1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Sömürgeleşmiş zihinleriyle ülkeyi işgalden kurtarmaya yeltenenlerin trajikomik hikayesi
Sömürgeleşmiş zihinleriyle ülkeyi işgalden kurtarmaya yeltenenlerin trajikomik hikayesi

Sömürgeleşmiş zihinleriyle ülkeyi işgalden kurtarmaya yeltenenlerin trajikomik hikayesi

D. Mehmet Doğan, Lozan sonrası şekillenen siyasi tabloyu mercek altına aldığı yazısında, güya toprağı işgalden kurtarmak için emperyalizme teslimiyet gösterenlerin zihinsel planda nasıl işgale uğradıklarının trajikomik örneklerine dikkatleri çekiyor.

28 Temmuz 2020 Salı 03:34A+A-

D. Mehmet Doğan’ın Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (28 Temmuz 2020) şöyle:

Toprak İşgali, Zihin İşgali

Avrupa kapitalizminin dünyanın iktisadî kaynaklarını ele geçirme hırsı 19. Yüzyılı sömürgecilik asrına çevirdi.

Sömürgeci devletlerin sömürge bakanlıkları vardı, sömürge valileri vardı. Yer yüzünde sömürgecilerin işgaline maruz kalmayan çok az ülke kalmıştı. 1. Dünya Savaşı, esas olarak sömürgecilik yarışında geç kalan Almanya ve İtalya’nın pay talebinden patlak verdi.

Sömürgeciler, 20. Yüzyılın başında Osmanlı topraklarının işgalini hedeflediler. Hem istila edilecek toprak kalmadığından, hem de büyük enerji kaynaklarını kontrol altına almak için bunu gerekli gördüler. “Şark meselesi” böylece çözülecekti.

“Şark meselesi”nin çözümü, Türklerin, Müslümanların Avrupa’daki varlığının sona erdirilmesi ve bu varlığın sebebi olan Osmanlı Devleti’nin bütün hukuku ile ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. İşte bu sebeple bizim resmen Lozan Konferansı dediğimiz toplantının gerçek ismi, Yakın Şark İşleri Konferansı idi.

Lozan’da Sevr’e göre, daha geniş bir arazi Türkiye’ye bırakılmıştı. Bunun sebebi, Avrupa kapitalizmine karşı Sovyetler Birliği’nin büyük bir güç olarak ortaya çıkması idi. Türkiye doğu (komünist)-batı (kapitalist) sınırında bir tampon olarak görüldü. Bu topraklar gerçek Misakı millî sınırlarına tekabül etmese de kabullenmek zorunda kaldık. Bu topraklar üzerindeki (Boğazlar hariç) siyasî otoritemiz tanınıyordu, bu kayıt altına alınmıştı. Maddî vatanımızı söyle böyle kurtarmıştık, fakat manevî vatanımız; kültürel medenî varlığımız kabulleniliyor muydu?

Şark meselesi kâğıt üzerinde çözülmüştü. İngiliz gücü şark meselesini çözüp dünyaya barışı kazandırdığını ilân etti. Oysa Amerikalı siyasî tarihçi David Fromkin’in tabiri ile bu “Barışa son veren barış”tı! İslâm dünyasının merkez topraklarında beş asırlık Osmanlı barışı bitiriliyor, fakat yerine barışı sağlayacak bir düzen kurulmuyordu. Aksine, bölgeyi sürekli kontrol etmek için yabancı bir unsur yerleştiriliyordu: Lozan aynı zamanda İsrail Devleti’nin yolunu açıyordu. 

Gelelim manevî vatan meselesine. Bir devlet sadece topraktan, araziden ibaret değildir. O topraklarda yaşayan bir topluluk vardır, millet vardır. Millet maddî vatan üzerinde manevî vatanı ile vücut bulur. Manevî vatan, bütün zihin faaliyetleridir. İnançtır, maneviyattır, kültürdür, dildir, sanattır, edebiyattır… Bunlarsız bir millet sırf kuru toprakla var olamaz.

Yıl 1923, Lozan sonrası, Ankara’da Halk Partisi’nin tüzüğü ile ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Kâzım Karabekir şöyle anlatıyor:

“Ben geldiğim zaman müzakere bitmiş, kısmen de dağılmışlardı. Mevcut azadan Tevfik Rüştü Bey; ‘ben kanaatimi Meclis kürsüsünden haykırırım, kimseden korkmam’ dedi. Ben ne konuştuklarını bilmediğim için sordum:

-Nedir o kanaat?

Tevfik Rüşdü Bey’in solunda ve benim hemen karşımda oturan Mahmud Esad Bey sert bir cevap verdi:

-’İslâmlığın terakkiye mâni olduğu kanaati!.. İslâm kaldıkça yüzümüze kimsenin bakmayacağı kanaati...”

Kâzım Karabekir, Fethi Bey’in de yüksek sesle aynı kanaati tekrarladığını ifade eder. Karabekir, konuyu Lozan’dan yeni dönmüş olan İsmet Paşa ile de konuşur. O da Türkiye’ye istiklâl verilmemesinin Müslüman olmamızdan ileri geldiğini, İslâm kaldıkça müstemlekeci devletlerin ve bu arada İngilizlerin daima aleyhimizde olacaklarını ve istiklâlimizin sürekli tehlikede kalacağını söyler...

Lozan sonrası hava budur! Öyleyse ne yapmalı? Düşmana düşman olmadığımızı göstermeli! Öyle şeyler yapmalı ki, Müslüman olmadığımıza inansınlar! Bu topraklarımızı işgalden kurtardıktan sonra zihinlerimizi işgale açmak anlamına geliyordu. Türkiye’nin Lozan’dan sonraki 10 yılı inkılâplarla/ devrimlerle geçti. Ayasofya’nın müze yapılması belki de son inkılâptı!

Topraklarımızı işgalden kurtarmıştık, zihinlerimizi ise sonuna kadar işgale açtık. Bunun adını da “devrim” koyduk! O görüntü verilmiş olmalı ki, İngiliz sefiri Sir Ronald Linsday raporuna şöyle yazdı: “Türkiye Müslümanları İngiltere için bir tehlike olmaktan çıkardı.” Ayasofya’nın açılışına neden topyekûn sevinemiyoruz, sorusunun cevabını ararken, bunlar zihnime üşüştü.

HABERE YORUM KAT