tahmin etmemiştik. Bizim karşımızda ABD olsaydı, İngiltere veya Mısır olsaydı, ne yapacağını önceden az çok tahmin edebilirdik. Fakat İsrail bu! Sonuçta uluslararası hukuku, ahlak ve insanlık sınırlarını tanımayan işgalci bir güç! O'nun 'ben şöyle yaparsam dünya ne der?' diye bir kaygısı yok. Daha bir buçuk yıl önce Gazze'de yaşananlar ortada. 'Dökme Kurşun' operasyonunda dünyanın gözü önünde katliam yaptılar. Fakat biz yine de böyle bir vahşet sergileyeceklerini tahmin etmemiştik. Aklımıza gelen şuydu: Tamam, İsrail İsrail'dir ama bu kadar da İsrail değildir. Şu insanları vuramaz. 32 ülkeden insanlar var, dünyanın 5 kıtasından. Hepsi de geldikleri toplumun ileri gelen insanları, saygın insanları. Silahla, savaşla ilgisi olmayan insanlar. Kendi ülkelerinin siyasetine, sosyolojisine, ekonomisine, gündemine yön veren insanlar. Milletvekilleri var, yazarlar var, gazeteciler var, sanatçılar var, dîn adamları var, kanaat önderleri, cemaat önderleri var, imamlar, papazlar var, sivil toplum temsilcileri var. İsrail İsrail'dir ama bu kadar da İsrail olamaz, bu kadar İsrailleşemez dedik. Vuramaz bu gemiyi dedik. Ama vurdu; vahşîce, canîce vurdu. İsrail İsrail gibi davrandı."

 

"YAHUDÎ DÜŞMANLIĞI" ARGÜMANI SİYONİST CİNAYETLERİ SAVUNMAK İÇİN

 

"Bizler hem İslamofobia'ya, hem de anti semitizme karşıyız. Irkçılığın, kaynağını kavim ve renklerden alan her türlü düşmanlığın karşısındayız. Fakat bugün bazı kesimler özellikle 'Yahudî düşmanlığı' argümanını siyonist İsrail'in soykırım ve cinayetlerini savunma amacıyla bir argüman gibi kullanıyorlar. Bu tutum, özellikle bu konuda geçmişi sabıkalı olan Almanya'da adeta olağan bir davranış şeklini almış durumda. Almanya'da değil İsrail'i eleştirmek, hiçbir yorum yapmadan İsrail'in yaptıklarını anlatmak bile 'Yahudî düşmanlığı' ile suçlanabiliyor, İsrail hakkında 'İsrail'in var olma ve kendini savunma hakkı vardır' cümlesi dışındaki tüm sözleriniz sizi anti semitizm suçlamasıyla karşı karşıya bırakabiliyor. Bunu yapanların amacının Yahudî düşmanlığını önlemek değil, bilakis İsrail'in cinayetlerini, işgal ve katliamlarını savunmak olduğu, bunu da bu argümanı kullanarak yaptıkları ortada. İsrail'in cinayetlerine karşı çıkmanın Yahudî düşmanlığı ile ne alakası var?"

 

HALEPÇE, SREBRENİTZA VE URUMÇİ ÖRNEKLERİ

 

"1992'de Bosna'da katliam oldu, Srebrenitza'da. Şimdi biz Bosna'daki soykırıma karşı çıkarken, Sırplar'ın yaptığı soykırıma karşı çıkarken Hristiyan düşmanı olduğumuz için mi yapıyoruz? Geçen yıl Urumçi'de ve Kaşgar'da yaşananlara karşı çıkarken, Çin'in Doğu Türkistan'da yaptığı katliama karşı çıkarken Budist düşmanı olduğumuz için mi yapıyoruz? Saddam Halepçe'de kaç bin Kürd'ü öldürdü, Kürtler'e katliam uyguladı. Biz Saddam'ın yaptıklarına karşı çıkarken İslam düşmanlığı mı yapmış oluyoruz? İlgisi yok! Bunu artık Yahudîler de seslendirmiyorlar. Dünyanın birçok yerinde Yahudîler de İsrail'i protesto ediyorlar; başta New York olmak üzere. Yahudîler 'İsrail'in yaptığı terör en çok bize zarar veriyor' diyorlar. Mavi Marmara hadisesinden sonra dünyadaki Yahudîler de ayağa kalktı. Avrupa'daki, Madrid ve Stockholm'daki Yahudîler 'Siyonizm suçtur' pankartları taşıdılar; hatta Amerika'daki, New York ve Caracas'taki Yahudîler 'İsrail yıkılmalıdır' sloganları attılar. O Yahudîler de mi Yahudî düşmanı? Yahudîler bu tavrı ortaya koyarken, Türkiye'deki bir kısım Müslümanlar'ın ve Avrupa'daki bir kısım Hristiyanlar'ın İsrail'in her katliamından sonra ortaya çıkıp 'İsrail'in var olma hakkı' nakaratını tekrarlayıp durması artık kabak tadı verdi. Dünya bunu yutmuyor artık; herkes Akdeniz açıklarında neler yaşandığını canlı olarak gördü."

 

"YAHUDÎLİK BAŞKA SİYONİZM BAŞKA"

 

"Yahudîlik başka birşey, siyonizm başka birşey. Biz hiçbir zaman Almanya'da Naziler'in, NPD'nin yaptığını bütün bir Alman halkına mal etmiyoruz. Dolayısıyla İsrail teröründen de Avrupa'daki veya dünyanın başka yerlerindeki Yahudîler'i sorumlu tutmuyoruz. Hatta biz yola çıkmadan önce Antalya'da, Bülent Yıldırım ve isimlerini saydığım diğer saygın kişiler, yolcu arkadaşlarımız defaatle basın toplantısı düzenlediler. Kepez Spor Salonu'nda Bülent Yıldırım bizzat şöyle söyledi: 'Eğer İsrail'in Gazze'ye uyguladığı katliam ve ambargoyu dünyanın herhangi bir yerinde bir Müslüman devlet Yahudîler'e karşı uygulasaydı, biz oraya da aynı şekilde gemiler gönderir, aynı eylemi ortaya koyardık. Ordaki zûlme de karşı çıkardık.'... Böyle erdemli bir düşünce, durduğumuz yeri göstermiyor mu? Sırplar'ın Bosna'daki katliamlarına karşı çıktığımızda kimse 'Hristiyan düşmanlığı' argümanıyla karşımıza dikilmedi; Çin'in Doğu Türkistan'daki katliamlarına karşı çıktığımızda kimse 'Budist düşmanlığı' argümanıyla karşımıza dikilmedi. Öyleyse İsrail'in Filistin'deki katliamlarına her karşı çıktığımızda birilerinin hemen 'Yahudî düşmanlığı' argümanıyla karşımıza dikilmesi niyedir?"

 

SARI KANARYAYI BİLE ÖLDÜRDÜLER

 

"İsrail bize uluslararası sularda saldırdı. İçinde bir tane bile silah olmayan ve tamamen insanî amaçlarla yola çıkan bir gemiye, adeta bir deniz ordusuyla saldırdılar. Daha gemiye bindirme yapmadan ateş açtılar, kurşunlar yağdırdılar, bombalar attılar. Açıkça katliam yapmaya gelmişlerdi. Siz gemide ne taşıyorsunuz? Çocuklara mama götürüyorsunuz, oyuncak götürüyorsunuz, ilaç götürüyorsunuz, meyve götürüyorsunuz, yiyecek götürüyorsunuz, inşaat malzemesi götürüyorsunuz, çocuk parkı yapmak için aletler götürüyorsunuz, okullarda kullanılmak üzere eşya götürüyorsunuz, bir halka yardım götürüyorsunuz. Böyle bir gemide, hem de uluslararası sularda terörist saldırıya uğruyorsunuz, arkadaşlarınız öldürülüyor, helikopterden ve zodyaklardan ateş açılıyor, insanlar canice öldürülüyor. Bir kuş götürmüştük kendimizle, sarı bir kanarya. Onu bile öldürdüler, hem de ateş ederek, kurşunla."

 

"MEDYA BİZİ SALDIRGAN, İSRAİL'İ DE MAZLUM İLAN ETTİ"

 

"Böyle bir olay yaşadıktan sonra dönüyorsunuz, bakıyorsunuz ki bir kısım Türk medyasında ve pek çok Alman medyasında siz resmen haksız duruma düşmüşsünüz, saldırgan durumuna düşmüşsünüz. Bu medya organlarında sadece bizim onları nasıl dövdüğümüz yazılıp çiziliyor, onlara nasıl tekme tokat vurduğumuz konuşuluyor. Düşünebiliyor musunuz? Biz saldırgan oluyoruz. Siz şurda yolda giderken kimin sizin önünüzü kesme hakkı var ki? 'Siz niye dövdünüz?' Ya, onların orda ne işi vardı? Onların ne hakkı var ki önümüzü kessinler? Uluslararası hukuka göre, biz orda silah kullansaydık bile haklıydık. Çünkü uluslararası hukuka göre ister sivil gemisi olsun, ister yolcu gemisi olsun, ister yük gemisi olsun, hatta isterse resmî gemi olsun, velev ki askerî bir gemi bile olsun, içinde tamamen silahlar ve askerler bile olsa, uluslararası sularda giderken korsanların saldırısına uğradığı zaman, o gemideki yolcuların kendilerini savunma hakkı vardır. Biz silah da kullanmadık, sadece gemiyi ele geçirtmemek için direniş gösterdik. Direnişimizin tek amacı, onların gemiyi ele geçirmelerini önlemekti. Kimseyi öldürmek için yola çıkmadık ve öldürmedik de. Ama öldürüldük, katledildik."

 

"Be'er Şeba kentindeki Ela Cezaevi'nde olduğumuzun ikinci günü Türkiye büyükelçisinin vekili olarak bizi ziyarete gelen bir bayanla yaptığımız görüşme sonrası Türkiye ve dünyada olanlardan haberdar olduk ve cezaevinden kesinlikle çıkacağımızı düşünmeye başladık. Ama o durumda bile kendimizi değil, diğer kardeşlerimizi düşünüyorduk. Oradayken, biz Türkiyeliler olsun, Avrupalılar olsun, öbür ülkelerden kardeşlerimiz olsun, biz çıkacağımızı anlamıştık. Fakat bunu anladıktan sonra bile bunun sevincini yaşamıyorduk, kendimizi düşünmüyorduk. Bizim tek derdimiz neydi? Aramızda Filistin ve İsrail vatandaşları var, onları düşünüyorduk."

 

"DÜNYANIN KURTULUŞU GAZZE'NİN KURTULUŞUNDAN GEÇER"

 

"İsrail açısından bakarsak, yani 'İsrail bu esirlere nasıl muamelede bulunabilir?' mantığını irdelereken, otomatikmen biz esir arkadaşlarımızı üç gruba ayırıyorduk kendi aramızda: Bir; İsrail'le veya Filistin'le hiçbir alakası olmayan yabancı insanlar. Kim bunlar? Bizler, Türkiyeliler, işte Avrupalılar, Yunanistanlılar, İspanyalılar, şunlar bunlar. Biz en iyi durumdakileriz. İki; İsrail'le diplomatik ilişkileri olmayan, İsrail'le biribirlerini hiç tanımayan ülkelerin vatandaşları. Kim bunlar? Daha çok İslam ülkeleri oluyor. İşte İran'dır, Suriye'dir, Cezayir'dir; bunlar. Bizimle ilgileniyorlar, temsilciler geliyor. Onlarla kim ilgilenecek? Onların ülkesinin burada herhangi bir temsilcisi yok ki. Çünkü biribirlerini hiç tanımıyorlar. İkinci durumdakiler onlar. En kötü durumdakiler ise, Filistin veya İsrail vatandaşları. Yani Gazzeli, Batı Şeriâlı ya da 1948'de işgal edilen topraklardan gelenler. Başta Raid Salah'ın kendisi, veya milletvekili Hanin Zuabi. Hadi onların bir statüsü var. Sıradan vatandaşlar ne yapacaklar? Biz o zaman oturduk ve şöyle bir karar aldık: Arkadaşlar, kimi erken çıkarırlarsa çıkarsınlar, erken çıkmak yok: Erken çıkmak yok! Herkes beraber çıkacak. Bizim korkumuz, bizleri çıkartıp, oralı olanları orada tutmalarıydı. Biz çıktıktan sonra da hapiste Arap ve Yahudîler'e orada her türlü kötülüğü yapmalarıydı."

 

"Arzum, bu geminin, bu felâketin hayırlara vesile olması. Nedir bu hayır? Yeni bir dünyanın, daha adil, daha barışçıl, insanların birbirini sevdiği, savaşların olmadığı, sınırların olmadığı, kardeşçe bir dünyanın kurulmasıdır. Bunun da en büyük şartı, Gazze'nin özgürleşmesi, üzerindeki bu ambargonun ve Filistin topraklarındaki işgalin ortadan kalkmasıdır. Çünkü insanlık ailesinin kurtuluşu, Gazze halkının kurtuluşundan geçer."

 

"ADINI ARAYAN COĞRAFYA" KİTABI VE HAKSÖZ'DEKİ GEZİ YAZILARI

 

Programda ayrıca İbrahim Sediyani'nin geçen yıl Ramazan ayında piyasaya çıkan "Adını Arayan Coğrafya" kitabı da konuşuldu. Kitaba övgüler yağdıran ve kendisi de Karadenizli olan Zeki Şahin, "Karadeniz'deki köylerimizin eski güzel isimleri değiştirildi. Ama biz hâlâ eski isimleriyle anıyoruz" dedi. Ordu'nun, Giresun ve Trabzon'un, Rize ve Artvin'in köylerinin eski isimlerini böyle bir kitapta toplu şekilde bir arada görmenin kendisi için müthiş heyecan verici bir olay olduğunu kaydeden Şahin, " Adını Arayan Coğrafya, eşi benzeri olmayan bir kitap. Bu kitabı başta Karadenizliler olmak üzere herkese tavsiye ediyorum. Mutlaka temin ediniz" tavsiyesinde bulundu. Eski elemanı ve talebesi Sediyani'den bir Gazze kitabının yanısıra Haksöz'deki gezi yazılarını da kitaplaştırmasını beklediğini özellikle belirten TR 1 Genel Yayın Genel Yönetmeni Zeki Şahin, "Yazarlığı Allâh vergisi fakat gazeteciliğinde en büyük pay sahibi olan kişi olarak bu çalışmalarıyla onur duyuyorum" ifadelerini kullandı. Gezi yazıları konusunda özellikle Haksöz okuyucuları ve Türkiye'deki insanlar için bir açıklama yapan Sediyani ise, "Zeki Şahin'le çalıştığım dönemlerde mesleğimin en güzel dönemini yaşadım. Avrupa'nın nerdeyse yarısını gezdim. Haksöz'de okuduğunuz o gezilere beni işte bu insan göndermişti. Sizler beni hep gezi yazılarımla andınız. Zeki Şahin olmasaydı o geziler olmayacaktı; dolayısıyla gezi yazıları da olmayacaktı" dedi.

 

HAKSÖZ-HABER

 

 

TR 1 televizyonuna çıkan İbrahim Sediyani, 27 Mayıs – 3 Haziran günleri arasında Akdeniz açıklarında ve Filistin topraklarında yaşananları anlattı.

 

 

TR 1 Genel Yayın Genel Yönetmeni Zeki Şahin, canlı yayında "Adını Arayan Coğrafya" kitabını tanıttı ve bir Karadenizli olarak kitaba övgüler yağdırdı

 

 

TR 1 ekranlarında canlı olarak yayınlanan ve gazeteci Zeki Şahin'in hazırlayıp sunduğu "25. Saat" programının bu haftaki konuğu yazarımız İbrahim Sediyani oldu.

 

 

İlgiyle takip edilen programa izleyiciler canlı telefon bağlantılarıyla iştirak ettiler

HABERE YORUM KAT

1 Yorum