
Soykırıma kısa bir ara veren İsrail odağını etnik temizliğe kaydırdı
Belén Fernández, siyonist İsrail'in Gazze'deki ateşkesin hemen sonrasında saldırılarını Batı Şeria'ya yöneltmesinin, soykırımın devamı olduğunu ve tüm bu ihlallere rağmen Avrupa'nın İsrail'le olan ilişkilerinde hiçbir değişiklik olmadığını aktarıyor.
Belén Fernández'in el-Jazeera’da yayınlanan yazısını Sinem Turan, Haksöz Haber için tercüme etti.
İsrail, Gazze’de binlerce insanı katlettikten sonra Batı Şeria’daki insanları zorla yerinden etme kampanyasına başladı. Bu iki olay da Avrupa’nın İsrail ile işbirliği etme şevkini kıramadı.

23 Şubat Pazar günü İsrail, 20 yıl gibi uzun bir sürenin ardından ilk defa tanklarını işgal altındaki Batı Şeria’ya konuşlandırdı. Bu yaşananlar Ocak ayında Gazze Şeridi’nde uygulanmaya başlayan kırılgan ateşkes anlaşması ile paralel olarak tırmanan bir dizi muharip sahnenin sonuncusuydu.
İsrail’in Gazze’deki soykırımcı politikasının doğası gereği uzun vadeli olması, kaçınılmaz şekilde buradaki herhangi bir ateşkesin “geçici” olduğu anlamına geliyor. 2023 Ekim ayında başlayan ve 15 ay süren Filistinlilerin bölgesine yönelik saldırıda İsrail ordusu, resmi olarak en az 48.365 Filistinliyi öldürdü; bunların çoğunluğu kadın ve çocuklardı ancak gerçek ölüm sayısının çok daha yüksek olduğu şüphe götürmez bir gerçekti. Gazze sakinlerinin çoğu, İsrail’in saldırısı sonucu yerinden edildi; bunların bir kısmı ise birden fazla kez yer değiştirmek zorunda kaldı.
The Times of Israel gazetesi 21 Ocak’tan bu yana Jenin (Cenin) gibi Batı Şeria’daki mülteci kamplarında yaşayan 40.100’den fazla Filistinlinin “evlerinden kaçtığını” bildirirerek; bu durumun “1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana bölgede yaşanan en büyük yerinden edilme” olduğu ifade ediliyor. Pazar günü ise İsrail Savunma Bakanı İsrail Katz, orduya “temizlenen kamplarda gelecek yıl için uzun süreli bir varlık göstermeye hazırlanılmasını” ve “kamp sakinlerinin geri dönmelerine izin verilmemesini” emretti.
İsrail sağının başlıca fantezisi olan ilhakın yolunu açmak için etnik temizlikten daha iyi bir yöntem yoktur. Tamamen yasa dışı olan bu plan, yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’tan açık bir onay alabilir. Trump, Şubat başlarında şu açıklamayı yapmıştı: “İnsanlar bu fikirden hoşlanıyor, ancak henüz bu konuda bir konum almadık.”
Pazartesi günü – İsrail’in Batı Şeria’ya tank göndermesinden ve Katz’ın defakto etnik temizlik açıklamasından bir gün sonra – Avrupa Birliği ile İsrail, Brüksel’de AB-İsrail Ortaklık Konseyi’nin 13. toplantısını düzenledi. Toplantıya AB üyesi 27 devletin temsilcileri katıldı ve İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar toplantıya eşbaşkanlık yaptı.
Bu toplantı teorik olarak Batı Şeria’daki kitlesel zorla yerinden edilme ve süregelen katliamlar konusunda İsrail’i eleştirmek için zamanında bir fırsat olabilirdi – Gazze’deki soykırımdan bahsetmeye gerek bile yok, biliyorsunuz. Brüksel toplantısından üç gün önce, İsrail güçleri sırasıyla Jenin ve Hebron (El-Halil) yakınlarında iki Filistinli çocuğu sırtlarından vurarak öldürdü.
AB-İsrail Ortaklık Konseyi Anlaşması’nın 2. Maddesi, “Taraflar arasındaki ilişkilerin ve anlaşmanın tüm hükümlerinin, insan hakları ve demokratik ilkelere yönelik saygıya dayalı olacağını” belirtmektedir. Bu madde Şubat 2024’te, İspanya ve İrlanda liderlerinin, İsrail’in anlaşmanın insan hakları yükümlülüklerini ihlal edip etmediğinin gözden geçirilmesini talep etmeleri üzerine gündeme getirilmiştir.
