1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Özgür-Der Bartın'da Kitap Değerlendirmesi Yapıldı
Özgür-Der Bartın'da Kitap Değerlendirmesi Yapıldı

Özgür-Der Bartın'da Kitap Değerlendirmesi Yapıldı

Özgür-Der Bartın temsilciliğinde 27 Nisan Cumartesi akşamı, Yusuf Ahmet Kaya tarafından Ahmet Davutoğlu’nun ‘Duruş Gençlerle Yüz Yüze’ kitabının değerlendirmesi yapıldı.

29 Nisan 2019 Pazartesi 12:26A+A-

Yusuf Ahmet Kaya sunumuna, Ahmet Davutoğlu’nun kitabın önsözünde nesil sosyolojisini anlatmak amacıyla yazdığı ‘’dalga metaforu’’ ile başlayarak şunları söyledi: “Umman zerrelerden oluşur, zerreler de ummanı oluşturur. Yani nesil-fert bütünlüğü söz konusu. Dalgaların birbirini takip etmesi ve karışması gibi nesillerin dinamik bir süreci var. Nesiller hem aynı kökten, aynı geçmişten geliyorlar ama aynı zamanda kendi dönemlerine has özellikleri var. Nesil sosyolojisini bu şekilde açıklayan Davutoğlu, gençliğin biyolojik bir yaş aralığı değil bir ‘hal’ olduğunu söylüyor.”

Kaya, bu şekilde giriş yaptıktan sonra konuşmasına ‘’Kimlik Bilinci’’ bölümünden devam ediyor: “Her şey bir öznenin, bir şahsın kendisini tanıması, tanımlaması, idrak etmesi ile başlar. Bu noktada insani kimliğimizi tanımanın yolu Rabbimizin isimlerini tanımaktan geçer. Çünkü Rabbimizin isimleri mutlak olanı temsil eder, insanda ise göreceli bir karşılığı vardır. Mesela Allah Kavi olandır(mutlak güç sahibi), insan da güçlüdür ancak her alanda değil. Davutoğlu, bu noktada insanın kimlik oluşumun en bölümü aşaması olan doğduğu topraklar olan Vatan kavramı ele alıyor. Vatan sevgisinin, insanı insanlığın ortak değerlerinden koparmadığı sürece ve onu diğer milletlerden üstün görmediği sürece doğal olduğunu söylüyor. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve vatandaşlık kimliğinin nevzuhur olmadığını ve uzun süreçlerden geçerek oluşan tarihi bir kimlik olduğunu ifade ediyor.

Bu tarihi kimlik dört aşamada oluşmuştur: Birinci aşama ‘’Kurucu Kimlik’’ aşamasıdır. Bu süreci 11. Yüzyılda Orta Asya’dan Türkmenlerin Anadolu’ya gelerek burada yaşayan diğer milletler kaynaşma süreci ile başlatıyor. Burada yönetimsel manada ana damarımızı Selçuklu-Osmanlı, toplumsal anlamda ise Mevlana-Ahi Evran-Hacı Bektaş çizgisi oluşturuyor. İkinci aşama 1453 İstanbul fethi ile başlayıp 19.yy da Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan yeni fikir akımları ile karşılaştığımız sürece kadar devam ediyor. Burada Osmanlı’nın 3 farklı kıtada, birçok farklı millet ve kültür olması söz konusu. Üçüncü kimlik aşamasında ise 19.yy ile Cumhuriyet’in kurulduğu yıl arasında geçen hem fikirsel anlamda hem de fiziki anlamda bir direniş sürecini görüyoruz. Ve bu 3 kimliğin harmanlandığı Cumhuriyet dönemi. Burada üst kimlik olarak Türk Kimliği öne çıkıyor. Bu noktayı Davutoğlu, cumhuriyetin ilk yıllarında ve 80 sonrası baskı unsuru olarak kullanılan kimliğin yapay olduğunu ve kimliklerin kısa sürede inşa edilerek değil uzun süreçlerden geçerek ihya edildiğini savunuyor.”

Daha sonra Zaman Bilinci kısmına geçen Yusuf Ahmet Kaya, zamanın ne mutlak bir özne olarak ne de tüketilecek bir nesne olarak görülmemesi gerektiğini vurgulayarak şöyle devam etti : “Davutoğlu’nun zamanı ibadetler ile tanımladığını görüyoruz. Sabah namazını günün tohumu olarak tanımlayarak namazla beraber kalkılmasını ve bir daha uyunmaması gerektiğini söylüyor. Öğle namazının uzun olmasını durup tefekkür etmemiz için olduğunu söylüyor. İkindi vaktinde hala daha gündüz ancak akşama doğru gidiyor yani elimizdeki nimeti doğru kullanmaz isek elimizden kayıp gidecek. Akşam vakti ile de her başlangıcın bir sonunun olduğunu hatırlatıyor. Yatsı ise günün tohumunun geldiği son noktayı gördüğümüz bir tefekkür saati. Burada modern uyku düzeninin eleştirerek gençlerin hayatını namaz vakitlerine göre tasarlaması gerektiğini hatırlatıyor.”

Üçüncü kısım olarak ‘’Tarih Bilinci’’ kısmına geçen Kaya, insanın tarihin öznesi olduğunu hatırlattı ve bizi bu algıdan uzaklaştıracak 3 yaklaşıma dikkat çekti: “İnsanı tarihin öznesi olduğu algısından uzaklaştıran Geleneksel Cebriyeci Yaklaşım (Kadercilik), Modern Determinist İdeolojiler (İlerlemeci tarih anlayışı) ve ‘’Manüpülatif Tarih’’ yorumlarından (Komploculuk) uzak durulması gerekir. Bu 3 yaklaşım tarzı da insanın/toplumların iradesini yok sayıyor, dolasıyla bu sosyolojik gerçekliğe aykırı. Bu noktada bilinç oluştururken özellikle Batı merkezli tarih örgüsü tuzağına düşülmemeli. Sloganların, insanın zihinde sadece kalıplar inşa ettiği için bilince en büyük düşman olduğu bilinmeli.”

Bu üç kısmı anlattıktan sonra kısa bir eleştiri yapan Yusuf Ahmet Kaya, genel hatlarıyla Davutoğlu’na katıldığına, sadece uzun sürede oluşmuş ve bugün de ümmetin tek umudu olan Türk kimliği vurgusuna katılmadığını söyledi. Bunun kaygan bir zemin olduğunu, Rabbimizin günleri aramızda dolaştırdığını ve bir nimetin hakkı verilmediği takdirde bu nimetin başka topluma verileceği bu sebeple yüzyıllardır bir milletin aynı sorumluluğu taşımasının zor olduğunu söyledi.

Bunun ardından Kaya, ‘Ahlakın Güç ile Sınavı’ kısmına geçti. Konuşmasına Davutoğlu’nun “Ahlakçı olma, ahlaklı ol!” hatırlatması ile başladığını ve “Peki nasıl ahlaklı oluruz?” sorusuna cevap aradığını söyleyerek başladı ve devam etti: “ Ahlaklılık sınavının iki ana unsuru var: 1) Kişiyi ahlaki özne yapan güce sahip olmak 2) Bu gücü hayata ahlakı tamamlayıcı şekilde yansıtmak. Yani ahlak güç ile var olur, güç ile inşa edilir ve yine güç ile sınanır. Bu durumda ahlak özne, güç ise nesnedir. İnsan harici diğer varlıklar gücü içgüdüsel olarak kullanır. İnsan ise gücü kendi iradesiyle elde edebilir, yönlendirebilir. İmtihanımızın en ağır olanı güç ile olandır. Davutoğlu bu imtihan alanının 3 tane olduğunu söylüyor: bilgi/ilim, mal/servet, iktidar. İnsanların 5 farklı güce yaklaşım tarzı vardır: 1) Sahip oldukları gücün kendilerinden kaynaklandığını zannedenler. 2) Gücün kaynağını kendilerinde görmedikleri halde gücü bir kere elde edince hep kendisinde kalacağını zannedenler 3) Mutluluğu, güç ile özdeşleştirenler 4) Gücü tehlikeli olarak görüp ondan uzak duranlar yani sinikler. 5) Gücü ahlak ile terbiye edip, onu insani değerler için kullananlar.”

Daha sonra Güç Zehirlenmesinin aşamalarına geçen Kaya, Ahmet Davutoğlu’nun bu alan ile ilgili olarak kendi hayatında ilim adamlığı ile bilgi alanını, babasının iş hayatı ile servet alanını ve devlet adamlığı ile iktidar alanını tecrübe ettiğini ve bu anlatacaklarını bir neslin tecrübesi ve muhasebesi olarak görülmesi gerektiği hatırlatmasını yaparak başladı.

1)İdealist Aşama: Gücün Ahlaki Değerler İçin Araç Görülmesi

Bu aşamada güç bilginin hakikate, paranın hayra, iktidarın adalete ulaşması için zaruri bir araç olarak görülüyor. Davutoğlu burada kendi gençliğinden ve neslinden bahsederek ilmi arayışlarının akademik veya profesyonel bir takım amaçlarla değil ahlaki bir dönüşüm için olduğunu söylüyor.

2)Ahlaki Kopuşun Başlaması: Güç Statülerinin Oluşması

Bu aşamada güç idealler için değil unvan, statü gibi bir takım çıkarlar içindir. ‘Kısa yoldan unvan sahibi olayım da ilmi/bilgiyi daha sonra da elde ederim.’ tarzı yaklaşımlar doğru değildir çünkü yanlış başlangıç ile doğruya ulaşılamaz. Veyahut aynı şekilde ‘Ekonomik olarak ne kadar iyi olur isek o kadar hizmet ederiz.’ Gibi yaklaşımlar da servetin elde ediliş ve kullanım yöntemi açısından arızalıdır. Siyaset için de bir adalet arama alanı değil salt güç alanı görme noktasıdır burası. Bu noktada reel güçleri ihmal ederseniz hedefleriniz ütopya olur, tamamen reel güce göre de hareket ederseniz ahlaki özünüzü kaybedersiniz. Çünkü realite değiştikçe sizde değişmek zorundasınız. O sebepten dolayı olayları tespit aşamasının realist, tepkimizin ise ahlaki olması gerekir.

3)Ahlakın Araçsallaşması: Emanet Bilincinden Mülkiyet İhtirasına Geçiş

Bu noktada insan, gücü bir takım hedefler için araç değil bizatihi ulaşılması gereken bir nesne olarak görür. Bu da gücü sizin için emanet değil varoluşsal bir anlam verir. Emanet bilinci geçicilik duyarlılığına, mülkiyet ihtirası ise kalıcılık iddiasına dayanır. Bilginin de burada güç olarak öncelenmesi bilginin araçsallaşması manasına gelir ve özünü kaybeder. Gücü ulaşılması gereken bir nesne olarak gören insan kamu malını da şahsi malı olarak görmeye başlar

4)Gücün Tekelleşmesi: Ahlakın Nesneleşmesi

Gücün tek elde toplandığı zirvedir. Burası güç ile öznenin birbirine girdiği yerdir. Bilgiyi dün Ortaçağ Avrupa’sında Kiliseler tekeline almışlar. Bugün ise otoriter rejimler ve teknolojik gelişmeler üzerinden bir takım odaklar bunu yapmaya çalışıyor. Burada mal ve servet de rızık olarak değil haz veren veyahut insanlar üzerinde egemen olmaya götüren bir nesne olarak görülüyor. Bizler için bu noktada Rabbimiz zekât vazifesini koymuş. Zekât Kur’an’da Tevbe Suresi 103. Ayette tathir (temizlenme) ve tezkiye (arınma) olarak geçiyor. İktidar sahiplerinin ise toplumların kaderini kendi ellerinde gördükleri noktadır.

5)Ahlaki Öznenin Güce Esareti

Bu nokta zehirlenmenin son noktasıdır ve güç artık insan için varoluşsal bir unsurdur. Mülk, iktidar korkusu ölüm korkusunu geçer. İnsanoğlunun en saldırgan olduğu andır. İlmi alandaki karşılığı gücü kaybetme uğruna hakikati gizleme şeklinde olur. Eleştiri kabul edilmez. Piyasadaki karşılığı ise hayatını tamamen servete endekslemiş olanlar için ahlaki değerler tamamen ortadan kalkar ve piyasanın gidişatı insana ahlakını verir. Burası ‘Paraya değer katan insan’ durumundan ‘Değeri para ile ölçülen insan’ noktasına evirildiği yerdir. Bu kapitalist sistemde ruhi bir köleliktir. Oysaki ahlak ancak ruhen özgür olan bireylerin davranışlarında tecessüm eder. Bu noktaya gelmiş insan için de çelişkili bir psikoloji söz konusudur. Bir taraftan gücün zirvesinin verdiği aşırı bir özgüven varken diğer taraftan bunu kaybetmenin verdiği aşırı bir korkaklık hali mevcuttur. Bu insanı kısır bir döngüye sürükler. Bunun panzehri ise bu gücü/sorumluluğu fikir üretebilme iradesine sahip sağlam şahsiyetler ile paylaşmaktır.  

Program soru-cevap kısmının ardından sona erdi.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum