1. YAZARLAR

  2. Dünya ve İslam Dergisi

  3. Zulümde Yeni Boyut: Terörle Mücadele Kanunu

Dünya ve İslam Dergisi

Yazarın Tüm Yazıları >

Zulümde Yeni Boyut: Terörle Mücadele Kanunu

Haziran 1991A+A-

"Evet demokrasi, dişleri ve tırnakları olan bir demokrasi." Şehit Halid el-İslambuli'nin Sedat rejimine getirdiği bu tanım laik-kemalist rejimle de çok iyi örtüşüyor. Güler yüzlü, sevecen bir imaj uyandırabilmesi için rejimin köhnemiş yüzüne zaman zaman makyaj yapılması kimileri için sahte bir inandırıcılık sağlayabiliyor. Ne var ki zamanın aşındırıcı özelliği hükmünü sürdürmekte gecikmiyor ve dökülen boyaların altından, o baskıcı, zalim surat, görmek istemeyenler için bile tüm çıplaklığıyla sırıtıyor.

Türkiye kamuoyu aynı göz boyama taktiğine geçtiğimiz aylarda tekrar şahit oldu. Kamuoyunun aylarca demokrasi, serbestlik, fikir özgürlüğünün kısıtlanmasına son, siyasi tutuklulara af gibi süslü vaatlerle meşgul edilmesinin terörle mücadele kanununa kılıf olduğu açığa çıktı. Suçu, bucu diye ayırt etmeksizin düşünen ve sorgulayan insanların tepelerinde rejimin sürekli sallandıracağı Demokles'in kılıcı konumundaki bu kanun ile laik-kemalist rejim baskı, zulüm ve işkence doğrultusunda adeta çağ atladı.

Rejimin stratejisi klasik "havuç ve sopa siyaseti"ne uygunluk arz etmekte. Terörle mücadele kanunu iki tarafı da keskin bir bıçak fonksiyonu icra ediyor. Bir yandan fikir özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, siyasi suçluların affı gibi göstermelik bir takım düzenlemelerle belli yaklaşımlara teslimiyetçiliği, uzlaşmacılığı dayatırken; diğer yandan da bu dayatmaya direnen ve direnecek olanlara ise yumruğunu gösteriyor.

En öz ifadesiyle mevcut zulme yeni bir boyut kazandırdığı söylenebilecek olan bu kanunun getirdiklerine ilişkin olarak bazı önemli hususların altının çizilmesi gerektiğine inanıyoruz:

* Kanunda terörün alabildiğince muğlak ve kapsayıcı bir biçimde tanımlanması, hakim güçlerin eline istediklerinde, dilediklerine karşı kullanabilecekleri çok tehlikeli bir silahın teslim edilmesi anlamına gelmektedir.

* Getirilen çok ağır para ve hapis cezalarıyla başta yayın organları olmak üzere her türlü siyasi propaganda eylemi ipotek altına alınmaktadır. Bu arada ilginç bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. ANÂP'ın Türkiye'de hakim kıldığı en tiksindirici yapısal özelliklerden biri (belki de en önde geleni) olan 'mevcut her şeyi metalaştırma' mantığı bu kanuna da yansımış görünüyor. Astronomik para cezaları içeren bu kanuna göre siyasi suç aynen kaçakçılık, hayali ihracat, rüşvet (tabii ki bu sayılanlar pratikte artık suç teşkil etmiyorlar) gibi değerlendirilmekte. Kategorik olarak, birbirleriyle tamamen ilintisiz olan 'siyasi suç' ile 'para cezası'nın nasıl ilişkilendirildiğini anlamak ancak ANAP'ın kokuşmuş paragöz mantığını, sinekten yağ çıkartma felsefesini göz önünde bulundurmakla mümkün olabilir.

* Terörle Mücadele Kanunu'nda geçici hükümler başlığı altında uygulamaya konulan ve kamuoyunda yanlış olarak 'af' diye adlandırılan düzenlemenin de özünde sinsi hesaplar yatmaktadır. Şartlı salıverilme denilen bu uygulamayla dışarı çıkan insanlar, siyasi kimliklerinin gerektirdiği doğrultuda mücadeleye devam etmek ile geldikleri yere geri dönmemeye çalışmak ikilemine sokulacak, böylelikle sürekli psikolojik bir işkenceye maruz bırakılacaklardır. Bununla, mücadeleyi terketmeyecek insanların şahsiyetlerinin ezilmesinin hedeflendiği görülebilmektedir.

