1. HABERLER

  2. HABER

  3. GÜNDEM

  4. Özlem Zengin: Tek Ölçü Anayasal Rıza Yetki Devri Yok, Sorumluluk Var
Özlem Zengin: Tek Ölçü Anayasal Rıza Yetki Devri Yok, Sorumluluk Var

Özlem Zengin: Tek Ölçü Anayasal Rıza Yetki Devri Yok, Sorumluluk Var

Özlem Zengin: Türkiye özgür demokratik bir ortamda seçmene gidiyor. Aranacak olan ‘anayasal rıza’dır. Anayasa bu konuda bize diyor ki, teklif meclisten 330’la, referandumdan yüzde 51’le geçmişse tamamdır. Ötesi işi sulandırmaktır.

23 Ocak 2017 Pazartesi 09:41A+A-

Fadime Özkan / STAR

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle ilgili anayasa değişikliği TBMM sürecinin ardından halkın önüne gidecek. Referandum tarihi Nisan başına sabitlenecek gibi. Anayasa değişikliğini konuştuğumuz Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Hukukçu Özlem Zengin “Yeni sistemde milletvekilleri partilerinden bağımsız, müstakil bir güç haline gelebilecek. Vekalet vebal gerektirir, vekillerimiz ağır sorumluluk altında” diyor. Erdoğan’ın “Hayatta en büyük güç, hilesiz olmak” sözünden ilhamla hatırlatıyor: “2007’de hukuka uygun muhalefet edilseydi yaşananlar yaşanmazdı. Bugün bu değişikliğin sebebi 367 krizini çıkaranlardır. Siyaset normalleşirse insanlar yaralara oy vermekten kurtulur. İçine sinene verir. Ben buna ‘oyunu helal etmek’ diyorum”.

***

Türkiye başkanlık sistemine geçiş mevzuunu eskiden beri konuşuyor tartışıyor, AK Parti'nin gündeminde de 2011-2012’den bu yana somut olarak var ama o günlerde bu kadar sıkışık bir Türkiye yoktu. Bugün terör var, darbe tehdidi hala var, bölgede büyük bir parçalanma var, ekonomik kriz var ve bir seferberlik halini gerektirecek kadar olağan üstü bir hal var. Dolayısıyla böyle bir konjonktürde hükümet sistem değişikliğiyle ilgili anayasal bir sürecin işlemesi çoğu kimseyi tedirgin ediyor. Eleştiriliyor da. Zamanlama doğru mu?

Evet doğru. Söylediğiniz her şeye katılıyorum ama geriye dönüp baktığımda hangi kriz Türkiye için daha küçüktü ki? 2007'de 367 krizini, e-muhtırayı, kapatma davasının açıklandığı günü hatırlıyorum. Bunların hiçbirinde Türkiye rahat değildi. O günü yaşarken Türkiye’deki insanlar olarak ne olacağını yine bilmiyorduk. Fakat bugünü farklı kılan şey Türkiye'nin ummadığı bir darbe girişimiyle karşılaşmış olmasıdır. Bakın sehpanın üzerindeki şu izler 15 Temmuz gecesi atılan bombalar yüzünden tavandan kopan parçaların yaptığı izler. Türkiye’nin kalbine saplanmaya çalışılan darbeden sonra artık her şeyi yeniden sormak gerekiyor. Bence Sayın Devlet Bahçeli de buradan yola çıkarak "tam zamanı" diye düşündü çünkü 15 Temmuz’da şunu gördü Türkiye: ‘Biz bize dışarıdan bakanların söylediği gibi parçalanmış bölünmüş değiliz, millet olarak demokrasi algımız çok gelişmiş durumda. Ama Anayasanın kafası karışık. Sonuçta biz 2007'de anayasayı değiştirdik ama mevcut durum parlamenter sistemle tezat. Geriye dönüş de mümkün olmadığına göre 15 Temmuz'dan yani halktan güç alarak "bu konuda millet karar versin" demeyi tercih etti. Bu açıdan ben zamanlamanın özellikle manalı olduğu kanaatindeyim.  Sağlam bir zemine basıyor çünkü.

BAHÇELİ'NİN TERCİHİ

MHP yakın bir tarih olan 7 Haziran öncesi ve sonrasında üçlü koalisyondan bahsedilmesine yol açacak kadar yakındı HDP ve CHP'ye. FETÖ'nün bazı suçlamalarını, iddialarını seslendiriyordu. AK Parti'nin politikalarına ve başkanlık önerisine de karşıydı bu arada. Ama 7 Haziran sonrasında CHP-HDP ile koalisyon ihtimalini, özellikle de PKK'nın ateşkesi bitirmesinin ardından külliyen boşa düşürdü. Süreç 15 Temmuz'dan önce başladı sanki?

