Suriye günlükleri -1
Ağustos ayının ilk günleri…
Yaklaşık iki haftadır üç kızımla Suriye İdlib bölgesindeyiz.
Yıllardır hayalim olan bir tatil…
Görmenin duymak gibi olmadığı, birkaç günlük kısa bir gözlemin bile, sayfalarca kitabın saatlerce konuşmanın çok daha ötesinde anlam taşıdığı bir zaman dilimindeyiz…
Kelimeleri zorlamaya gerek duymuyorum bir şeyler anlatmak için. Çok fazla çabalamadan kendi çıkarımlarını yapıyor her biri kendi yaşına uygun. Bense, buralara her geldiğimde yeniden hissettiğim birçok duyguyu toparlamaya çalışıyorum.
Yolculuk, derin bir tefekkürle yenilenmek için bir güzel fırsat. Yaşadığın şehri, ülkeyi ve toplumu dışarısına çıkıp gözlemleyebiliyor ve yeni geldiğin şehre ve ülkeye de dışarıdan gelmiş biri olarak bakabiliyorsun.
İmkânlarımız; imtihanlarımız…
İmkânsızlıklar ve imtihanlar…
İlk on gün İdlib kırsalındaki Atme’de oldukça sakin bir başlangıç yapıyoruz, İstanbul’un karmaşa ve telaşesinden sonra. Akşamdan sonra elektriklerin kesildiği bir iki saatlik sürelerde yıldızları izliyor, sıcağın hafiflediği ikindi sonraları yaptığımız yürüyüşlerle sokakları tanımaya, farklılıkları anlamlandırmaya çalışıyoruz.
İki küçük kızımın ilk yurtdışı tecrübeleri. Şimdiye kadar yalnızca adlarını duydukları, hikayelerini dinledikleri coğrafyaları yaşayarak hissetme zamanı… Ve bu, onlardan çok beni heyecanlandırıyor.
Alışık olmadıkları bazı zorluklarda –ki yaşam şartlarımız savaştan çıkmış bir ülkeye göre oldukça rahat elhamdülillah- dıştan onlara motive konuşmaları yaparken, içten tam da olmasını istediğim şeyler diye seviniyorum. Yıllardır konforun ve lüksün hasta ettiği bölgemizden çıkmanın huzuru kaplıyor içimi.
Her bölgenin kendisine has imtihanları, kolaylıkları ve zorlukları var elbette.
Dünyada cennet, insanda kusursuzluk beklentisi olanların hayal kırıklığı uğramıyor yanıbaşıma elhamdülillah.
Rabbimiz’in güzel isimlerini anlamaya çalışırken, her bir isimde öz olarak çıkartılan derslerden beni terbiye eden, en etkilendiğim durum; en güzel isimlerin, tüm mükemmelliklerin Rabbimiz’e ait olması ve tüm eksikliklerden uzak, subhan olanın sadece O olduğu, insanın ise asla tam ve kusursuz olamayacağıydı.
Kendimizdeki eksiklikleri ve hataları fark ettiğimizde –farklı hal ve durumlarla fark ettiren Rabbimize hamdolsun- Müslüman kardeşlerimizde ve toplumlarda gördüğümüz eksiklikler, hatalar bizi yıkacak kadar sarsmıyor. Çünkü bu şiddetli sarsıntının neleri yıktığını az-çok biliyoruz.
Bu yüzden yollarda, caddelerde dolaşırken, kardeşlerimizle, toplumun farklı yüzleriyle iletişim kurmaya çalışırken eksik aramaya çalışmak yerine bir çok güzellik çarpıyor gözlerimize. Ve eksikleri gidermek, sıkıntılara çare bulmak için güzel bir dert, ciddi bir sorumluluk hissi kaplıyor her yanımızı.
Onca rahatlıkta ve geniş imkanlarda boş geçirdiğimiz zamanlar, israf ettiğimiz enerji, imkan ve gençlik içimi acıtıyor.
Yapılacak ne kadar da çok şey var oysa…
Bir yandan şimdiye kadar yapmadıklarımız, ihmal ettiklerimize hayıflanırken, diğer yandan hem bu topraklarda yaşayan hem de dünyanın dört bir yanından gelmiş güzel işler peşinde koşan kardeşlerimizin aydınlıkları ışıtıyor içimizi.
