1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. YÖK Kamburundan Kurtulmanın Zamanı Gelmedi mi?

YÖK Kamburundan Kurtulmanın Zamanı Gelmedi mi?

Ağustos 2005A+A-

1 980 darbesinin üzerinden tam 25 yıl geçti ama darbe konjonktüründe hazırlanan anayasanın otoriter kalıpları hâlâ ülkeyi biçimlendirmeye devam ediyor. 82 Anayasası gerek Cumhurbaşkanı'na tanınan geniş yetkiler, -ki bunlar büyük ölçüde darbeci general Evren'in şahsı için yapılmış düzenlemelerdi- gerekse de Anayasa Mahkemesi'nin yapısı ve işleyişi açısından, yasama ve yargı alanında seçilmiş iktidarların hareket alanını kısıtlayan bir sistem üretti. Darbe anayasası, yürütme alanını da seçilmiş iktidarın inisiyatifine bırakmadı ve birtakım kurumlar aracılığıyla iktidar ortaklığı biçiminde bir yapı tanzim etti. Bu kurumların önde gelenlerinden biri de Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)'tür.

Türkiye'de "üniversite" Cumhuriyet'e geçişle birlikte hep sorun olmuş, denetim ve yönlendirme çabalarına maruz kalmıştır. Laik-Batıcı sistem üniversiteyi bilimsel-akademik çalışmaların zemini olarak değil, resmi ideolojinin taşıyıcısı konumunda algılamış; bu yüzden sıkı bir disiplin ve baskı altında tutmaya yönelmiş; aykırılıkları törpüleme sadedinde zaman zaman reform adı altında 1933 ve 1960 yıllarında olduğu üzere, geniş çaplı tasfiyelere başvurmuştur. Ne var ki alınan tüm tedbirlere rağmen üniversitenin toplumsal hareketliliğe kapalı olması söz konusu olamazdı. Nitekim 1960'lı yılların ortalarından itibaren tüm dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye'de de üniversitelerin yoğun bir ideolojik-politik atmosfere büründüğü görülmüştür. Yaşanan tüm kaos ortamına ve aşırılıklara karşın üniversiteler bu dönemde canlı, üretken ve sosyal bir kimlik sergilemektedir. Ne var ki, bu görüntü düzeni rahatsız etmiştir. Bu yüzden 12 Eylül askeri darbesinin şiddetle bastırmaya yöneldiği kurumlardan biri de üniversite olmuştur. Ülkeye hakim kılınan "huzur ve güven ortamı" üniversiteyi zecri tedbirlerle zapturapt altına alırken, bir yandan da 82 Anayasası uyarınca oluşturulan YÖK eliyle üniversitelerde kışla ortamının kalıcı kılınmasının zemini hazırlanmıştır.

Oligarşik İşleyişte YÖK'ün Önem Kazanan Misyonu

Ardı ardına gelen pek çok hükümete rağmen YÖK kapı gibi durmaktadır! Hükümetlerin itirazlarına, yakınmalarına karşın 82 Anayasası'nın ortaya çıkardığı pek çok çarpıklık gibi YÖK konusunda da ciddi hiçbir girişim söz konusu olmamıştır. Üstelik bu darbe kurumu 28 Şubat darbesiyle fiilen daha da güçlenmiştir. Artık yüksek öğretim alanında seçilmiş iktidarlara karşı hiçbir sorumluluk taşımayan, hesap sorulamayan ve giderek daha otoriter yapıya yönelen bir YÖK vardır karşımızda. Üstelik "irtica tehdidi" karşısında üstlendiği büyük misyon nedeniyle oligarşik sistemin vazgeçilmez kurumları arasında algılanmaya ve bu yüzden de düzenin diğer güçlerinin büyük desteğini almaya başlamıştır. Seçilmiş iktidarların yüksek öğrenim alanına müdahale girişimleri karşısında giderek daha bir hırçınlaşan, konumunu ve ayrıcalıklarını koruma pahasına gerektiğinde örtülü darbe çağrılarında bulunmaktan çekinmeyen, halkın artan rahatsızlığını ve taleplerini görmezden gelen bir bürokratik diktatörlük kurumudur YÖK.

Kasım 2002'de yapılan genel seçimler neticesinde hükümet olan AK Parti'nin kimi icraatlarıyla 28 Şubat darbesinin ortaya çıkardığı hukuksuzluk ve dayatmaların aşılma sürecinin işleyeceğine dair sunduğu vaatler ve kamuoyunda oluşan beklentilere karşın yüksek öğrenim alanı kanamaya devam etmektedir. Üniversite oligarşik yapılanmanın niteliklerine uygun olarak halka ve halkın taleplerine kapalı, resmi ideolojinin fanatik bir tarzda savunulduğu, adeta kast sistemiyle idare edilen bir görünümdedir. Bu görüntünün teşkilinde Cumhurbaşkanı Sezer'in katkısı belirleyici olmuştur. Gerek YÖK üyeliklerine atamalar, gerekse de rektör "tayinleri" hep üniversite üzerindeki ceberut, dayatmacı zihniyeti kalıcılaştırmaya yöneliktir. Nitekim hükümetle yaşanan polemiklerle ilgili olarak hem YÖK, hem de tek tek üniversite senatoları adına zaman zaman yapılan açıklamalar açıkça askeri darbe özlemlerini yansıtan ifadeler içermiştir.