Ben yine de en önemli hadisenin 15 Temmuz olduğunu düşünüyorum. Bence Sayın Bahçeli geriye dönük olarak kendi partisinde yaşadığı süreçleri de daha iyi anlamlandırdı ve konumlandırdı. Türkiye’de tehlikenin tek bir siyasi partiye yönelmiş olmadığını gördü. Tablo bize CHP’ye de, MHP’ye de ama en fazla AK Parti'ye ve Sayın Cumhurbaşkanı'na yönelmiş muazzam bir tehlike olduğunu gösteriyor. Bahçeli bunu gördü. Ve Türkiye’nin yeni anayasa ile oluşacak süreçte çok daha güçlü bir ülke olacağına kanaat getirdi ve bir tercihte bulundu, çok önemli bir rol üstlendi.

OLMAZ DİYEREK MUHALEFET ETMEK

15 Temmuz'dan sonra CHP de darbeye direnen o güçlü Türkiye fotoğrafının bir parçasıydı. Ama  şimdi CHP o blokta değil. Güçlü Türkiye için denilen anayasal değişikliğe şüpheyle bakıyor ve karşısında "direniyor". Neden sizce?

Doğrusu ben tüm siyasi partilerin darbe gecesi ve sonrasındaki tavrından, özellikle de mitingde üç siyasi partiyi gördüğüm zaman Türkiye için çok ümitlenmiştim. Bu şu anlama geliyordu; "Darbe karşısında hepimiz kol kolayız". Bu Türkiye’de daha evvel hiç olmamıştı. Bu vakte kadar siyasi partilerden biri alkışlamıştı darbecileri. Bu açıdan çok büyük bir dönüm noktası bu. Teşekkür etmek lazım partilere. Ama nasıl bir şeyse o aşamadan sonra CHP’de bir tereddüt hali ortaya çıktı. Bu hal o kadar beğenildi ki "biz CHP özelliklerini mi kaybediyoruz, muhalefet etmek lazım" diye bir karşıtlık geliştirme hali oluştu belki de. Fakat buradan gidilecek bir yol göremiyorum ben. Olmazlar üzerine kurulu bir muhalefet anlayışı olmayacağı kanaatindeyim.

CHP: YASAK, OLMAZ, YAPAMAYIZ...

CHP'nin Meclis Anayasa Komisyonu'ndaki ve genel kuruldaki performansını bunun parçası olarak mı okuyorsunuz?

Komisyondaki çalışmalarda CHP özetle diyor ki "böyle bir anayasa yapamayız biz, bizim anayasa yapma hakkımız yok". Şöyle bir tezat çıkıyor ortaya: CHP darbeye dur demişse eğer, darbecilerin yaptığı anayasa ile yönetilmekten rahatsız olması lazım. Beş silahlı generalin anayasa yapma hakkı varsa bu Meclisin de prosedürüne uyarak anayasa yapmasından tabii ne olabilir? CHP'nin "anayasa yapamayız, ilk üç maddeye aykırı" şeklinde bir izahtan yola çıkarak hayırcı bir tavır sergilemesini çok sorunlu buluyorum. Bir anayasa yapalım ama böyle yapmayalım, deseler daha anlamlı olurdu. Fakat CHP bunu tercih etmiyor, sürekli yasak, olmaz, yapamayız diyor. Hep aynı rejim tartışmaları, tereddüt hali.

MİLLET MECLİSİ KÜRSÜSÜ MİLLETE MEYDAN OKUMA YERİ DEĞİLDİR!

CHP başından beri parlamenter sistemden yana, başkanlık-cumhurbaşkanlığı sistemine karşı. Komisyonda da, Genel Kurul'da da bu tavrı sürdürmesi doğal ama Meclisi kilitlemeye çalışmak, işi yavaşlatma, yorma, gerginlik çıkarma siyaseti gütmesinin bir anlamı olmalı?

Evet Mecliste "biz parlamenter sistemin devamından yanayız" denildi ama Komisyon'da "bizim anayasa değiştirme yetkimiz yok" diyordu. Ben asıl sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Ama Meclisteki mesele de "ne kadar yorar, vakit kaybettirirsek kendi kitlemize ‘biz sonuna kadar direndik, uğraştık, gücümüz buna yetti, artık sıra sizde' demek için. Hatta ondan önce Anayasa Mahkemesi'ne sonra size. Ayrıca mikrofon ilk kez kayboldu ama Türkiye’de ilk defa olmuyor kürsü işgalleri. O görüntüyü gördüğüm zaman aklıma Merve Kavakçı’nın kürsüye gelmesine engel olmak için yapılanlar geldi. CHP milletvekillerinin kol kola girip kürsüyü kapatmaları, Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganları, Ecevit'in ellini masaya vurarak ‘burası devlete meydan okuma yeri değildir’ demesi. Bunu hatırladım ve CHP'lilerin kürsü işgalini görünce dedim ki içimden "farkında değiller ama bu kürsülerden millete meydan okuyorlar; oysa millet meclisinin kürsüsü millete meydan okuma yeri değildir".

