Suriye Günlükleri - 3
Lazkiye’de ilk durağımız Buruc el İslam’daki anaokulundan çıkıp yetim buluşmasına doğru yol alacakken, iki gün boyunca çok defa yaşayacağımız tatlı ve şaşkın, cemaatle arabaya binme, yerleşme ve inme telaşemizle tanışıyoruz. İdlib’den beraber geldiğimiz kızkardeşimin daha önceden yaptığı bilgilendirme sayesinde, bu konuda çok da hazırlıksız olmasam da daha sonra düşündüğümde çoluk-çocuk aynı arabaya 17 kişi nasıl sığabildiğimize şaşırıyorum.
Kardeşim yıllardır İdlib, Suriye ve Türkiye sınırlarındaki eğitim ve yardım çalışmalarında aktif olarak bulunduğu için, gece-gündüz demeden bu işlerin yükünü omuzlarında taşıyan Türkmen abimizin usulünü az-çok biliyor. Çalışmalara katılmak ve projeleri yerinde görmek için Türkiye’den her geldiklerinde en az birkaç yetim çocuk ve gencin onlara eşlik ettiğini; beraber yolculuk yapıp yemek yediklerini, kimi zaman bir günü kimi zaman birkaç günü beraber geçirdiklerini daha önce kendisinden dinlemiştim.
İdlib Lazkiye arası üç kızım, kızkardeşim, eşi ve üç çocuğuyla yaptığımız yolculuğumuza buradan sonra anaokulunda buluştuğumuz abimiz, eşi, üç çocuğu, iki yetim yeğeni ve yıllardır Türkiye’de olup gönüllü çalışmalarda bulunmak için doğduğu yerlere dönen bir genç hanım kardeşimizle devam ediyoruz.
Peygamberimiz (sav)’in “İki kişinin yemeği üç kişiye, üç kişininki dört kişiye yeter” hadisindeki bereketi, arabanın içine yerleşirken görüyoruz.
“İman; sabır ve geniş yürekliliktir.” hadisi de hayat yolunu adımlarken –özellikle anne-baba, evlat, eş ve diğer yakınlarla ilişkilerde- her daraldığımızda nasıl aydınlatıyorsa içimizi, yol içindeki yolculuklarda da azığımız oluyor.
Yakın zamanlarda içime düşen düşünceler zihnimde dolaşırken bir yandan ilk çekingenliklerini atan kızların yaklaşık aynı yaşlardaki arkadaşlarıyla yavaş yavaş kaynaşmaları, gittikçe samimiyetlerinin artması dikkatimi çekiyor. Allah’ın yardımı ve lütfu öyle büyük ki, sanki özel olarak seçip ayarlamışız gibi arabadaki herkese uygun birer arkadaş var.
En arka koltuklarda oturan en büyük kızım ve Türkiye’de okuduğu grafik tasarım bölümünü şimdi buralarda en verimli bir şekilde Allah rızası için kullanmak isteyen genç kızımız çoktan derin bir muhabbete dalmış bile. Kızımın Suriye devrimini yakından takip etmesi ve yaptığı ayrıntılı okumalar sayesindeki geniş bilgisiyle bir yandan Suriye’yi, diğer yandan da Bayır-Bucak Türkmenlerinden olan genç kardeşimizin yıllardır Türkiye’de yaşamış olmasından dolayı kendisine hiç yabancı olmayan Türkiye gündemini konuşuyorlar.
Daha küçüklerse, büyükler kadar hızlı bir muhabbet kuramıyorlar ama gün içerisinde önce yollarda yorgunluktan birbirlerinin omuzlarında uyuyakalarak sonra da birbirlerine sordukları bilmeceler, oynadıkları oyunlar ve yeni biriktirdikleri tecrübelerle samimiyetlerini ilerletiyorlar.
Küçüklerin birbirlerinin omuzlarına yaslanarak uyuyakaldıkları o hal öyle güzel ve masum ki; aynı davada yürüyen mü’minlerin en çok da zorlu yollarda birbirlerinin omuzlarına yaslanarak, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf olarak bu zorlukları atlatacaklarını düşündürüyor bana.
Yolun zorluğu, yolcuları daha bir bağlıyor birbirlerine. Ve kimin bu yola dayanabileceğini gördüğümüz gibi, kime dayanıp dayanamayacağımızı da görüyoruz yol boyunca.
Yol, insanın içindekini ortaya çıkartıyor belki de…
Hz. Ömer; yanında bir kimseyi övdüklerinde, kişiyi tanımak için sıraladığı maddelerin ilki olarak “onunla hiç yolculuk yaptınız mı?” sorusuyla derin bir hikmeti öğretiyor bizlere.
Şuanki yollarımız ve yolculuklarımız, o zamanlarla kıyaslanamaz belki ama, yine de az-çok içimizden ipuçları veriyor.
Ve yol insanı eğitiyor, öğretiyor, dönüştürüyor…
Son günlerde zamanın bereketsizliği, çok kısa sürede ve kolaylıkla birçok bilgiye ulaşabilmemize rağmen, gerekli bilgilerdeki eksikliğimiz ve yeterli tesirinin olmaması gibi konuları düşünürken, eski âlimlerin birçoğunun kısa hayatlarına rağmen arkalarında nasıl onlarca eser bıraktıklarına da hayret ediyordum. Üstelik çoğu zaman bu âlimlerin sadece bir hadisi duymak veya birkaç bilgiye ulaşmak için günlerce aylarca yolculuk yaptıklarını, zamanlarının çoğunun bu zorlu şartlardaki yolculuklarda geçtiğini düşününce, arkalarında bıraktıkları yüzlerce esere nasıl vakit bulduklarını anlamak zorlaşıyordu.
Ama daha sonra, o zamanlara göre oldukça rahat şartlarda da olsa biraz yolculuk yapıp yolda olunca, o âlimlerimizin ilim almaya giderken daha yoldayken birçok şeyi öğrendiklerini; olgunluktan cesarete, sabırdan sebata, fedakârlığa, kağıtlardan-kitaplardan öğrenemeyeceklerini ilim yolunda yolculuklarda öğrendiklerini ve Allah’ın bereketlendirdiği bir ömrün neticelerini düşünmeye başladım.
İşte bu abimiz de, hem kendi çocuklarını, hem yetim yeğenlerini ve hem de birçok yerden farklı yetimleri yolculuklarda beraberine alarak –tam olarak ne düşündüğünü bilemesem de- yolun eğitimini, sabır ve sebatı, birçok farklı Müslümanla tanışma imkânını onlara sunmuş oluyor. Aslında imkân sunulan sadece onlar değil; dışarıdan gelen misafirler, gönüllü çalışmalarda bulunanlar, hocalar, eğitimciler de yetim yavrularımızla, gençlerimizle beraber olma, onlarla vakit geçirme, başlarını okşayıp saatlerce sohbet edebilme imkânından nasiplenmiş oluyor.
Peygamberimiz (sav)’in terkisine aldığı genç sahabilerle yaptığı birebir yolculuk ve sohbetlerden günümüze gelen esintiler olmasını umut ediyorum bu yolculukların.
Buralara gelinip yetimlerle yapılan yüz boyama gibi birkaç etkinlik ve kısa bir eğlencenin ardından geri dönülen, daha sonra onlarca fotoğrafın sosyal medyada paylaşılmasıyla görüntü verilen bazı durumlardan hayıflanarak bahsediyor kardeşlerimiz.
Çünkü Suriye de Gazzemiz gibi bir yetimler ordusu kurmaya aday ve her yerde karşımıza çıkan bu güzel emanetler ancak uzun soluklu güzel yorgunluklarla ümmete umut olabilir.
Buruc el İslam bölgesinde deniz kıyısındaki bir açık hava lokantasında düzenlenen, Türkmen Dağının farklı köylerinden gelen 100 yetim ve annelerinin katıldığı buluşmaya ulaşıyoruz. İdlib Hırbetu-l cevz taraflarından öğretmen hanımlar, on- on beş çocuk ve gençle anneleri de var katılanlar arasında.
Ablalar çocuklarla çeşitli oyunlar oynayıp ilgilenirken, önce annelerle, yemekten sonra da gönüllü çalışmalara katılan kardeşlerimizle muhabbet ediyoruz.
Bursların dağıtıldığı, beraber yemeklerin yenildiği, oyun ve muhabbetin, nasihatleşme ve hatırlatmaların olduğu program, anneler ve çocuklara güzel bir ortam sunmak, beraberce kaynaşıp farklı bir gün geçirebilmeleri için organize edilmiş.
Buluşmanın yapıldığı bu sahil bölgesinin daha önce yakınlarına bile yaklaşılamazken, Esed askerlerinin terk etmesiyle artık sıradan halk da buralara gelebiliyor ve bugün ilki gerçekleştirilen bu tarz organizeler de buralarda yapılabiliyor elhamdülillah.
Lazkiye’nin berrak denizine yakından bakarken Firavun ve askerlerinin Mısır’dan çıkarken arkalarında bıraktıklarından bahseden ayetler geliyor aklıma; “Kem terekû min cennâtin ve uyûn…”, “Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar. Nice ekinler, nice güzel konaklar! Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler! İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık. Gök ve yer onların ardından ağlamadı.”