Akademik-bilimsel üretim alanında son derece kısır bir görünüm sergileyen üniversite sadece idari anlamda değil, öğrenci profili açısından da verimsizleşmekte ve giderek sınıfsal bir karakter kazanmaktadır. Geçmişte de Türkiye'de yüksek öğrenim yapabilmek yoksul ya da orta halli ailelerin çocukları için zor bir işti ama son yıllarda bu adeta imkansızlaştı. Üniversiteye giriş aşamasında liseler arasında özel okullar lehine mevcut bulunan dengesizlik, dershane olgusu, genelde dar gelirli ailelerin çocuklarının devam ettiği meslek liseleri mezunlarının maruz kaldığı katsayı adaletsizliği ve yüksek harçlar gibi şartlar üniversite eğitimini daha ziyade sosyo-ekonomik açıdan varlıklı ailelerin sahip olabileceği bir ayrıcalığa dönüştürmüştür.

Tüm bu vahim manzara karşısında YÖK'ün tutumu gayet nettir, statükonun tavizsiz biçimde sürdürülmesine yöneliktir. Son süreçte daha da belirgin biçimde YÖK'ün temel işlevi üniversitelerin İslami kimlikli öğrenci ve öğretim kadrosuna kapatılması olmuştur. Bu yaklaşımın en açık görüldüğü konular ise hiç şüphesiz vahşice sürdürülen başörtüsü yasağı ve tüm meslek liselileri de mağdur edecek şekilde imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerinin engellenmesidir.

YÖK'ün sürdürdüğü adaletsiz sistemin yansımalarını 2005 ÖSS sonuçlarıyla bir kere daha müşahede etmek mümkün. Sınav merkezi her zaman olduğu gibi sınavı geçersiz sayılanları sıralarken kılık kıyafet kurallarına uymadığı için sınavı iptal edilenlerden söz etmekte. Kılık kıyafet kurallarına uymamaktan kastedilenin ne olduğu biliniyor. Öte yandan katsayı uygulaması yüzünden ortaya çıkan manzara ise ne akıl, ne vicdanla asla izah edilebilecek gibi değil. Onca engele karşın sınavda başarı gösterip çok iyi bir puan almalarına rağmen bir çok genci sadece imam hatip lisesi mezunu olduğu için cezalandıran bu sistemin uygulayıcısı ve savunucusu konumundaki bu bürokratik oligarklar kelimenin gerçek anlamıyla zalimdirler ve hesap sorulmayı hak etmektedirler.

Çözüm Bekleyen Halkın Muhatabı YÖK Değil, Hükümettir!

Ne yazık ki, tüm bu zalimane işleyişi sona erdirmek için halktan yetki alan ve sorumluluk yüklenen hükümet ise olan biteni adeta boş gözlerle seyretmektedir. Gerek Başbakan, gerekse de Milli Eğitim Bakanı her defasında YÖK'ü halka şikayet etmekte; "Bu böyle gitmez!", "Mutlaka bir şeyler yapılmalı!" türünden muğlak ifadelerle kendilerini rahatlatmaktadırlar. Yapılması gerekiyorsa buyurun yapın, ne bekliyorsunuz? Sorumluluk mevkiinde oturanlar aciz bir biçimde şikayet etmek ve yakınmakla sadece karşıtlarının daha da azgınlaşmasına yol açarlar. Nitekim bunun somut örnekleri görülmektedir. Geçen yıldan bu yana hükümetin katsayı meselesini onca gündemleştirmesine rağmen hiçbir somut adım atamaması karşısında YÖK atağa geçmiş ve adeta "Sen misin, bana sınır çizmeye kalkan?" dercesine bu sene katsayı adaletsizliğini daha da vahim bir duruma getirmiştir. Katsayı sorunu giderilecek mi beklentisi içinde olan halk ise YÖK'ün son yaptığı düzenlemeyle katsayı adaletsizliğini meslek liseleri için daha da kötü bir noktaya getirmesi karşısında şaşkına dönmüştür. Hükümete düşen ise her zaman olduğu gibi "Bu böyle gitmez!" söylemini bir kere daha tekrar etmek olmuştur.

Evet, gerçekten de bu böyle gitmez, gitmemelidir! Ama gelinen noktada açıkça anlaşılması gereken şudur ki, sorun sadece YÖK sorunu değildir. YÖK'ü tartışmak, YÖK'ü eleştirmek, suçlamak ya da kendisini düzeltmesini beklemek beyhudedir. Yapılması gereken şey bu çürümüş organı kesip atmak ve vücudu kurtarmaktır. Bu yapılmadığında, ertelendiğinde ya da savsaklandığında bu kangrenleşmiş yaranın büyüyüp tüm vücudu kaplaması kaçınılmazdır. Ve yine açıkça anlaşılması gereken bir husus da şudur ki, bu aşamadan sonra YÖK'ün meydana getirdiği sorunların, zulümlerin vebali sadece YÖK'ün ya da Cumhurbaşkanı'nın değil, bu konuda gerekli adımları atmayan, atamayan hükümetin de omuzlarındadır. Bu yüzden kamuoyu eğer YÖK sorununun çözümü konusunda ciddi bir kaygı taşıyorsa eleştiri oklarını doğrudan hükümete yöneltmek zorundadır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR