1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Tek yönlü Avrupa tarihinin kurduğu algı
Tek yönlü Avrupa tarihinin kurduğu algı

Tek yönlü Avrupa tarihinin kurduğu algı

Mehmet Garip Tanyıldızı, Batı’nın tarihi avcının hikâyesi gibi tek taraflı yazıp Avrupa’nın oluşumundaki kültürel ve dini sürekliliği özellikle görünmez kıldığını aktarıyor.

02 Aralık 2025 Salı 16:44A+A-

Mehmet Garip Tanyıldızı/Akşam

Avcının hikayesi

Her tarih bir kurgudur. Bugün içinde yaşadığımız dünyanın belirleyici unsuru olan Batı, nasıl kendi dışındaki dünyayı tanımlarken ve konumlandırırken söz hakkı tanımadan bulunduğu yerden bir kurgu inşa ettiyse, kendini tanımlarken ve kendi konumunu belirlerken, hatta kendi tarihini yazarken de aynı şeyi yaptı.

Bu durum, belki de kişinin kendi kendisine psikanaliz terapisi yapması örneğine benzer bir probleme işaret ediyor. Zira Batı, kendi tarihini yazarken o dönem benimsediği yeni değerlerin ve oluşturduğu zihniyetin etkisindeydi.

Modern tarih doktrini, Yunan antikitesi ve Avrupa uluslarının tarihine dayanıyordu. Bununla birlikte, Batı tarihinde çok büyük bir hacim kaplayan Hristiyanlık; kültürün, düşüncenin ve medeniyetin adeta dondurucuda bekletildiği bir dönem olarak resmedilerek dinin Avrupa'nın kodlarındaki rolü yok sayıldı.

Sekülerleşme süreciyle şekillenen yeni Avrupa, Kilise'yi mahkûm ederek bir anlatı inşa etti. Bu tarih yazılırken hüküm giydirilen taraf, yeni çağın iktidarında söz söyleme imkânı bulamadı ya da bulduysa bile sesi cılız kaldı. Biz de tarihin hikayesini avcıdan dinlemek durumunda kaldık.

Tarihi tek yönlü okumanın tuzağına düşmemek adına, sürecin mahkûmlarının söylediklerine de kulak kesilmek gerekiyor. Bu bağlamda, din ve kültür üzerine çalışmalarıyla bilinen, Katolik bir Hristiyan olan Cristopher Dawson'ın "Avrupa'nın oluşumu" kitabı güçlü bir örnek teşkil ediyor.

Modern tarih yazımına eleştirel yaklaşan Dawson, "tarihi olayları kaçınılmaz bir süreç içinde gelişip bugünü tarihin doruğuna çıkartmaya yaradıkları şeklinde değerlendirmek hatasına düşüldüğünü" söylüyor. Kendi döneminin tarihçilerinin ve antropologlarının modern insanı "prehistorik atalarının mirasıyla şartlandırılmış" olarak görmesine rağmen, çok daha yakın çağda yaşamış Orta Çağ atalarıyla bağlarının görmezden gelinmesindeki çelişkiye dikkat çekiyor.

Dawson'a göre Avrupa'nın asıl hamurunun yoğrulduğu çağlar bu karanlık diye yaftalanan zamanlardı. Modern tarihin ise, milliyetçi bir kalkış noktasından hareket ettiği için bu uzun sürekliliği "anlayamadığını" savunuyor. Ulus-devlet merkezli tarih okumasına karşı çıkan Dawson, "devleti kâinat nizamının en üstün mertebesine yerleştiren Hegel etkisindeki fikirlerin" belirleyici olduğuna ifade ediyor.

Bu noktada Dawson'ın kitabını iki dünya savaşı arası dönemde yazdığını, kendisinin de Avrupa birliği fikri inancına bağlı bir tarihçi olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. "Avrupalılar ortak köklerini unutmuş, geçmişten kendilerine kalan hiçbir şey olmadığı fikrine saplanmışlardır" diye yazan Dawson, bu tarihsel kopuşa güçlü bir itirazı dillendiriyordu.

Dawson, Avrupa'yı oluşturan unsurlar olarak Roma İmparatorluğu, Kilise, Klasik Grek-Helen kültürü, Barbar halkları sıralıyor. Ancak ona göre, tüm bu unsurları bir araya getirip bir birliği sağlayan esas harç Hristiyanlıktı.

Hristiyanlık, Roma'nın evrensel egemenlik fikrini yaşatmış, klasik kültürü Kilise'nin bünyesinde ileriye taşıyarak Rönesans'ın zeminini hazırlamış ve barbar halkları medenileştirerek günümüz Avrupa'sının temellerini atmıştı.

Modern tarih anlatısına karşı Dawson'ın temel itirazı, tarihsel sürekliliğinin ıskalanması, bazı unsurların hesaba katılmaması ve en önemlisi bu unsurlardan birincil rolde olan Hristiyanlığın katkısının görmezden gelinerek aksine "engelleyici" rol biçilmesidir.

"Avrupa'nın Oluşumu" tezi, tartışmalı birçok yön olmakla birlikte modern tarih yazımına mecbur olmadığımızı ve sözgelimi Hristiyanlık üzerinden de bir okuma yapılabileceğini göstermesi bakımından kıymetli.

Dawson'ın yaptığı bir ilk değildi, son da olmadı. Ondan sonra da Avrupa tarihinin farklı okumaları ortaya kondu. Ancak hâlâ iktisadi süreçler, maddi gelişmeler ve bilimsel ilerleme merkezli anlatıların yanında, bu tür kültür temelli okumaların yeterli hacme ulaştığını söylemek zor.

Modern kapitalist gelişmenin alamet-i farikasını anlamak adına ipuçlarına ulaşabileceğimiz, Batı'nın kimliğini oluşturan kodları görebileceğimiz farklı okumaların artmasına hala çok fazla ihtiyaç var.

"Avrupa neden Avrupa oldu? Oraya neden "Batı" diyoruz?" Bu soruların cevabı Avrupa'nın yaşadığı tarihsel süreçte ve onu oluşturan kodlarda yatıyor.

Yoksa, Dawson'ın da dediği gibi "Coğrafi yönden Avrupa, Asya'nın kuzey-batıya doğru uzanan bir parçasından başka bir şey değildir."

HABERE YORUM KAT