Küçücük Atme’den İdlib’in merkezine bir çok farklı yüzle karşılaşıyoruz, farklı coğrafyaların izlerini taşıyan. İngiltere’den Rusya’ya, Doğu Türkistan’dan Fas’a, Hindistan’dan Pakistan’a, Türkiye’den Özbekistan’a…
Savaş esnasında aileleriyle gelip buralarda büyüyen çocuklar olduğu gibi, başka bir ülke hiç görmemiş, burada doğup büyümüş, yüzlerinden, gözlerinden nereli olduklarını az-çok tahmin edebildiğimiz ümmetin farklı renkleri var her yerde. Tıpkı yıllar önce dünyanın bir çok yerinden Şam’a ilim öğrenmek için gelen kardeşlerimiz gibi, savaşla birlikte bu kez cihad için, buralardaki kardeşlerine her türlü destek, yardım ve eğitim faaliyetleri için gelmiş ve halen de gelmeye devam ediyorlar.
Her bir farklı tecrübenin, halis niyetler ve güzel çabalarla birleşince, önce buralara ve daha sonra da çoğalarak diğer beldelere hayırlar taşıyacağını umut ediyorum.
Tecrübe ve birikimlerini samimi bir çabayla adım adım büyüten, yıllardır savaşın, acının, yokluğun bağrında nice zorluklarla attıkları tohumların büyüyüp filizlendiğine şahit olduğumuz bir güzel mü’min ailenin içimizde yeşerttiği umut ve dua belki de bizi de buralara, İdlip merkeze bir buçuk saatlik uzaktaki küçücük Atme’ye getiren.
Hint asıllı İngiltereli bu güzel aileyle on sekiz yıl öncesinde Şam’da başlayan dostluğumuzun yıllar sonra daha da güçlenerek devam etmesiyle, savaşın o zor şartlarında bile birkaç kez bir araya gelebilmiştik. İngiltere’deki rahat hayatlarını bırakarak yıllar önce çoluk-çocuk ilim için uzun yıllar Şam’da, Mısır’da, birkaç ay süreyle Filistin’de bulunan, on yılı aşkın bir süredir de İdlib ve civarında yaşayan bu kardeşlerimiz; bir mü’minin bulunduğu yeri nasıl güzelleştirdiğini, sessiz-sakin, reklamsız, gürültü ve patırtısız bir şekilde her görüştüğümüzde bizlere göstermişlerdi.
Bulundukları her bölgede bir yandan mescidler inşa ederken, bir yandan ihtiyaç sahiplerine her türlü yardım ulaştırıyor, yetim ve dullar için site şeklinde yerleşim alanları yapıyor, çadırlarda zor şartlar altında yaşayan kimseleri güçleri yettiğince tuğladan yapılmış evlere yerleştiriyorlardı.
Tüm bunlarla beraber asıl önemsedikleri alan ise eğitimdi… Evet, bir insana barınacak yer ve karnını doyuracak bir yemek ulaştırmak çok kıymetliydi. Ama toplumun yeniden inşası, zulümlerin son bulması ve örnek bir nesil yetiştirebilmek, en önemlisi de Müslümanların her alanda müslümanca varolabilmesi, kafirlere muhtaç olmadan bir beldeyi her yönüyle ayağa kaldırmak, ciddi bir eğitimden geçmiş kimselerle olabilirdi. Tıpkı çağlar öncesinde Hz. Ömer’in Müslüman bir toplumun şahsiyetli, imanlı, kaliteli adam ihtiyacının maldan, mülkten çok daha önemli ve acil bir ihtiyaç olduğunu bizlere hatırlatması gibi…
Yıkmak kolaydı… Peki ya yapmak? Herşeyi en baştan güzel ve sağlam bir şekilde, ihsan üzere imar etmek?
İlk olarak birkaç sene önce Atme’ye kısaca uğradığımızda nasip olmuştu eğitim çalışmalarının yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı, etrafını çevreleyen zeytin ağaçlarının ortasında genişçe bir alana kurulan bu okulları ziyaret etmek. O zaman İdlib’in sık aralıklarla bombalandığı, aynı zamanda savaşın maddi manevi her türlü zorluk ve kısıtlamalarla devam ettiği bir zamandı. Böyle bir durum ve ortamda nasıl olup da bu kadar güzel, sistemli bir okul kurulduğuna hayret etmiştim. Şimdiyse bu sistemin çok daha gelişerek işleyişini ve devam edişini görüyorum. Anaokulundan başlayıp ilkokul ve ortaokulu da içine alan, ihtiyaç oldukça burada eğitim veren öğretmenlerin küçük bebekleriyle ilgilenmek için odacıklar eklenen ve tüm faaliyetlerin organize edildiği, dünyanın farklı yerlerinden gelen misafirlerin ağırlanıp yapılan çalışmaların tanıtıldığı ofis ve misafirhaneyi de kapsayan bu büyük ve geniş arazide bir de at çiftliği bulunuyor.
Okuldaki her çocuk – iki, üç yaşlarındaki kreş öğrencileri de dahil- az ya da çok mutlaka ata binmeyi öğreniyor. Ama at biniciliği, özellikle yetim çocuklar için çok başka anlamlar ifade ediyor.
Atların terapi alanında kullanıldığına dair daha önceden duyduğum bilgilerin pratiğini burada, bu şartlarda görmüş olmak, işini iyi yapan Müslümanların maddi-manevi, ruhi-bedeni eğitimde de ileri düzey çalışmalar yapmaları için gönüllülük ve ciddiyetin olması gerektiğini, bunlar olduktan sonra, zor şartlarda bile Allah’ın yardımıyla çok güzel şeyler başarılabildiğini kanıtlıyor.
Hele ki bu geldiğimde, Atme’deki çalışmaların başından beri içinde olan; çocukların servisçi amcası olmaktan birçok farklı işe koşturan Atmeli bir amcanın hanımından, çadırlarda başlayan okul faaliyetlerinin tuğla tuğla nasıl yükseldiğine şahitliklerini dinledikten sonra… Buraların yerlisi olan bu teyzeciğimizin konuşurken seçtiği kelimelerden, yüz ifadelerinden, İngiltere’den kalkıp gelmiş bu fedakar aileye duydukları hayranlık, Müslüman kardeş olmanın verdiği güven ve huzur okunuyor.
Yaklaşık yirmi atın bulunduğu çiftlikte biraz vakit geçirince, daha önceden uzaktan sevdiğimiz bu hayvanlarla birebir iletişim kurmanın, yelelerini okşayıp adlarıyla seslenmenin, üzerlerine binip onları kontrol edebilmeyi ya da daha doğru bir deyişle karşılıklı senkronize olabilmeyi öğrenmenin insana ne kadar iyi geldiğine hayranlıkla şahit oluyorum. Kızlar, aşırı sıcaklardan dolayı atlara binemedikleri zamanlarda bile sabah akşam yanlarına gidip tek tek atları seviyor, her birinin karakterini tanımaya çalışıyor, küçük yavru tayların annelerinden ayrılmadan sekerek koşturmalarına gülüşüyor, hasta bir atın tedavi sürecini büyük bir dikkatle takıp ediyorlar. Tıpkı insanlar gibi farklı mizaçlara sahip bu canlıların kimi yanımıza pek yaklaşmazken kimisi de ısrarla kendisini sevdiriyor. Atların yelelerine, boyunlarına her dokunduğumuzda Hz. Süleyman’ın ağzından dökülen ayetler geliyor aklıma: احببت اني" ".ربي ذكر عن الخير حب” Bir gün akşama doğru alımlı, soylu koşu atları önüne getirildiğinde, ‘Ben malı (atları), Rabbimi hatırlattığı için sevdim dedi. Derken ( güneş batınca) onlar karanlığın perdesiyle gizlendi. Onları bana geri getirin dedi; bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.”
Çok kısa bir sürede bile bu şekilde bağ kurulabilen atlarla çok küçük yaşlardan itibaren uzun vakitler geçiren yetimlerin hem duygusal hem de beden olarak ne derece gelişeceğini biraz olsun tahmin edebiliyoruz. Birkaç defa ata binmelerine ve at üzerinde yaptıkları farklı gösterilere şahit olduğumuzda, kontrolü en zor atları bile üstlerinden düşmeden nasıl büyük bir maharetle yönetebildiklerini gördüğümüzde, eğitimdeki bu metodun tahminlerimizden daha büyük ve olumlu etkilerinin olduğunu anlıyoruz.
Atlar ve at çiftliğine gösterilen bu büyük ihtimamın sebepleri gün geçtikçe daha da çok ortaya çıkıyor. Çünkü geçip gittiğini zannettiğimiz savaşın öyle derin etkileri var ki, etrafta biraz tanışıp konuşmaya başladığımız kimselerden birçok yetim hikayesi çıkıyor.
Yaz okulundaki küçük öğrencilerini at binme dersine getirmiş bir öğretmen, ileride atın üstündeki küçük tatlı kızı göstererek onun yeğeni olduğunu ve yetim olduğunu söylüyor, kendi hikayesini de doğal bir şekilde laf arasına sıkıştırırken. Eşi savaşırken şehit olmuş, kendisinin de yetimleri ve daha sonra evlendiği eşinden çocukları var.
Kapısını çalıp tanıştıktan sonra bir kahvesini içtiğim genç komşumuzun bebeğini severken; beş-on dakikalık tanışıklığımıza ağır gelen, evinden çıktıktan sonra yanında tuttuğum gözyaşlarımı ışıksız gökyüzüne sessizce bırakmama sebep hikayesi düşüyor pat diye önüme.
Elimi uzattığım her yerde bir yetim gizlenmiş sanki…
Bir de anlatılmayan hikayeler…
Yıllarca süren savaş ve zulmün etkilerini yorgun ve hüzünlü şehirlerinde derinden hissettiğimiz bu coğrafyanın, kardeşliğimize, maddi ve manevi desteklerimize ihtiyacı olduğu gibi, gün geçtikçe hızla modernleşen ve sekülerleşen şehirlerimizin bireyselleştirdiği, hissizleştirdiği bizlerin de buralarla birlikte içtenlikle sadeleşmeye, mü’min kardeşlerimizin dertleriyle dertlenip kalplerimizin yumuşamasına, dünyalık basit şeyleri dert edinmemeye oldukça ihtiyacımız var.
Rabbimiz’den nerede olursak olalım bize hayrı kolaylaştırmasını, kalıcı salih amellerle bizi rızıklandırmasını isteriz.
YAZIYA YORUM KAT
S. A.
Yanıtla (0) (0)Orada bulunuşunuz pekçok hayra vesile olacak inşallah. Ayrıca gözlemlerinizi bizlere paylaşmanız çok kıymetli, teşekkürlerimi bildirmek isterim.
Bir sürü yıldızlı otellerin lobilerinde bunalarak mutluluğu aramak yerine o diyarlarda elektrikler kesildiğinde gök yüzünde parlayan yıldızları şükür ve huzur içinde seyredip tefekkürünüzü bizlere de yansıtmanız, zihnimizde yeni sayfalar açılmasına vesile oldu. Tekrar teşekkür eder devamını beklerim inşallah.
İlginç bir günlük, akıcı üslup, konunun güncelliği, savaş sonrası bir belde...
Yanıtla (0) (0)Acıklı hikayelerle, ajitasyon temalı bir yazı beklenir bu durumda. Hele de naif bir hanımın kalemin den ise.
Lakin Raziye hanımefendi yine hikmetli bir çıkışla koştukça koşan atları çağrıştırıyor cümleleriyle.
Merakla bekliyoruz devamını.
Gerçekçi tecrübelerinizi, umutvar gözlemlerinizi, samimi hissiyatınızı paylaşmanız çok kıymetli. Allah tüm yollarınızı hayra çıkarsın. İnşallah bütün coğrafyalarımızın selamete kavuştuğu, mamur olduğu günleri görmek nasip olsun.
Yanıtla (0) (0)Suriye'yi farklı bir cepheden bize anlatan Raziye Hanım'dan Allah razı olsun. Bu vesileyle özgür Suriye'nin belki de en çarpıcı özellğklerinden, hususiyetlerinden biri olarak gördüğüm bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Her kökenden, her renkten Müslümanın burada nasıl içiçe, kardeşçe, dayanışma halinde yaşadıkları gerçeği ne güzel bir manzara! Bu yönüyle Suriye çok sevecen, çok kapsayıcı. Allah Teala bu ümmet şuurunu daha da pekiştirsin, tüm yeryüzüne nasip eylesin. .
Yanıtla (0) (0)Kıymetli kardeşimiz, sevgili dostumuz, öyle içten, samimi yazmışsınız ki hem fetih sonrası bölgenin merak ettiğimiz durumlarına/ortamına hem de yeniden ihyasına, vesilenizle bir parça şahitlik etmiş olduk. Satırlar hiç bitmesin istedik, umutla dolduk. İhlaslı insanların omuzlarında yükselecek yeniden ıslah hareketleri biiznillah ve bizler de onlardan ilham alarak sürdüreceğiz çabalarımızı inşaAllah.
Yanıtla (0) (0)2.bölümü ve dahi devam etmesini arzu ettiğimiz günlüklerinizi de sabır ve iştiyakla bekliyoruz. Allah ecrinizi versin, oradaki günlerinizin bereketini göstersin, umduğunuzdan ötesine nail kılsın sizleri.