
Siyonist Tümgeneral: Erdoğan, çok tehlikeli bir düşmana dönüşüyor
İsrael Ziv: Erdoğan, “Suriye'deki devrim”e verdiği destek karşılığında yaptığı “yatırımın getirisini” geri almak istemekte; Suriye’yi “Büyük Türkiye”nin bir parçası olarak görmekte ve bu yaklaşım Trump tarafından da onaylanmaktadır.
İsrail Ziv tarafından kaleme alınan yazı, soykırımcı İsrail tarafından son yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında bir çok analiz yayınlandı. Bu analizlerde Erdoğan, artık bölgede İsrail’in düşmanı olarak görülmekte ve Erdoğan liderliğinde gittikçe güçlenen Türkiye’nin artık İsrail için en büyük tehlike olduğu belirtiliyor.
Bu yazı, işgalci İsrail ordusunda uzun yıllar görev yapan Emekli Tümgeneral İsrael Ziv tarafından Kanal 12 haber sitesinde kaleme alınmıştır.
İsrael Ziv / Kanal 12
Geçtiğimiz cumartesi günü Suriye’de meydana gelen ve iki Amerikan askeri ile tercüman olarak görev yapan bir Amerikan vatandaşının ölümüyle, üç askerin de yaralanmasıyla sonuçlanan silahlı saldırı olayı “istisnai bir hadise” olarak nitelendirilmiştir. Tedmur (Palmira) bölgesinde bir Amerikan askeri birliğine ateş açan saldırganın IŞİD mensubu olduğu belirtilmiş; Suriye İçişleri Bakanlığı ise saldırganın “aşırı ideolojiye sahip” bir “Suriye güvenlik güçleri” mensubu olduğunu ifade etmiştir. Ancak bu olay, sunulmaya çalışıldığı gibi istisnai değildir; aksine, Esad sonrası Suriye’yi karakterize eden kaosun belirtilerinden yalnızca biridir.
Olayın ardından ABD Başkanı Donald Trump, “IŞİD’e karşı son derece sert bir karşılık verileceğini” açıklamıştır. Bu ifade, Amerikalıların Suriye’de gözleri önünde yaşanan karmaşıklığın derinliğini fiilen kavrayamadıklarını göstermektedir. Yeniden inşa edilmekte olan Suriye ordusu, eski ordunun kalıntılarından oluşmakla birlikte esasen takviye edilmiş IŞİD gönüllülerinden meydana gelmektedir. Büyük ölçüde, yalnızca şeklen “yeni Suriye güçleri”nin bir parçası hâline gelmiş IŞİD milislerinden söz edilmektedir. Bu güçler hâlihazırda Suriye topraklarının ancak yaklaşık yarısını kontrol edebilmektedir.
Suriye Bir Boşlukta Sıkışmış Durumda
Yeni Suriye son derece zayıftır ve yakın gelecekte toparlanma kapasitesine ilişkin ciddi şüpheler doğuran birikmiş sorunlarla karşı karşıyadır. Temel sorun, etnik bölünmüşlük ve yeni yönetime duyulan güvensizliktir. Suriye’yi oluşturan altı azınlıktan hiçbiri, Ahmed eş-Şara’ya ya da onun Suriye’yi birlik içinde ve azınlıklar açısından güvenli biçimde koruma niyetinin samimiyetine güvenmemektedir. Ahmed eş-Şara, devrime kadar IŞİD’de komutanlık yapmış ve Sünni olmayan azınlıklara karşı savaşmıştır. İktidara geldikten sonra da, yaklaşık iki bin kişinin hayatını kaybettiği Alevilere yönelik katliamları engellememiştir. Yine Süveyda’da Dürzilere karşı gerçekleştirilen ve gönderdiği milisler tarafından yaklaşık yedi bin kişinin öldürüldüğü katliamları da durdurmamıştır. Bu milisler, güneydeki Bedevilerin başlattığı katliamları tamamlamıştır. IŞİD unsurları Dürzileri vahşice öldürmüş ve aşağılamış; sakalların tıraş edilmesi, kadınlara tecavüz ve şehir meydanlarında infazlar gibi uygulamalara başvurmuştur. Bugün dahi Süveyda halkı kuşatma altında yaşamakta ve yeni bir saldırı tehdidiyle karşı karşıya bulunmaktadır.
Bu nedenle, Trump’ın kendisine gösterdiği yakınlığa ve Avrupa’nın sağladığı desteğe rağmen, Suriye’de hiçbir taraf eş-Şara’ya güvenmemektedir. Hatırlatmak gerekir ki, Esad yönetimi altında altmış yıl boyunca azınlıklara yönelik baskı uygulanmış; bu baskının hafızası hâlen son derece tazedir ve azınlıkların eş-Şara’nın vaatlerine güvenmesine imkân tanımamaktadır.