Ancak Pazartesi günü Sa’ar ile yapılan toplantıda açıkça belli olduğu üzere, AB – İsrail’in en büyük ticaret ortağı – her türlü savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işleyen bir ülke ile ilişkisini sürdürmeye daha fazla odaklanmıştı. AB’in tutumuyla ilgili resmi ön-toplantı “notunda” AB-İsrail Ortaklık Konseyi Genel Sekreterliği, sözlerine “AB’nin İsrail devleti ile yakın ilişkilerine büyük önem verdiğini” vurgulayarak başladı.
28 sayfalık PDF belgesinin geri kalanında, AB’nin İsrail’e yaranabilmek için çok daha fazla övgüde bulunduğu görülüyor; AB, “İsrail ve halkına tam dayanışma ve destek sunduğunu” belirtiyor ve İsrail’i pek çok alanda “işbirliği için kilit bir ortak” olarak tanımlıyor. Bahsedilen not, AB’nin İsrail ile “küresel zorlukları ele alma” ve “dünyanın güvenli ve adil bir gıda sistemine geçişini hızlandırma” konularında birlikte çalışmayı “dört gözle beklediğinin” altını çiziyor – bu, Gazze’de açlığı bir savaş silahı olarak kullananlara verilecek oldukça verimli bir görev.
Tüm bunlar, malum Avrupalıların 28 sayfada İsrail’i tek bir kere bile eleştirmediği anlamına gelmiyor: “Avrupa Birliği, Gazze’de hayatını kaybeden sivillerin, özellikle kadınlar ve çocukların sayısına derin bir üzüntü duyduğunu” belirtmeye özen gösteriyor; “AB’nin, ilhakın uluslararası hukuka aykırı olduğunu hatırlattığını” ve “AB’nin İsrail’in keyfi tutuklamalar ve idari gözaltılara başvurmasından derin endişe duyduğunu” ifade ediyor. Ancak herhangi bir anlamlı kınama, nihayetinde Avrupa’nın İsrail ile işbirliği yapmaya olan arzusu tarafından şimdi ve daima gölgeleniyor.
Açıklama ayrıca, “AB’nin 1967’de başlayan Filistin topraklarının işgalinin bugüne kadar devam etmesinden derin endişe duyduğunu” ve sürekli olarak iki devletli çözüm için desteğini yinelediğini bildiriyor. Sadece işgal yapan değil aynı zamanda Filistin halkını yok etmeye de çalışan bir devlet, harika bir bölgesel partner olarak selamlanırken hiç kimse işgalin tam olarak nasıl ve ne şekilde sona erdirileceğini kestiremez.
Brüksel’de gazetecilere konuşan İsrail Dışişleri Bakanı Sa’ar, İsrail’in Batı Şeria’daki, ordu ve yasadışı yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen geniş çaplı cinayetler ve ev yıkımlarını da içeren, zorla yerinden etme kampanyasını savundu: “Orada teröristlere karşı yürütülen askeri operasyonlar var ve bundan başka hiçbir amaç yok.”
Şüphesiz, eski “teröre karşı savaş” mazereti, İsrail’in Filistinlileri sürekli olarak terörize etmesini haklı çıkarmada her zaman işe yarar. İsrail’in Batı Şeria’daki tırmanışının başlangıcında, Savunma Bakanı Katz da “teröristleri ve terör altyapısını temizlemek için güçlü bir operasyon düzenlendiğini” açıklamak amacıyla "Terör" kelimesini kullandı ve bununla birlikte Jenin’e uygulanan operasyonun, “Gazze’deki tekrarlanan baskınlar yönteminden alınan ilk dersin” bir örneği olduğunu belirtti. Ayrıca, operasyon bittikten sonra “terörizmin kampa geri dönmemesini sağlamanın” hedeflendiğini ifade etti.
Gerçekten de, İsrail’in Batı Şeria’daki operasyonları, Gazze’ye yönelik soykırımcı yaklaşımın bir uzantısıdır; kitlesel katliam ve yerinden edilme, Filistinlilerin haklarına ara sıra gösterilen sözde destek dışında ABD ve Avrupa’nın suç ortaklığı ile gerçekleşmektedir .
Trump’ın şimdi, ABD’nin bölgeyi ele geçirip yerli nüfusu kovduktan sonra Gazze Şeridi’nin kalıntılarından çıkacağı iddia edilen “Orta Doğu’nun Rivierası” vizyonuna rakip olarak Batı Şeria’da “Ölü Deniz Rivierası”nı önerip önermeyeceği henüz belli değil.
Bu süreçte soykırım haber olmaktan çıkarılırken İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçlar, dünya çapındaki “işbirliği için kilit ortakları” tarafından normalleştirilmeye devam edecek. Ve dürüstçe söylemek gerekirse, bu, doğrudan bir insanlık suçudur.





HABERE YORUM KAT