1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Siyonist baskının başkenti Berlin'e hoş geldiniz!
Siyonist baskının başkenti Berlin'e hoş geldiniz!

Siyonist baskının başkenti Berlin'e hoş geldiniz!

​​​​​​​İsrail'in küresel yalnızlığı artarken, Berlin Tel Aviv ile ittifakını derinleştiriyor - antisemitizmle mücadele adına muhalefeti suç sayıyor, lobi gruplarını ödüllendiriyor ve insan haklarına zarar veriyor.

12 Mayıs 2025 Pazartesi 21:04A+A-

Jurgen Mackert’in Middle East Eye’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


28 Mart'ta Siyonist Alman Yahudi haftalık gazetesi ‘Judische Allgemeine Zeitung’, Tel Aviv'in Berlin'in en yeni ikiz şehri olacağını sevinçle duyurdu ve Berlin Temsilciler Meclisi'nin tüm grupları bu kararı onayladı.

Birkaç gün sonra Berlin'in sözde kaliteli gazetelerinden! Der Tagesspiegel, “iki metropolün pek çok ortak noktası olduğunu” ilan etti.

Ne büyük bir rezalet: Berlin Temsilciler Meclisi'ndeki kerameti kendinden menkul “demokratik merkez” partilerinin temsilcileri - Hıristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar ve Yeşiller - “Sol” ve faşist Alternative für Deutschland (AfD) ile birlikte Tel Aviv'deki soykırımcı kasaplarla daha da yakınlaşmaya karar verdiler.

Dünyanın büyük bir kısmı bu soykırım rejiminden giderek uzaklaşırken bile bunu yapıyorlar.

Bir kardeş şehir seçmek sembolik bir eylemden çok daha fazlasıdır, özellikle de bu şehir devam eden bir soykırımdan sorumlu savaş suçluları tarafından yönetilen bir devletin başkenti olduğunda.

Böyle bir karar, şehirleri ve halklarını birbirine bağladığı varsayılan ortak çıkarları ve değerleri yansıtmaktadır.

Bu ortaklıkta sergilenenler ise oldukça manidar: bir taraf soykırım yaparken, diğeri bunu destekliyor, teşvik ediyor ve finanse ediyor; biri etnik temizlik yaparken, diğeri görmezden geliyor; biri çocukları, gazetecileri ve sağlık personelini kasıtlı olarak hedef alırken, diğeri görmezden geliyor ve insan haklarından dem vuruyor; biri bir halkı açlıktan öldürürken, diğeri sadece omuz silkiyor.

İkisi birlikte uluslararası hukuku ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin otoritesini hiçe sayıyor.

Bu liste henüz tamamlanmadı ama şimdiden akla gelebilecek en iğrenç listelerden biri. Alman basınının haklı olarak işaret ettiği gibi Berlin ve Tel Aviv'in gerçekten de pek çok ortak noktası var.

Tarihsel hafıza kaybı

Berlin temsilcilerinin kararı, Alman başkentinin şu anda neyi temsil ettiği konusunda dünyaya açık bir mesaj gönderiyor ve benzeri görülmemiş bir tarihsel hafıza kaybına işaret ediyor.

On yıllar önce kuşatma altında olan ve bu deneyimi kolektif hafızasının merkezine yerleştirmeye devam eden bir şehrin hükümeti şimdi taraf değiştirmiş durumda.

Berlin, Gazze Şeridi'ni 17 yıldır kuşatmakla kalmayıp dünyanın en büyük hapishanesini kuran ve Filistinlileri “diyete!” sokan, aynı zamanda 18 aydan fazla bir süredir soykırım uygulayan bir ülkenin başkentiyle aynı safta yer alıyor - bu kampanya Tel Aviv halkı tarafından da tam destek görüyor.

Eğer kuşatma deneyimi Berlin için politikacıların büyük bir ciddiyetle sık sık iddia ettikleri kadar önemli ve belirleyici olsaydı, o zaman tek bir doğal ve uygun kardeş şehir olurdu: Gazze Şehri.

Ancak Gazze'nin aksine, Berlin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kuşatıldığında yardım buldu. Batılı ülkeler “kuru üzüm uçakları” göndermiş ve kapana kısılmış yerleşim bölgesine yiyecek sağlamışlardı ve bunu yapmaları Sovyetler Birliği tarafından engellenmemişti - Tel Aviv'deki yerleşimci-sömürgeci rejimin Gazze'nin sivil halkını açlığa mahkûm etmesinin tam aksini yaptılar.

Berlin'in temsilcileri, tarihsel deneyimlerinin ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmek için, kendilerini soykırıma ortak etmek yerine, 8 Ekim 2023'te Gazze'ye “kuru üzüm uçakları” göndermeliydiler. Fail sermaye ile ortak olmak için tek bir düşünceyi bile boşa harcamamalıydılar.

Siyonist etki

Berlin'in İsrail'in başkenti olarak seçilmesi, Alman siyasetçilerin son yıllarda Siyonist lobinin kentin siyasi gündemini şekillendirmesine ne kadar izin verdiklerinin altını çiziyor.

Hukukun üstünlüğüyle bağdaşmayan bir şekilde, devlet baskı mekanizmasının harekete geçmesi için artık sadece Siyonist güdümlü ‘IHRA’ tanımına göre bir etkinlik veya açıklamanın antisemitik sayılabileceği şüphesi yeterli.

Karalama kampanyaları ve polis baskınlarından aktivistlerin kovuşturulmasına ve insani dayanışmanın suç sayılmasına kadar, Filistin haklarını destekleyen her gösteri Berlin'in militarize çevik kuvvet polisi tarafından acımasızca bastırılıyor.

Siyonist lobi, diğer ülkelerde olduğu gibi, antisemitizmin temel nedenlerini ele almaya çalışmıyor. Bunun yerine, Alman devletine Siyonizm karşıtı söylemleri cezalandırması için baskı yapmak üzere bu suçlamayı silah olarak kullanıyor.

Seçim zaferinin ardından Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Bavyera'daki kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU), federal hükümete “Devlet Destekli Kuruluşların Siyasi Tarafsızlığı” başlıklı bir “küçük soru önergesi” sundu.

İsrail'in soykırımını eleştiren sivil toplum örgütlerini hedef alan ve Hıristiyan Demokratların “siyasi tarafsızlık” olarak tanımladıkları ilkeye uymadıkları takdirde finansman ve hayırseverlik statülerinin ellerinden alınmasını amaçlayan 500'den fazla sorudan oluşuyordu.

Şaşırtıcı olmayacak şekilde, Hıristiyan partiler, bu gruplar “siyasi olarak tarafsız” olmaktan başka bir şey olmasalar da, tek bir Siyonist lobi kuruluşunu bile sorgulamalarına dahil etmediler.

Aksine, Siyonist davanın ve İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırımının propaganda kolları olarak, demokratik ilkelere ve evrenselci ideallerin savunulmasına açıkça düşman bir şekilde faaliyet göstermektedirler.

Ancak belki de daha açıklayıcı olan, iki yıl önce Siyonist lobi gruplarından birine vergi mükellefleri tarafından sağlanan fonun neredeyse iki katına çıkarılarak yıllık toplam 23 milyon avroya (25 milyon dolar) ulaşmış olmasıdır.

Açıkça Siyonist olan bir başka kuruluş da İçişleri Bakanlığı tarafından mali olarak desteklenmektedir - her ne kadar ırkçı bir ideolojiyi açıkça temsil eden ve savunan bir kuruluşun “siyasi olarak tarafsız” olduğu düşünülemese de.

Peki, kamu yararı tam olarak nedir?

Devlet baskısı

19 Şubat 2025 tarihinde Berlin Belediye Başkanı Kai Wegner (CDU), Siyonist lobi adına Freie Universität (FU) Rektörü Gunter M Ziegler'e, Birleşmiş Milletler İşgal Altındaki Filistin Toprakları Özel Raportörü Francesca Albanese'nin katılacağı bir etkinliği iptal etmesi için kasıtlı olarak baskı yaptı.

“Forschung & Lehre'nin” haberine göre, üniversite rektörüne baskı yapan sadece belediye başkanı değildi.

“Siyasi açıdan tarafsız” olmayan iki Siyonist grup da işin içindeydi. Ziegler nihayetinde üniversitenin özerkliğine yönelik bu gayrimeşru tecavüze boyun eğdi ve etkinliği iptal etti.

4 Nisan'da sağcı “Die Welt” gazetesi, Albanese'nin yeniden atanmasına ilişkin BM oylaması öncesinde İsrail'in resmi propagandasını yineleyerek Albanese'ye karşı bir başka karalama kampanyası başlattı.

Gazete, aralarında koyu bir Siyonist savunucusu olan CDU'lu Jurgen Hardt'ın da bulunduğu Alman siyasetçilerin İsrail ordusunun yalanlarını utanmazca ve gerçeği ve de ahlakı hiçe sayarak papağan gibi tekrarladıklarını aktardı.

Bu yetmezmiş gibi Berlin 1 Nisan'da Trump benzeri bir hamleyle yeni bir eşiği aştı: Üç AB vatandaşı ve bir ABD vatandaşının sadece Gazze yanlısı gösterilere katıldıkları için sınır dışı edileceğini duyurdu.

Bu kişiler hiçbir suç işlememişti. Ancak Berlin'de ifade özgürlüğü, özellikle de Filistinlilerin haklarını savunmak için kullanıldığında, zaten tahammül edilemeyecek kadar fazladır.

Bu açık bir uyarıdır: Filistinliler için adalet talep eden herkes artık devlet baskısının hedefidir.

Mahkemeler otoriterliğe doğru bu gidişi durduramazsa, Alman vatandaşları İsrail'in savaş suçlarını eleştirdikleri için yakında hapse girebilir, vatandaş olmayanlar ise sınır dışı edilebilir. Herkes şiddet ya da kışkırtma nedeniyle değil, siyaset kurumunun gözünde sözde yanlış kişileri savunduğu için cezalandırılacaktır.

Kurumsal saldırı

Alman parlamenterlerin 2017 yılında IHRA'nın antisemitizm tanımını oybirliğiyle kabul etmesinin ardından, Filistin halkına yönelik devam eden Siyonist soykırım ışığında bu hamlenin Alman demokrasisi için gerçek sonuçları netleşti.

Kasım 2024 ve Ocak 2025'te kabul edilen iki belirleyici karar, Alman toplumunu dramatik bir şekilde değiştirdi ve Siyonist etkinin daha da artmasının önünü açtı.

Alman demokrasisine yönelik Siyonist liderliğindeki ilk saldırı Kasım ayında “Bir daha asla şimdi” başlıklı kararın kabul edilmesiyle geldi: Almanya'daki Yahudi yaşamının korunması, muhafaza edilmesi ve güçlendirilmesi” kararının kabul edilmesiyle gerçekleşti.

Bu karar, Alman hükümetine, Yahudi olsun ya da olmasın herkesi antisemit olarak karalamak ve Siyonist yerleşimci-sömürgeci-apartheid rejimine ve onun savaş suçlarına karşı sesini yükseltenleri cezalandırmak için ilke meselesi olarak toplumsal yaşama müdahale etme imkânı vermektedir.

İkinci saldırı 28 Ocak'ta “Okullarda ve üniversitelerde antisemitizm ve İsrail düşmanlığı” başlıklı kararla geldi. Bu karar, hükümetin sona ermesinin ardından ve seçim kampanyası sırasında, kamuoyu tarafından büyük ölçüde fark edilmeden alelacele kabul edildi.

Karar, üniversitelerin özerkliğine, araştırma ve öğretim özgürlüğüne küstahça bir saldırı anlamına gelmektedir. Okullarda ve üniversitelerde antisemitizmin arttığı iddiası ile ilgili endişe kisvesi altında, eleştirel akademisyenleri ve öğrencileri susturmak için silah olarak kullanılıyor.