Kürtler, Suriye’deki en büyük azınlıktır. Kendi içlerindeki bölünmelere rağmen, kuzeydoğu Suriye’de Cezire, Kobani ve Halep vilayetindeki Afrin bölgelerinde yaklaşık iki milyon Kürt yaşamaktadır. Bu gruplar 2013 yılından bu yana özerk yönetim ilan etmiş olup, Irak’ın kuzeydoğusunda Erbil merkezli ve yıllardır varlığını sürdüren diğer iki milyon Kürt’ten ayrıdırlar. Suriye Kürtleri, yaklaşık 70 bin savaşçıdan oluşan silahlı bir milis gücüne (YPG) sahiptir ve yedek kuvvetlerle bu sayıyı iki katına çıkarma kapasitesine sahiptir. Türkiye’nin kendilerini ortadan kaldırma niyetinin farkındadırlar, Suriye’deki varlığına karşı savaşmaktadırlar ve silahlarını ya da güçlerini tasfiye etmeye yönelik herhangi bir niyet taşımamaktadırlar.
Yaklaşık bir milyon kişiden oluşan Dürzi azınlık, temmuz ayında yaşanan katliamlardan ders çıkarmış; yaklaşık 20 bin savaşçıdan oluşan silahlı ve örgütlü bir güç muhafaza ederek Süveyda’yı fiilen özerk bir yönetime dönüştürmüştür. Batıdaki Aleviler, “devrim”den bu yana saflarını yeniden düzenlemiş ve Esad rejiminin depolarında kalan silahlara dayanarak kendi silahlı güçlerini oluşturmuşlardır. Ürdün’deki aşiretlerle aile bağları bulunan güneydeki Bedeviler dahi, çoğu Dürzilere karşı uzun süredir devam eden toprak anlaşmazlıkları çerçevesinde kullanılan binlerce silaha sahiptir. Buna rağmen kimse onlarla yüzleşmeye cesaret edememekte; onlar da işlerini yarı bağımsız bir yapı olarak yürütmektedir.
Bu koşullar altında, kuzeyden güneye içten içe parçalanmış olan Suriye’nin, yaptırımların büyük ölçüde kaldırılmasına ve Suudi finansmanıyla borçlarının önemli bir kısmının silinmesine rağmen, gerçek bir ekonomik yeniden inşa ufku bulunmamaktadır. Yaklaşık 19,5 milyonluk nüfusun 16 milyonu, yani yaklaşık %90’ı, yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve temel yardımlara muhtaç durumdadır. Esad döneminde 142 bin asker ve 450 bin yedek kuvvetten oluşan düzenli Suriye ordusu tamamen dağılmıştır. Geriye kalanlar, “yeni ordu” içinde 40 bin askeri geçmemektedir ki bu sayı, iç güvenlik alanında dahi ciddi bir görevi yerine getirmek için yetersizdir. Amerikalılar, eş-Şara’ya daha önce IŞİD’e katılmış yabancı gönüllülerden savaşçı devşirme izni vermiştir. Fiilen eş-Şara, ulusal bir orduyu yeniden inşa etmekten ziyade mevcut IŞİD milislerine dayanmaktadır. Yaklaşık 100 bin savaşçıdan oluşan bu milisleri iç müdahale gücü olarak kullanmaktadır. Dürzileri “korumak” üzere gönderilen birlik bunun açık bir örneğidir: Koruma yerine, Alevilere karşı işlenenlere benzer katliamlar gerçekleştirilmiştir.
Suriye’yi İnşa Etmenin Tek Yolu
Suriye’nin yeniden inşasının tek yolu, tüm azınlıklarla yapılacak federal anlaşmalar aracılığıyla federal bir devlet kurulmasından geçmektedir. Bu anlaşmalar, azınlıkların haklarını ve güçlerini güvence altına almalıdır. Böyle bir süreç, kaçınılmaz olarak merkezi otoritenin zayıflamasına yol açacaktır ki bu durum, güçlü ve birleşik bir merkezi yönetim hedefleyen eş-Şara’nın vizyonuyla bütünüyle çelişmektedir. Sonuç olarak Suriye, bir boşlukta sıkışmış durumdadır; toparlanma kapasitesinden yoksundur. Bu tablo, söz konusu zayıflığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanan Türkiye’ye hizmet etmektedir.
Türk Rüyası Gerçekleşiyor
Ankara’nın, Suriye’yi tamamen kendisine bağlı bir devlete dönüştürmeyi hedefleyen açık bir ajandası bulunmaktadır. Erdoğan, “devrim”e verdiği destek karşılığında yaptığı “yatırımın getirisini” geri almak istemekte; Suriye’yi “Büyük Türkiye”nin bir parçası olarak görmekte ve bu yaklaşım Trump tarafından da onaylanmaktadır.