Zalimlerin bırakıp gittikleri bu yerler ve Suriye’nin diğer şehirleri şimdi kardeşlerimizin sorumlulukları altında. Ve bu sorumluluğun bilincinde olan kardeşlerimizin yüzlerinden bu yükün hem heyecanını, hem gayretini, hem yorgunluğunu okuyabiliyoruz. Artık bir senede on yıl yaşlanıyoruz derlerken; omuzumuza omuz verin, dualarınızla, gelip gitmelerinizle, maddi-manevi desteklerinizle yükümüzü hafifletin demek istiyorlar sanki.
Lazkiye’de ikinci gün programımız sabahın erken saatlerinde başlıyor. Buraları kısa sürede en fazla ne kadar değerlendirebilirsek kârdır. Bir grup öğretmen ve eğitimci kardeşimizle samimi ve dolu dolu bir muhabbetin ardından yönümüzü Türkmen Dağına çeviriyoruz. Birgün önceki zorlu yolculuğu henüz unutmuş değiliz, ama bu sefer belirli yerlere uğrayarak ve gerekli açıklamaları yerinde dinleyerek Türkmen Dağını daha iyi anlama zamanı…
Yolda, aralıklarla kısa kısa açıklamalar dinliyoruz dağın farklı veçhelerine dair. Dünyanın buralardan haberi bile yokken mücahitlerin bir başlarına yıllarca yaptıkları direnişler, dağlara açtıkları tüneller, bombardımanla yerinden edilen bir halk, yakılan bahçeler, talan edilen meyve ağaçları, yıllardır her biri bir tarafa dağılan aile fertleri…
Dağın zorlu yollarında bir yandan araba kullanırken bir yandan bizim buraları daha iyi anlayabilmemiz için büyük bir gayretle kimi zaman durup göstererek, kimi zaman önemli bilgileri atlamamaya çalışarak yılların zulüm, mücadele, cihad, göç, hüzün, umut tüm yaşanmışlıklarını özetlemeye çalışıyor abimiz.
Kıymetli eşi, fedâkar kardeşimizle de yol boyunca ve beraber kaldığımız iki gece, yıllardır tanışıyor da kaldığımız yerden sohbete devam ediyormuşuz gibi birçok konuyu konuşuyor; insana, topluma, çocuklarımıza, ilme, ihlasa, duaya, çabaya dair geçmişten ve günümüzden kelimeler biriktiriyoruz.
Türkiye’de de Müslüman kardeşlerimizin çalışmalarının küçüklüğümüzden beri içinde, yanında, yakınında olmaya çalıştığımız için, (elhamdulillah) sorumluluğun yükünün omuzlarında olduğu kardeşlerimizin, abilerimizin, hocalarımızın ev halkının arka planda yaptıkları fedakârlıkları, çabaları ve yorgunlukları az-çok biliyoruz.
Suriye genelinde Lazkiye özelinde bu sorumluluğun ağırlığını kalplerinde ve omuzlarında taşıyan birçok kimse var elbette. Benim görebildiğim kısmı dolayısıyla özelde bu güzel aileye ve tüm kardeşlerimize ve ailelerine dualar biriktiriyorum gönlümde…
Türkmen Dağının evleri, bağları ve bahçeleri yıkımdan etkilendiği gibi, okullar da bombardıman ve talandan nasibini almış. Bölge bölge, köy köy el uzatılacak, yeniden inşa ediliyor gibi tamirattan geçirilecek birçok okul var. Ama özellikle bilmemiz ve yeniden eğitime başlayabilmesi için elimizden gelen her türlü desteği öncelikle göstermemiz gereken iki okulu ayrıntılı geziyoruz.
Okullardan biri Bayır bölgesinin en büyük köylerinden olan Gebelle’deki Gebelle okulu. Diğeri ise Bucak bölgesinin en merkezi, en stratejik noktasındaki Kastal Maaf okulu… Uzun yıllar önce yapılmış olan bu okul; Esed ailesi döneminde buralara hâkim olmak, genç zihinleri kontrol altına almak ve belki de bilemediğimiz birçok amaç ve hedef için inşa edilip kullanılmış. Devrim sürecinde askeri karargâha dönüştürülen okulun içini bölüm bölüm gezerken her katta bulunan konferans salonları dikkatimizi çekiyor. Sınıflardan koridorlara, yemekhaneden lavobalara her yerde silah, mermi ve bomba kalıntıları var.
İlkokul, ortaokul ve liseyi içinde barındırabilecek kapasitede olan bu bina, büyük bir tadilat ve tamirattan geçirilirse, civar köylerin tamamına hizmet verebilecek. Yer olarak yüksek bir tepede ve çevre köylerin hepsine hâkim bir noktada bulunması, okulun önemini daha da çok arttırıyor.
Zalimler terk edip bıraktıkları heryer gibi buraları da yakıp yıkıp öyle gitmişler. Parçalanmış merdiven basamaklarını, harabe ve çöpe dönmüş derslikleri görünce, bu kadar kötülüğü bir insan içinde nasıl barındırabilir, anlayamıyoruz.
Türkmen Dağına yakınlarda geri dönüş yapabilen birkaç aileden birini ziyaret ettiğimizde, bahçede tandırda ekmek ve katıklı pişiren teyzemiz, yıllar sonra evlerine döndüklerinde gördüklerini anlatıyor esefle; cam, çerçeve ve kapıları çalınmış, evleri kullanılamaz hale getirilmiş, Esed askerleri tuvalet giderlerine cam, tuğla tıkamaya varıncaya kadar akla gelemeyecek her türlü kötülüğü arkalarında bırakarak çekip gitmişler.
Türkmen Dağına dönecek ve her şeye yeniden başlayacak yüzlerce aile var. Her birinin dönebilmek için evlerinin girilebilecek hale gelmesine ihtiyaçları olduğu gibi, en önemlisi de döndüklerinde çocuklarının ve gençlerinin gidebilecekleri okulların hazır hale getirilmesine ihtiyaç var.
Evlerini tamir ettirebilmeleri için her bir aileye ilk etapta ne kadar yardım ulaşabilir bilmiyoruz ama içinden şehid çıkan evlerin tamirinin her ne olursa olsun üstlenildiğini söylüyor kardeşlerimiz vefa ve hüznün tonlarıyla. Bunlardan biri diyerek gösterilen tamirine yeni başlanılmış iki katlı bir evin önünde ardında iki küçük çocuk bırakarak giden şehidin vasiyetini okumak nasib oluyor bize de.
Dağ yolunda ilerlerken geçtiğimiz aylarda yanan ormanlarda, kapkara olmuş otların içinden yeni çıkmaya başlayan yemyeşil otları göstererek; “İşte bizim halimiz, Suriye’nin hali tam olarak bu” diyor abimiz.
Yangınların ardından yeniden yeşillenmek, ölümlerin ardından yeniden canlanıp hayat bulmak…
Arkalarında capcanlı, özgür, iman dolu bir nesil yetişsin için can veren dirilerin mezarlarına uğruyoruz Türkmen Dağı dönüşümüzde. Bir zamanlar yaşayanlara yaptıkları zulümlerle yetinmeyenler, acizliklerini bu şehid mezarlığını dümdüz ederek de göstermişler. Unutmayan Hayy bir Rabbin kullarına ne yapabilirler oysa; öldürseler diri, mezarlarını darmadağın etseler Rableri katında olanlara ne edebilirler ki?
Adlarını bilmediğimiz şehidler için dualar ederken, vefa, sorumluluk, gıpta, hüzün, birçok duygu kaplıyor içimizi…
İki günlük bereketli Lazkiye seferimize dair yazılacak daha çok şey var aslında.
Ama ben en çok; son sabah Lazkiye merkezde uğradığımız iki katlı evin her bir odasında aşırı sıcaklara rağmen büyük bir istekle ilim öğrenen çocukları unutmayacağım.
En çok; kendisine verilen en küçük şeker veya sakızı bile iki yaş büyük abisiyle paylaşmadan kendisi yemeyen, 2 gün beraber yolculuk yaptığımız, bir şehid emaneti, dokuz yaşındaki tatlı Sacide’nin sessizliğini unutmayacağım. Rabbimiz seni korusun güzel kızımız…
Ve gülümsemesini unutamayacağımız küçük abi Ubeyde; Rabbimiz ümmetin öncü kahramanlarından Ebu Ubeyde gibi yiğit eylesin seni.
En küçük yol arkadaşımız Fedauddin, Allah’ın dinine feda olanlardan olasın.
Neşeli yol arkadaşlıklarıyla yolumuzu şenlendiren Zeynep ve Fatıma, anne ve babanız gibi hayırlarda öncü olanlardan, Allah için çalışıp yorulanlardan olasınız.
Rabbimiz’den bizi dosdoğru yola iletmesini, Nebiler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihlerle yol arkadaşı kılmasını isteriz.
Vel hamdu lillahi Rabbil Âlemîn…



















YAZIYA YORUM KAT