CHP HİÇ İKTİDAR OLMADI, HEP MUKTEDİRDİ

CHP biz anayasa yapamayız diyor, AYM'ye götürüp iptal ettireceğine inanıyor, eski bir AYM başkanı ilk üç maddenin ruhuna aykırı değiştirilemez diyor... Hep aynı yere geliyor sanki CHP: Milletin iradesi darbecilerin iradesinden önemli değildir, noktasına. Katılır mısınız?

Hep aynı nokta. Ne olduğunu çözemediğimiz bir ruhla karşılaşıyoruz. Hatırlarsanız 367 meselesinde de böyle olmuştu, kimse ihtimal vermemişti, burası bir hukuk devleti mümkün değil demişti ama olmuştu. Fakat o zaman bu çıkışlar anayasanın ‘egemenlik’ erkini kullanan organlar tarafından hayat buluyordu. Aslında iktidarı kazanmamış siyasi partiler hacimlerinin çok  ötesinde bir alan işgal ediyorlardı. Ne olursa olsun, devir ne kadar değişirse değişsin onların işgal ettiği alan, koyduğu kurallar değişmiyordu. Ama artık değişiyor. Meclis, millete meydan okuma yeri değil, milletin temsil edildiği yer. Milletvekillerine düşen görev milleti temsil etmek. Bu çirkin olaylardan sonra da en çok CHP’li seçmen rahatsız oldu.

HDP SEÇMENİ EVET DİYECEKTİR

"Zinhar yaptırmayız" keskinliğindeki CHP ve HDP yüzde 35 oranında bir oya sahip. AK Parti ve MHP yapacağız diyor ve yüzde 65 gibi bir halk çoğunluğuna tekabül ediyor. Referandum süreci gergin yürürse ve referandumda yüzde 51 oranında kabul görürse "toplum bölünür, ülkenin geleceği kötü etkilenir, sakındığımız şey olur" diye endişelenenler var. Kanaatiniz ne?

Sadece AK Parti ve MHP seçmeninin değil HDP’ye oy vermiş ama 7 Haziran’dan sonra yaşanan süreçte canından bezmiş Surluların Şırnaklıların da kanaatinin farklı olacağını düşünüyorum . Daha evvel orada yaşananları gördüler, devletin onları nasıl sahiplendiğini, oy verdikleri partinin kendilerine değer atfetmeden hayatlarını, işini, gücünü, çocuklarını hiçe saydığını gördüler. O sebeple HDP seçmeni içinde farklılıklar olacağı kanaatindeyim. Burada bakacağımız şey anayasal manada mutabakat aramaktır.  

TEK KRİTER ANAYASAL RIZA

Anayasa bize bu konuda ne diyor?

Anayasa bize diyor ki, eğer böyle bir teklif meclise gelmişse, meclise geldikten sonra 330 ile geçmişse tamamdır. Ki bu toplumdaki mutabakatın da göstergesidir çünkü millet adına vekiller alıyor bu kararı. Meclisten 330 ile, referandumdan yüzde 51 ile geçmişse tamamdır. Bunun temel, asgari standardı budur.
Bu olursa meşrudur. Çünkü burada bu zemini oluşturan şey anayasamız. Anayasanın meşru kıldığı şeyi kelimelerle aşağıya indiremeyiz. Anayasa demiş ki "bul 330’u, gir referanduma, bir oyla da olsa yüzde elliyi geç, tamamdır". Zaten Meclisten genelde 340’ların üzerine çıktı. Halka gittiğinde de alt sınırın çok üstünde oy alacak, tahmin etmek çok zor. Türkiye özgür demokratik bir ortamda seçmenine soruyor. Burada bizim arayacağımız rıza anayasal rızadır, o sınırlardır. Bunun dışındakiler olayı sulandırmaktır.

YASAMANIN YETKİSİ AZALMIYOR

Cumhurbaşkanlığı sisteminin içeriğine ve eleştirilen noktalarına geçmek isterim izninizle. CHP en fazla iktidarın şahsileşmesi gibi bir kavramsallaştırmayla eleştiri getiriyor. Tamam cumhurbaşkanını halk seçecek ama o seçildikten sonra o kadar çok yetkiyle donatılıyor ki egemenlik bir kişiye devredilmiş olacak deniyor. Değerlendirmeniz nedir?

Türkiye’de kuvvetler ayrılığı nasıl konumlanıyor? Yani yasama yürütme nasıl konumlanıyor? Bu değişikliğe baktığımız zaman şu görülür; yasamanın hiçbir görevini alıp yürütmeye vermiyorsunuz. Diyoruz ki, iki tane meşrutiyet alanı olacak, ikisi de seçimle belirlenecek. Cumhurbaşkanı sanki tek başına ülkeyi yönetecekmiş gibi bir ifade kullanmak çok büyük haksızlık. Çünkü bir kişi tek başına bu ülkeyi yönetemez. Cumhurbaşkanı, yardımcılarını, bakanları oluşturacak ve ekibiyle beraber ülkeyi yönetecek. Cumhurbaşkanı’nın yürütmeyi temsili hukukendir, ekibinin bütün sorumluluğu üzerine almasından kaynaklanır. Yürütme bütün olarak onda temsil edildiği için de Cumhurbaşkanının herhangi bir suçtan yargılanması da mümkün. Yetkileri fazla olduğu için sorumlulukları da fazla. Fakat kullandığı yetkilerin hiçbirisi daha evvel yasamanın kullandığı yetkiler değil. Mevcut sistemde yürütme, cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar kurulundan oluşuyor. Yeni sistemde yine çoklu bir yapı var fakat sorumluluk alanı, millete karşı sorumlu olan Cumhurbaşkanı. Ekibin hepsinden de sorumlu.

Cumhurbaşkanı okkanın altına daha fazla mı itiliyor bu halde?

Evet daha fazla.  Şunu da görmemiz lazım, daha evvel hem kabine, hem başbakan meclise karşı sorumluydu. O yüzden gensoru mekanizması vardı. Burada ise Cumhurbaşkanı millete karşı ekibinden de direkt sorumlu. Oradan yetkiyi aldığı için sorumluluğunu birebir yerine getirmek zorunda.

MİLLETVEKİLLERİ GÜÇLENİYOR

Oradaki eleştiri özü itibariyle şu: "Tamam cumhurbaşkanı millete karşı sorumlu, beş yılda bir halka hesap verecek ama Meclis’te bu denetim anlık olabilecekten beş yıl çok geniş zaman..."

Her şey yolunda giderse beş yıl. Parlamenter sistem gibi. Türkiye 14 yıldır vaktinde seçim yapıyor. AK Parti’nin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık yaptığı dönemde en önemli sloganlarından biridir; ‘Vaktinde seçim yapacağız’. Hakikaten de bir iki olayı saymazsak -ki o da AK Parti dışında gelişen sebeplerden- vaktinde yapıldı seçimler. Bu, beraberinde şunu getiriyor: Mecliste çoğunlukta olan parti hükümet çıkardığına göre zaten muhalefet sizi gönderme imkanına sahip değil. Fakat yeni sistemde milletvekilleri seçildikten sonra partilerinin bir tık ötesine geçerek daha müstakil hale gelip vekil oldukları bölgenin tepkileriyle ortak bir akıl oluşturarak eğer istiyorlarsa seçilmiş Cumhurbaşkanının görev süresini sonlandırıp seçime gitme imkanına sahipler. Yani ellerinde çok önemli bir kozları var kullanmak isterlerse.

GENSORUDA SONUÇ ALMA İMKANI YOKTU

Bu kendi vekillerini de sonlandırmak anlamına geleceği için pek işlemez deniliyor?

Meclis bir başka güç alanı haline dönüşüyor, bir tarafta Cumhurbaşkanı, Bakanları, Cumhurbaşkanı yardımcıları bir tarafta milletvekilleri. Meclisten olursa bakanlar, istifa etmeleri gerekecek. Karar verecek insanlar. Vekil mi olacaksın, bakan mı olacaksın, bakan yardımcısı mı olacaksın. Bunların her biri ayrı ayrı değerli hale gelecek. O sebeple milletvekilleri de bulundukları yerde kendileri bir ekip olarak Türkiye’nin menfaati için gerek duyduklarında seçmene gidebilecekler. Çünkü seçmene gittiğinde kendisi sorularla muhatap olmamak için ihtiyaç hasıl olduğunda Meclisin ortak aklı böyle bir karar alma imkanını bulacak. Bu çok önemli bir denetim mekanizmasıdır. İşlemeyen bir gensoruya kıyasla. Parlamenter sistemde tek parti hükümetiyseniz mümkün değil muhalefetin gensorudan sonuç alması. Asıl mesele atığınız taşın hedefi vurması ise tabii.

MİLLETVEKİLLERİ BAĞIMSIZLAŞACAK

Cumhurbaşkanına soruşturma açmak için 301 oya ihtiyaç var. 5’te 3 oyla kabulse soruşturma başlıyor. Yüce Divan için de 3’te 2 gerekiyor. Partili Cumhurbaşkanı ve Meclis aynı gün seçilirse Meclis çoğunluğu Cumhurbaşkanının partisinde olur ve o oranlar asla tutturulamaz, dolayısıyla yargılanamaz yorumlayanları var?