* Şartlı salıverme işleminden doğan bir başka olumsuzluk da, 12 Eylül diktasının insanlık dışı şartları dahilinde yaşanan işkence, baskı ve keyfi cezalar furyasında yaralanan kamuoyu vicdanının daha da incitilmesi sonucunu doğuracak olan çifte standart uygulamasıdır. Bu uygulamayla bir kısım mahkumlar salıverilirken, bir kısmı salıverilmemiştir. Bu durumun beslediği en ciddi psikolojik rahatsızlıklardan biri, farklı siyasi kimlikteki insanların yine en büyük rakip olarak birbirlerini görme, birbirlerini asıl düşman olarak algılama açmazının güçlenmesidir. Şimdiden içeriden dışarıya yansıyan açıklama ve eleştirilerde bu konuya ilişkin olarak sıkça ifade edilen "onlar çıktı, biz kaldık; halbuki bizim çıkmamız, onların kalması gerekiyordu" şeklindeki yaklaşımda da, tümüyle hakim sisteme yöneltilmesi gereken tepkinin farklı siyasi kimlikteki insanlara yöneltilmesine yol açan aynı çarpık mantığın izleri görülebilmektedir.

* Bu kanunun dikkat çekici yönlerinden bir diğeri de hapis cezalarının siyasi mahkumlar arasında 'tabutluk' olarak adlandırılan tek veya üç kişilik hücrelerde infazıdır. Böylelikle siyasi mahkumlar, kendileri için hava kadar, su kadar elzem olan toplumsal çevrelerinden yalıtılmaya çalışılmaktadır. Balığı tabi ortamı olan sudan çıkartmayla karşılaştırılabilecek bu uygulamayla, açıkça görüldüğü gibi mücadeleden kopuk, bireyci eğilimleri öne çıkartılmaya çalışılan fertler oluşturulması hedeflenmektedir.

* Yine, insan haysiyet ve şerefine aykırı bir tutum olan ispiyonculuk ve muhbirciliğin de teşvik edildiği bu kanunla adeta ülkede sistemli bir biçimde sürdürülen işkence ve işkencecilik olgusu ve polis zorbalığı yasal güvence altına alınmaktadır. Bu açıdan polisin geçtiğimiz aylarda ortaya koyduğu performans hiç de yabanca atılacak gibi değildir! İşkencehanelerde gerçekleştirilen cinayetlerden sonra şimdi de ev ve sokak infazları başlamıştır. Bildiri dağıtmanın bile, sokak ortasında polis tarafından kurşuna dizilmeyi haklılaştırabilecek bir eylem haline gelmesi ve daha ilginci bu açık cinayetin pervasızca geçiştirilmesi, 'terörle mücadele' namıyla maruf 'devlet terörü' kanunu ile doğrudan ilgilidir.

Burada terörle mücadele kanununun beraberinde getirdiği fiili ve potansiyel bir takım tehlikelere, saldırılara dikkat çekmek istedik. Bununla birlikte, söylediklerimizden bu kanunu çok garip karşıladığımız; sisteme, demokrasiye, anayasaya aykırılığı noktasında eleştirdiğimiz gibi bir sonuç kesinlikle çıkarılmamalıdır. Bilakis bu kanun ve benzeri saldırganlık unsurlarının laik-kemalist rejimin özünü tam olarak yansıttığını, bire bir örtüştüklerini söylemeliyiz. Diyebiliriz ki, rejim tam da kendisine yakışanı yapmıştır. Zaten farklı bir şey beklemek yanlış olurdu.

Vurgulamaya çalıştığımız husus şudur ki, rejim bir yandan göstermelik bir takım düzenlemelerle, sahte vaatlerle halkı kandırmaya çalışırken, öte yandan adeta Ali Cengiz oyunlarıyla zulmünü pekiştirmeye, istikbarına yeni boyutlar kazandırmaya yönelik politikalara girişmektedir. İşte devrimci müslümanlara düşen görev laik-kemalist rejimin bir çok uygulamasında olduğu gibi, bu konuda da sürdürdüğü iki yüzlülüğü, sahtekarlığı halka duyurmak ve her geçen gün boyutlanan, yeni ivmeler kazanan zulme karşı mücadele etmektir.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR