Yoğun ilginin olduğu panellerde konuşmacıların ortak vurguları şöyle oldu:

Batı’nın oluşum sürecinde sarı ırk, siyah ırk ve Kızılderililer üzerine yapılan zulümler Batı medeniyetinin temellerinde gözyaşı ve katliamların olduğunu göstermektedir. Bazılarının kutsadığı Batı aslında bizim coğrafyamızın zenginliklerinin, insan gücümüzün talan edilmesine dayanmaktadır.

Bu zulüm çeşitli şekillerde halen devam etmektedir. Ve bu çağda Müslümanların üzerine düşen bu zulme son vermektir. Üstelik bu dengesizliği ortadan kaldırabilecek tek alternatif Müslümanlardır. O halde Müslümanlar yalnızca bireysel hedef ve çıkarlarını hayatın merkezine koyamazlar.

Bir yandan emperyalizmin saldırganlığı ve İslam düşmanlığına karşı durmak zorunda olan Müslümanlar bir yandan da iç sorunları ve tarihleriyle yüzleşmekle mükelleftir. Hilafetin saltanata dönüşmesiyle birlikte pek çok alanda ümmet coğrafyası sahih dinle olan bağlantısında ciddi zaaflar yaşamış ve yaşamaktadır. Örneğin Allah ile kul arasındaki kurtarıcılardan kurtulmak için gelmiş İslam dini bugün ‘aracı’ların kurtarıcılık iddiaları ile vahiyle taban tabana zıt bir din anlayışını toplum içinde yaygınlaştırmaktadır.

Bir yandan coğrafyamızı zaaflı da olsa ümmet bilincinden uzaklaştırarak ‘vatan’ haline getiren sömürgecilerle mücadele ederken bir yandan da Kur'an’ı terkedilmiş olarak bıraktıran bu tarihsel mirasla da yüzleşmeliyiz. Tarihimizi tümüyle red nasıl yanlışsa tümüyle olumlamak biz Müslümanlara hiçbir şey kazandırmayacaktır.

Kur'an ve sahih sünnetle zihnini şekillendirmiş, vahiyle- hayat arasında bağ kurmuş Müslüman bireylere ve örgütlenmelere ihtiyaç had safhadadır. Müminler yalnızca namazlarında değil hayatlarının tümünde tek bir yöne dönmelidirler ki Allah’ın rızasını kazanabilsinler.