Her halükarda karşımızda seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var. Seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın elini kolunu bağlayamazsın. Ama Cumhurbaşkanı vahim bir hata yaptığında harekete geçecek bir sistem lazım. Vahim bir hata ve bu hatanın ağırlığıyla orantılı olarak Meclisin harekete geçebiliyor olması lazım. Her seferinde Yüce Divan'a gitmesi de gerekmiyor ayrıca. O sürecin başlamış olması bile ihtardır Cumhurbaşkanı için. Sonuçta üç aşaması var bu işin. Evet denetim, sürecin içindedir, bunun tamamen sonuçlanmasını her zaman beklememek lazım. Zaten şu ana kadar Türkiye’de Yüce Divan’a giden de olmadı, yargılananlar olsa da. Şunu da öngörmemiz lazım, Türkiye bence artık oraya doğru evrilmek zorunda. Cumhurbaşkanlığı sistemi olursa oraya doğru geçeceğiz de. Muhalefet sadece ‘hayır, olmaz, yanlış’larla şekillenemiyor artık. Türkiye’de Meclis kendi içinde ortak bir akıl oluşturabilirse, sorumluluğu millete karşı olan milletvekili de kendini daha güçlü hissedecek, aynı partiden bile olsa. Asıl meselenin bu olduğunu düşünüyorum ben. Adalet hissinin yaygınlaşabilmesi için bir konuda karar verebilmek için hangi partiden, hayat tarzından diye bakmak yerine Türkiye için doğru mu, değil mi diye bakabilmek.

PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI HAYATIN DOĞAL AKIŞINA UYGUN

İdeal olana dair bir temenni bu aynı zamanda. Reel olanın ihtimalleri arasında şu var mı? Cumhurbaşkanı partisine genel başkan olursa -ki düzenleme bu imkanı veriyor- vekillerin adaylıklarından partinin meclis çalışmalarına kadar tekil bir irade hakim olursa...?

Bir adım geriye gidelim. Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını hatırlayalım. Aday gösterildiğinde dışişleri bakanıydı. Aday gösteren AK Parti’ydi. Seçen AK Partili vekillerdi. Ne oldu istifasını verdi Meclis seçti ve siyasi kimliği olmayan Cumhurbaşkanı olarak oturdu fakat siyasi kimlik nasıl silinebilir ki hayatın olağan akışına ters. Seçimle gelen ilk Cumhurbaşkanına bakalım. Partiyi kuracak, Türkiye'de dünyada örneği olmayan büyük bir başarıyla oyunu arttırarak üç dönem seçim, bir sürü referandum kazanacak ve arkasından Cumhurbaşkanı seçiminde ilk defa 20 milyonun üzerinde oyla kazanacaksınız. İstifa edecek ve hayatta en büyük övünç ve mutluluk kaynağınız olan yapıdan tamamen dışarı çıktığınızı mı söyleyeceksiniz? Türkiye siyaset olağanlaştıkça akış da değişti. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte cumhurbaşkanı siyasi liderler üzerinden seçilmeye başlandı. Aksi taktirde bu kadar büyük bir seçmen kitlesini arkanızda toplayamazsınız. Siyasi liderlik yapmanız gerekir. Dünyada çok farklı model örnekleri var. Bu kadar sistem içinde sadece dört ülkede seçilen başkanın partisinden istifa zorunluluğu var. Trump Cumhuriyetçi partinin üyesi ama başkanı değil. Putin parti üyesi. Merkel istifa ediyor Almanya’da. Finlandiya’da da. Türkiye’de de siyasi olmayan Cumhurbaşkanlarının tamamı ara dönemlerde seçilmiştir. Darbeler, ara dönemler. Askeri darbe dayatmaları bittiğinde, millet serbest kaldığında siyasi kimliği belirgin kişileri cumhurbaşkanı yapmıştır. Özal, Demirel, Gül. Hakeza seçimle gelen Tayyip Erdoğan.

SEÇİLDİĞİ AN TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDER PARTİSİNİ DEĞİL

Türkiye’nin pratiği bu, dünyadaki örnekler de böyle. Öte taraftan yeni anayasa düzenlemesinde de deniyor ki "Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil eder". Partili ama partileri aşan bir birliğin temsilcisi. Bu durum temsil kabiliyetini zaafa uğratır eleştirisine cevabınız nedir?

Kaygılı insanları anladığımı söyleyebilirim fakat bunun pratik karşılığı yok çünkü kafamda somutlaşmıyor. Mesela şu an bir Başbakan var ülkede. Ülkemizi temsil etmiyor mu? Koalisyon hükümeti de olabilirdi. Gittiği her yerde TC’yi temsil eden bir Başbakan’dan bahsediyoruz. Yeni modelde de Cumhurbaşkanı temsil edecek. Bu ülkenin oy versin ya da vermesin her bir ferdini temsil edecek. Bana oy verenlerin Cumhurbaşkanıyım vermeyenlerin değilim demeyecek. Bilemez zaten kim kendine oy verdi kim vermedi. Sonuçta seçildiği ana kadar o. Milletvekilleri için de geçerli bu. Milletvekilleri illerine göre adlandırılır, partiler yoktur sıralamada. Hangi partiden seçilirse seçilsin detaydır. Seçilmiş herkes için geçerlidir bu. Muhtar dahi olsa seçildikten sonra ‘mahallenin muhtarı’ olur. Herkesin işini yapacak.