Kararın kabul edilmesinin ardından düzenlenen federal basın toplantısında Alman profesörler, kararın antisemitizm uzmanlarına ya da akademik kurumlara danışılmadan hazırlanmış olmasına duydukları öfkeyi dile getirdiler.

Ayrıca tasarıyı hazırlayanların, 2024 sonbaharında benzer bir teklifi yasal kaygılar nedeniyle reddetmiş olan Alman Rektörler Konferansı'nın (HRK) itirazlarını göz ardı etmiş olmalarını da eleştirdiler. Bir profesöre göre kararı kimin kaleme aldığı bile belli değildi.

Ancak muhtemelen itici gücü tespit etmek zor değil. Kararın açıkça Siyonist gündemi göz önüne alındığında - rejime ve soykırımına karşı tavır alan öğrenci ve akademisyenleri tehdit etmek - kararın arkasında olan mevcut ve eski parlamenterlere bakmak yeterlidir.

Eski bir Yeşiller milletvekili olan Volker Beck, Alman-İsrail Topluluğu'nun başkanıdır. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) eski milletvekili ve kararın arkasındaki parlamento grubunun bir üyesi olan Mathias Stein ise başkan yardımcılarından biri.

Aralarında Marcus Faber (FDP), Lisa Badum (Yeşiller) ve Jurgen Hardt'ın (CDU/CSU) da bulunduğu diğer mevcut ve eski Federal Meclis üyeleri de Alman-İsrail Topluluğu'nun başkan yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

Bu karar tasarısı hazırlanırken akademik uzmanlık ve tarihsel doğrulukla ilgilenilmemiş olması şaşırtıcı değildir. Alman parlamenterler kararın gerçek amacını ya anlayamamış ya da anlamak istememişlerdir.

Demokratik hakları savunmak ya da Siyonist tecavüze direnmek yerine, Almanya'nın kurumlarını ve demokrasisini ortadan kaldıran kapsamlı “toprak gaspının” gönüllü suç ortakları haline geldiler.

Yeni faşizm

Bir zamanlar “fakir ama etkileyici” olarak nitelendirilen Berlin, dünyanın dört bir yanından gelen gençlerin yanı sıra küresel kültür elitlerini ve etkili bilim insanlarını da kendine çekiyordu. O dönem artık sona erdi.

Bugün Berlin, fikir, düşünce, araştırma ve öğretim özgürlüğüne balta vurarak antisemitizmin demokrasiyi yok eden silah haline getirilmesine yönelmiştir.

İsrail'i olduğu gibi eleştirme hakkı - Batı Şeria'da etnik temizlik yapan, Filistinlileri İsrail vatandaşlığıyla tehdit eden ve bölgedeki sivil nüfusu tehlikeye atan soykırımcı, beyaz üstünlükçü bir yerleşimci kolonisi - aktif saldırı altında.

Tel Aviv ile ortaklığı sayesinde Berlin, Yahudi yaşamını koruma bahanesiyle Siyonist üstünlükçüler ve ırkçılar, Gazze'de savaş suçu işleyen İsrail askerleri ve İsrail hükümetinin aranan yetkilileri için güvenli bir sığınak haline geliyor.

Berlin'in sözde “demokratik merkezi”, uluslararası hukuku korumak ya da sivil özgürlükleri savunmak yerine, yükselen yeni bir faşizmin önünü açıyor.

Siyonist baskının başkenti Berlin'e hoş geldiniz!

 

* Jurgen Mackert, Almanya'da Potsdam Üniversitesi'nde Sosyoloji Profesörüdür. Almanya'da Erfurt Üniversitesi'nde Modern Toplumların Yapısı alanında geçici profesörlük ve Berlin Humboldt Üniversitesi'nde Siyaset Sosyolojisi alanında misafir profesörlük yapmıştır.

HABERE YORUM KAT

4 Yorum