Erdoğan, Suriye üzerinde adım adım kontrol tesis etmektedir: Askerî güçler sokmakta, Şam yakınlarında büyük bir üs kurmayı planlamakta, ilave IŞİD milislerinin oluşturulmasını teşvik etmekte ve birleşik bir ordu inşasının tersine hareket etmektedir. Aynı zamanda, özellikle petrol, madenler ve limanlar olmak üzere, Suriye’nin ekonomik kaynakları üzerinde nüfuz kurmaktadır. Erdoğan’ın bölgesel stratejik vizyonu, Türk nüfuzunun genişletilmesine dayanmaktadır. Arap–İsrail çatışmasında merkezi aktör olmayı ve Golan ya da Gazze üzerinden İsrail’e karşı ileri bir baskı kartına sahip olmayı hedeflemektedir. Erdoğan, İsrail ile kıyaslandığında savunma ve taarruz askerî kapasitesini yoğun biçimde geliştirmekte ve İsrail’le çatışma arzusunu gizlememektedir. NATO ittifakına ve Trump’ın doğrudan desteğine dayanarak kendisini güçlü hissetmektedir. Bu strateji, yakında Gazze’de bir “istikrar gücü” kapsamında Türk askerlerinin yer alması meselesinde sınanacaktır. Trump’ın Türk güçlerinin Gazze’ye girmesine izin vermesi hâlinde, bu Erdoğan için İsrail pahasına büyük bir zafer ve Washington ile Tel Aviv aleyhine bölgesel nüfuzunun arttığının açık bir göstergesi olacaktır. İsrail açısından ise bu durum, Gazze ve Suriye’de askerî hareket serbestisinin kaybedilmesi ve Türkiye’nin, siyasi ağırlığı ve ABD ile Avrupa’yı İsrail’den uzaklaştırma kapasitesi nedeniyle İran’dan daha tehlikeli, İsrail karşıtı bir bölgesel lider hâline gelmesi anlamına gelecektir.
Netanyahu ve Trump
Netanyahu’nun Trump ile yapacağı görüşmede karşılaşacağı ek bir sorun daha bulunmaktadır. İsrail, taahhüt ettiği ateşkes şartlarına uymamakta ve bunları fiilen tek taraflı uygulamalara dönüştürmektedir. Bu durum Lübnan’da, İsrail’in her gün küçük ve büyük hedeflere saldırmaya devam etmesiyle; Gazze’de ise daha düşük bir tempoda olmakla birlikte sürmektedir. Raid Saad’ın öldürülmesi, ateşkesin açık bir ihlalidir ve İsrail’in gerekçelendirmesi kimseyi ikna etmemiştir. Raid Saad’ın tasfiye edilmesinin, Amerikan uyarısı riskine rağmen, gerçek bir güvenlik önemi olduğu doğrudur. Ancak İsrail’in, anlaşmanın istikrarı açısından hayati öneme sahip olan siyasi süreci ilerletmek için buna paralel hiçbir çaba göstermemesi mazur görülemez. Netanyahu, fiilen anlaşmaların istikrarına karşı çalışmakta; “her şeye saldıran ve geri çekilmeyi reddeden saldırgan güvenlik efendisi” imajını yeniden üreterek iç siyasi kazanç sağlamayı hedeflemektedir. İsrail ordusunun uluslararası sınırlara çekilmesini göstermek istememekte; zira geri çekilme siyasi açıdan olumsuz görünmekte ve Ben-Gvir tarafından kendisine karşı kullanılmaktadır. Bu politika, sorumlu herhangi bir güvenlik yaklaşımıyla bağdaşmamaktadır. Kamuoyuna, İsrail’in sonsuza kadar kesintisiz savaş yürütebileceği yönünde gerçek dışı bir yanılsama satılmaktadır. Bu yanılsama ekonomi, turizm, yedek askerlik sistemi ve İsrail’in uluslararası konumu açısından ağır bedeller doğuracak; mali olarak da sürdürülemez olacaktır. Netanyahu mevcut konumunda her şeyi satmaya hazırdır; ancak bunun bu kez Trump nezdinde karşılık bulması muhtemel değildir. Trump, Netanyahu’nun davranışları nedeniyle sert eleştirilere maruz kalmakta; Netanyahu bölge liderleri nezdinde sevilmeyen ve sözlerine güvenilmeyen bir figür olarak görülmektedir. Trump’ın, kendisinden çekinen ve bu nedenle talimatlarına itirazsız uyan Netanyahu’yu dizginlemeyi tercih etmesi muhtemeldir. Yaklaşan ziyaret, İsrail’in denetimsiz hareket serbestisini sınırlayabilir, hatta felce uğratabilir.








HABERE YORUM KAT