İKİ SANDIK İNCE AYAR İMKANIDIR

Muhalefet yeni sistemi bir isimle şahıslaştırdı. AK Parti tabanını aşan bir kesim de Erdoğan’ın şahsıyla birlikte düşünüyor yeni sistemi. Erdoğan 80’lerin ortasından beri siyasetin içinde tanınan bilinen bir isim.  Özellikle İstanbul büyükşehir belediye başkanlığından beri kamuoyunun medyanın önünde. Dolayısıyla hem gözlem altında hem itimat edenler için de güvenilir bir siyasi. Deniyor ki ‘Erdoğan böyle şey yapmaz, yaptıysa bir gereği vardır.’ Karşıtları için de tersine bir durum…

…Ama karşıtlar için de ön görülebilirlik halidir bu.

Evet, önemli bir veridir geçmişi. Ama öte taraftan şimdi bu sistem yerleşirse Erdoğansız da işleyecek. Erdoğan sonrası dönemde bilinmeyen, öngörülmeyen biri -Trump gibi mesela- bu yetkileri kullanacak. Bu ihtimal insanları tedirgin edebilir?

Burada çok önemli bir şey devreye giriyor işte; Meclis. Gerçekten kontrol edilemez, seçilmiş bir cumhurbaşkanı gördüğünde Meclisin ortak aklı diyecek ki ‘seçime gidelim’. Meclis’in kaybedeceği bir şey de yok, Cumhurbaşkanının var, kendi süresinden kaybediyor. Amerika’da Trump aleyhine muazzam bir kampanya yapıldı, kendi partisi dahil. Ona rağmen Amerikalılar Trump’ı seçti. Bilmiyoruz sonucu ne olur. Ama Türkiye’nin elinde Amerika’da olmayan önemli bir fırsat var. Böyle bir tablo karşısında Meclisin yeniden nasıl şekilleneceğini bilmiyoruz çünkü. ABD’de iki sandık aynı anda konulsaydı emin değilim Trump’a o kadar oy gider miydi. İki sandık aynı anda konulduğunda bizim insanımız bir hesap yapıyor. 7 Haziranla 1 Kasım arasında sadece 3 ay, iki farklı sonuç var. Vatandaş bakıyor resmi anlıyor. Taraflardan birinde daha fazla güç toplandıysa dağıtıyor. Elinde çok önemli bir kozu, oyu var çünkü. Göz ardı edilmemesi gereken imkanları var bu sistemin.

AL ADAYINI GEL

Nedir göz ardı edilmemesi gereken imkanları bu sistemin?

İlki cumhurbaşkanının aday gösterilme şekli. Üç farklı turda aday gösterme imkanı veriyor. Bir, mecliste grubu olan siyasi partiler aday gösterebilirler. İkincisi, tek başına ya da yüzde 5 oy alan siyasi partiler ortak aday gösterebilirler. Üçüncüsü, yüz bin seçmen imzasıyla bir kişiyi aday gösterebilir. Toplumun farklı kesimlerine kendini gösterme imkanıdır bu. Kadınlar için de çok büyük şans. Niye bundan heyecan duyulmadı anlamadım. Türkiye’nin farklı hayat görüşlerinden kadınları bir araya gelebilir. Önümüzde çok önemli bir alternatif koyuyor. Şahsen beni heyecanlandıran bir şey bu. Üç farklı modellemeyle aday gösterilmesi demokratik manada bir çeşitliliktir. Her kesime diyor ki “al adayını gel”. Birinci turda çok aday olacaktır demektir. İlk turda seçim tamamlanırsa bu çok istisnai bir durum olacak. Sayın Cumhurbaşkanın birinci turda seçilmiş olması Türkiye için de çok ama çok istisnai bir durumdur. Çok zordur çünkü. Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanımız partisinin oyunun fevkalade üstünde bir oyla seçildi.

İKİNCİ TUR UZLAŞMA DEMEKTİR

Bu her zaman olmayınca ne olmuş olacak?

İkinci tura kalındığında karşıtlar uzlaşmak zorundadır. Seçim kazanmak istiyorsanız son tura kalındığında farklı görüşteki ekipler oturup konuşacak ve anlaşacaklar. Türkiye seçim süreci içerisinde dahi uzlaşma kültürünü mecburen geliştirmek zorunda kalacak. Ayrıca ikinci tur olduğunda teorik olarak iki sandığı da aynı anda koymamış oluyorsunuz mecburen.

MİLLET VEKİLLİĞİ PARTİ ÜSTÜNE ÇIKAR

İlk turu alamayacak güçteki adayların en çok oy alan ikisi ikinci tura kalacak. Bu durum bile o adayları siyaseten güçlendirecektir aslında. Muhalefet içinden de isimler güçlenebilir bu yolla?

Evet, artı şöyle bir şey olacak. Aynı anda iki sandık olduğu için cumhurbaşkanı, siyasi kimlik isterse kullanacak. Diyelim ki üye oldu, hatta o partinin başkanı oldu. Aynı anda Meclis listeleri de oluşacağı için ve vatandaş bu listelere bakıp “bana hangi isimleri öneriyor, kime oy vereceğim, bakalım aklıma yatıyor mu” diyeceği için partili cumhurbaşkanını bir de bu tercihiyle sorgulayabilecek. Nihayetinde ilk turda seçilecek kişi için kendi partisinin oyu asla yeterli olmayacak seçilmesine. O sebeple adayları koyarken de Türkiye genelini temsil eden, farklı hayat tarzından insan tarafından kabul edebilecek isimleri listelere koymak durumunda kalacak. Bu süreçten sonra özlenen şey olur, özellikle seçim sisteminin de değişmesiyle, mümkünse daraltılmış bölgeye geçilmesiyle. Daraltılmış bölgeyle seçmen oyunu kullanırken kime oy verdiğini ismen cismen bilecek çünkü.

VEKİLLERİMİZİ İNCİTMEYELİM

Cumhurbaşkanlığı hukukçu kurmaylarının masasında seçim sistemi ve siyasi partiler yasası değişikliğiyle ilgili bir çalışma var mı?

Hazırlanmış yok ama düşünsel var. Yeni sistem denince akla ilk gelen seçim modellemesidir. Parlamento nasıl şekillenecek meselesi önemli. Biz her ne kadar parlamento için ayrı, cumhurbaşkanlığı için ayrı bir meşruiyet diyorsak dahi yasama ve yürütme için denge, uyum ve vatandaşın ikisini de beğenme kaygısı aranacak. Artı şunu söyleyeyim vekillik yapmış biri olarak. Vekillerle ilgili üslubu çok rahatsız edici, kırıcı buluyorum. Şöyle bir tavır çıkıyor ortaya: Vekil seçime gitmek istemez, lideri ne derse onu yapar, el pençe divan durur, vs. Türkiye milletvekillerinden bahsediyoruz. Bir milletvekili hakikaten bir durumun ülkenin zararına olduğuna inanıyorsa çıkar söyler. 7 Haziran’da biz de seçilmiştik, kendimiz gidip oy kullandık ve yeniden seçime gittik yani. Türkiye için yaptık.

7 HAZİRAN’DA VAZGEÇTİK

Vazgeçebildiniz yani kendi kazanılmış haklarınızdan?

Vazgeçebildik. Türkiye milletvekillerini çıkarcı insanlar gibi göstermeyi çok sıkıntılı buluyorum. Büyük haksızlık. Milletvekilleri ağır sorumlulukları olan insanlar, maddi olarak da öyle manevi olarak da. Bakın gece uykusu yok günlerdir, zor bir işi yapıyorlar. O yüzden lütfen milletvekillerine hak ettikleri manada ihtimam gösterelim bu konuda konuşulurken.

MİLLETİN VEBALİNİ TAŞIR VEKİLLER

Vekilleri para pul menfaat üzerinden küçümseyenlerin aynı zamanda cumhurbaşkanlığı sistemini tek adamlık diye eleştirenler olması tuhaf bir çelişki aslında?

Çok tuhaf. Milletvekilliği vebaldir her oyda. Millet adına vekalet etmek enteresan bir şeydir, kendi oyunu kullanmıyorsun, milletin adına düşünüyor tartıyor bir karar verip kullanıyorsun. Bu yüzden ben Meclisteki milletvekillerimizin bu sorumluluğu hissettiği kanaatindeyim.

YASAMA YİNE EN GÜÇLÜ ERK OLACAK

Yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılmasıyla sonuçlanacak yeni sisteme ilişkin eleştiri noktalarından biri Meclisin yürütme karşısında zayıflayacağı sanısı. Erkler arasında hiyerarşik bir sıralama yapmak sorunun kendisi değil midir?

Şöyle. Ben kafamda bu erkleri sıralarken yasamayı bire koyuyor ve yasama yürütme yargı diyorum.
Yeni sistem de böyle. Cumhurbaşkanı kanun çıkarabilecek mi? Hayır. Kanun çıkarma yetkisi yok. Kimin var? Meclisin. Diyelim ki Cumhurbaşkanı kararname çıkardı. Meclis bu konuda bir düzenleme yaptığında Cumhurbaşkanının çıkardığı kararname işlevsiz kalacak. Kanun, üstte olacak. Bu anlamda yasama hiyerarşi içerisinde en güçlü olandır.

MECLİSİN YETKİLERİ BAKİ

İşleyişin başlangıcı olması bakımından evet… Ama hükümeti denetleme yetkisinde bir değişiklik olacak?

Meclisin görevleri arasında gensoru dışında yazılı-sözlü soru sorma var. Bakanlar, Mecliste olmadığı yani gelip cevap verme imkanı olmadığı için yazılı soruluyor. Velhasıl kelam aslında Meclisin her yetkisi muhafaza ediliyor. Kanun yapmak, bütçeyi denetlemek, bunlar gerçekten önemlidir. Yeni sistem milletvekillerine kanun tasarısı verme imkanı sunuyor. Şimdi de milletvekillerinin bireysel kanun teklifleri var, vermiştir 5-6 sene olmuştur, öylece duruyordur. Sonuçta Meclis içinden çıkan hükümet ne derse o oluyor. Şimdi başka bir alternatif olacak inşallah. Bir tarafta yürütmenin yapmak istediği iş, diğer tarafta da bunu gören beğenen ya da beğenmeyen, ona tavır alan bir Meclis olacak.

AMAÇ KARAR SÜREÇLERİNİ HIZLANDIRMAK

Cumhurbaşkanına kararname ve yasaları veto yetkisi verilmesi, veto edilen yasa için tekrar 301 oya gereksinmesi Cumhurbaşkanını güçlendiren, Meclisi zayıflatan bir etki olarak görülüyor?

Rakam kaç olsa muhalefet memnun olurdu merak ediyorum. Cumhurbaşkanısınız, elinizde kanun yapma gücünüz yok, diyelim ki bakanlıklarla ilgili bir şey yapacaksınız ve başkanlık kararnamesi çıkarmışsınız. Yoksa sistem nasıl işleyecek? Ayrıca Cumhurbaşkanı her geleni veto edecek diye bir kural yok. Meclisteki ekip ile, siyasi parti liderleri ile cumhurbaşkanı hiç görüşmeyecek diye bir şey yok. Bugün bile Cumhurbaşkanı ve parti liderleri oturuyor, konuşuyor. Mesele sorun çözme meselesidir. Türkiye bunu yapmak istiyor. Bunu yaparken yürütmeyi cumhurbaşkanlığı modeli ile götürmek isterken karar alma süreçlerini hızlandırmak istiyor.

SUİSTİMAL EDİLİRSE HALK GÖRÜR

5 yıllığına 2 kez seçilebilecek cumhurbaşkanı. Halk seçecek ama Meclisle karşılıklı seçim yenileme kararı hükminde son dönemde üçüncü kez seçilme hakkı doğuyor cumhurbaşkanının ve bunun suistimal edilmesinden dolayısıyla 10 + 5 yıl aynı ismin kalmasından endişeliyiz diyenler var?

Diyelim ki cumhurbaşkanı partisini de ikna etti ve ikinci dönemin sonuna doğru “hadi seçime gidelim” dedi. Ne olur? Milletimiz zinhar seçmez seni bir daha. Bu imkanlar problemler için çözüm alanları. Suistimal alanları değil. Diyelim ki beş-beş on yıl seçilen biri göreve başladığında 8 yaşında olan çocuk 10 sene sonra 18 yaşına geliyor. Oy kullanacak, seçilecek yaşa geliyor. Millet o kadar dinamiktir ki. İkna edemezsen yanarsın. Elinde tutman zor, her seçimde başta teşkilat olmak üzere her oy verenin tekrar ikna edilmesi gerektiği gerçeğiyle yüz yüze geliyor sıfırdan başlıyorsun. Daha evvel yaptıklarının hesabını vereceksin. O anın hesabını vereceksin. Gelecekte ne yapacağını söyleyecek ikna edeceksin.

Ben şu sözü çok önemsiyorum, Cumhurbaşkanımız çokça kullanıyor, felsefesi olduğunu düşünüyorum; “Hayatta en büyük güç hilesiz olmak”. Kartlarını açık oynamak, başka ajanda taşımamak ve önce yakın problemi çözmek, bunu çözerken başka problem çıkarmamaya gayret göstermek. AK Parti açısından hep böyle oldu bu. 2007’de o 367 krizi olmasaydı, muhalefet hukuka uygun muhalefet etseydi, yaşananlar yaşanmazdı. Bugün başkanlık tartışması yapıyorsak, başlatan 367 krizini çıkarandır. Eğer böyle şeyler yaparsanız millet resmi muhteşem okuyor. Türkiye siyaseti normalleşirse yaralarla oy vermekten çıkar insanlar. 367 kriziyle, başörtüsü meselesiyle, darbe tehdidiyle, rejim meselesiyle oy vermektense oyunu içine sine sine en sevdiği, en beğendiğine verir. Ben buna “oyunu helal etmek” diyorum. Biz siyaseti buraya taşıyalım. Benim başkanlık sistemine gayret sarf etmemin en önemli sebeplerinden biri Meclisin müstakil bir şahsiyet kazanması, milletvekillerinin seçildikten sonra ekip olması, bir daha asla Mecliste böyle gırtlak gırtlağa gelmemeleri. Mesela CHP’den bir kişi çıkıp diyemez mi “evet tuhaf iş yaptınız ama şu askeri yargının çift başlılığını kaldırmanız iyi oldu”. 

 

Etiketler :

HABERE YORUM KAT